Advertisement
HABERLER ABONE OL

Fransız ekonomist Thomas Piketty tarafından kurulan bir gruba göre, milyarderlerin küresel refahtan aldığı pay Kovid-19 krizi sırasında rekor seviyeye çıktı.

Paris merkezli Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı, Salı günkü raporunda, yaklaşık 2 bin 750 milyarderin dünya refahının yüzde 3,5’ini elinde tuttuğuna dikkat çekti. Grup, bu payın 1995 yılında yüzde 1 seviyesinde olduğunu ve en hızlı artışların pandemiden itibaren gerçekleştiğini kaydetti. Dünya nüfusunun en fakir yarısı ise, zenginlerin refahının yaklaşık yüzde 2’sine sahip.

Çalışmanın bulguları, salgını yenmek için yeterli aşıya ve aynı zamanda mali kaynaklara da sahip olmayan gelişmekte olan ekonomilere gelişmiş ekonomilerden bile daha fazla hasar veren kamu sağlığı krizi sırasında, kötüleşmekte olan eşitsizliğe ilişkin tartışmaya katkıda bulunuyor. Zengin dünyada dahi, finans ve gayrimenkul piyasaları, geçen yılki sert düşüşlerden bu yana güçlü artışlar gösterdi ve bu durum ülke içi farkların açılmasına yol açtı.

"Milyarderlerin serveti 4,1 trilyon dolar daha arttı"

Raporun yazarlarından biri olan Lucas Chancel’e göre, bu pandemi trendleri, etkilerinin daha alttakilere yansıyacağı ve nihayetinde herkesin faydalanacağı beklentisi ile on yıllardır zirvedeki insanlara yönelik hız kazanan politika sonrası gerçekleşti.

Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı’nın eş direktörü Chancel, verdiği bir söyleşide, “Pandemi öncesi zaten çok eşitsiz olan bir dünyanın tepesinde gerçekten bu kutuplaşma var. Milyarderlerin elinde kriz sırasında 3,6 trilyon euro (4,1 trilyon dolar) tutarında servet birikti. Dünya Bankası’nın hesaplamalarına göre ise, aynı dönemde 100 milyon insan aşırı fakirliğe düştü” dedi.

“Kaybolan orta sınıf”

Dünyanın büyük kısmında, nüfusun en zengin yüzde 10’luk kısmı, refahın yaklaşık yüzde 60 ila yüzde 80’ini kontrol ediyor. Ancak rapor bazı açık bölgesel farklılıklara dikkat çekiyor.

Genel anlamda, fakir ülkeler zengin ülkeleri yakalıyor, ancak bu gelişmekte olan ülkelerin içinde, eşitsizlik önemli ölçüde arttı. Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı’na göre, aynı ülke farklılıkları şimdi küresel eşitsizliğin üçte ikisinden fazlasını oluşturuyor. Bu oran 2000 yılında neredeyse yarı yarıya seviyesindeydi.

Raporda, Latin Amerika ve Orta Doğu’nun, servetin yüzde 75’inin yüzde 10’luk grubun elinde bulunması ile birlikte, eşitsizliğin en fazla görüldüğü bölgeler konumunda olduğu kaydedildi. Rusya ve Sahra altı Afrika da bu konuma fazla uzak değil.

Chancel, Hindistan gibi diğer gelişmekte olan ekonomilerin halen “kaybolan orta sınıfın” sıkıntısını çekmekte olduğunu ve sömürgeci eşitsizliğin yerini piyasa eşitsizliğinin aldığını sözlerine ekledi.
Refah farkları ayrıca daha büyük karbon ayak izlerinde de kendini gösteriyor. Güney Amerika’da, örneğin, en zengin yüzde 10’luk kesim her yıl kişi başına ortalama 73 ton emisyon salınımı gerçekleştirirken, fakir yarının salınımı bu miktarın 10 ton altında gerçekleşiyor.

Rapora göre, hem gelir hem de refah açısından ölçüldüğünde, Avrupa eşitsizliğin en az olduğu bölge durumunda. Avrupalıların en fakir yarısı tarafından elde edilen toplam gelirin yüzde 19’u, dünyanın diğer kısmındaki aynı grubun eş payından (yüzde 19) daha fazla. İşlerini kaybedenler için gelir desteği gibi pandemi politikaları muhtemelen gelir farkının daha da açılmasını önledi.

Chancel, “Kovid krizi çok zenginler ile nüfusun kalan kısmı arasındaki eşitsizliğin daha da artmasına yol açtı. Ancak zengin ülkelerde, hükümetlerin müdahaleleri yoksullukta yoğun bir artışın önüne geçti” dedi.

Dünya Eşitsizlik Raporu 2022, Paris Ekonomi Okulu ve Kaliforniya Üniversitesi, Berkley’deki ekonomistlerin öncülüğünde, tüm dünyada 100’den fazla araştırmacının çalışmalarına dayanıyor. Raporun ilk versiyonu 2018 yılında yayımlanmıştı.

Citi analistlerinden Ed Morse, müşterileriyle paylaştığı bir notta emtia fiyatlarında yeni bir süper döngü olmayacağını ama emtia piyasasının genelinde seneye düşüş görülürken baz metallerin yükselebileceğini belirtti.

“Bazı analistler emtia fiyatlarının geçen seneki gibi yükselmeye devam etmesini ve yeni bir süper döngünün sürmesini bekliyor fakat biz bu konuda aynı fikirde değiliz” diyen Morse, son süper döngüdeki talep patlamasının bir daha tekrarlanmayacağını belirtti.

Citi, enerji maliyetlerinde gelecek yılın ilk çeyreğinde keskin bir düşüş beklediğini ve yılın ikinci yarısında ise tarımsal emtiada bu düşüşün yansımalarının görüleceğini vurguladı.

Böyle bir trendin başlamasının manşet enflasyon üzerinde somut etkileri olacağını belirten Citi, karbon salınımını azaltma çabalarıyla alüminyum ve bakırıa olan talebin orta dönemde yükselmesini beklediklerini dile getirdi.

Bloomberg Emtia Endeksi, salgının küresel olarak başladı Mart 2020’den bu yana yüzde 75’ten fazla artış kaydederken Ekim ayı sonunda enerji fiyatlarında yaşanan artışla tüm zamanların zirvesini görmüştü.

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin, Bilkent Enerji Politikaları Araştırma Merkezi ve Alman Enerji Ajansı (dena) iş birliği ile hazırladığı ‘Türkiye’nin Yeşil Hidrojen Üretim ve İhracat Potansiyelinin Teknik ve Ekonomik Açıdan Değerlendirilmesi’ raporu, online tanıtım toplantısında açıklandı.

Raporda, uygun yatırımlar ve politikalarla Türkiye’nin 2050’de yıllık 3,4 milyon tona (Mt) kadar yeşil hidrojen üretimine ulaşabileceği ve bunun 1,5 ila 1,9 Mt’nun ihraç edilebileceği belirtildi.

İklim hedeflerine ulaşmak için birçok ülkenin yeşil hidrojen ithal edeceğini belirten Alman Enerji Ajansı (Dena) Enerji Sistemleri ve Enerji Hizmetleri Bölüm Başkanı Hannes Seidl, Türkiye’nin bu pazardan pay alabileceğine dikkat çekti: “Türkiye, yenilenebilir enerjiden yeşil hidrojen üreterek, küresel çapta yeni oluşan bu enerji pazarında en başından itibaren yerini alabilecek büyük bir potansiyele sahip. Bugün tanıtımını yaptığımız bu çalışma, Almanya ve Türkiye arasında bu alandaki iş birliğini güçlendirmek için önemli, aynı zamanda heyecan verici bir fırsat sunuyor.”

Raporun yazarlarından biri olan ve sonuçları sunan SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Araştırma Koordinatörü Hasan Aksoy ise Türkiye’nin Kasım ayında Paris İklim Anlaşması’nın onayladığını hatırlatarak, 2030 ve 2053’e yönelik, daha kararlı iklim ve enerji dönüşümü hedeflerine ihtiyaç olacağını söyledi.

Aksoy, bu hedeflere ulaşılmasında, hidrojenin rolünün anlaşılmasının kritik öneme sahip olduğunu vurgulayarak “Küresel ölçekte 2050’yi işaret eden net sıfır emisyon hedefleri, tüm enerji sisteminin karbonsuzlaşması için ortak bir çözüm olarak yeşil hidrojenin üzerinde duruyor. Türkiye enerji sisteminin dönüşümünde, yenilenebilir enerji kaynakları, enerji verimliliği potansiyellerinin yanında yeşil hidrojenin rolü de anlaşılmalı ve planlamalar bu doğrultuda yapılmalı. Bunun için mevcut yenilenebilir enerji arzı ve diğer kaynakların potansiyeli göz önünde bulundurularak yeşil hidrojen arz potansiyelinin, kullanım alanlarının, maliyetlerinin ve olası ihracat potansiyellerinin anlaşılması önemli.” dedi.

Yeşil hidrojenin yarısı ulaştırmaya

‘Türkiye’nin Yeşil Hidrojen Üretim ve İhracat Potansiyelinin Teknik ve Ekonomik Açıdan Değerlendirilmesi’ raporu, hidrojen üretim potansiyelleri için sadece yenilenebilir enerji kullanımını dikkate alınarak hazırlandı, böylece Türkiye’nin yeşil hidrojen arz potansiyeli değerlendirildi. Çalışmada, yenilenebilir enerji arz gelişimi için iki, yeşil hidrojen üretimi içinse üç farklı senaryo kurgulandı.

Raporda, 2050’ye kadar imalat, doğal gaz ve ulaştırma sektörlerinin toplam enerji talebinin yüzde 10 ila yüzde 5’inin yeşil hidrojenle ikame edilmesi halinde, yıllık 1 ila 2 milyon ton yeşil hidrojen yurt içi talebi ortaya çıkacağı belirtiliyor. Ulaştırma sektörü 2050’ye kadar yurt içi talebin yarısını oluşturacak. Bu süre içinde hidrojen talebinin dörtte biri sanayi, geriye kalan kısım ise yeşil hidrojeninin doğal gaz şebekesine karıştırılması yoluyla kullanılacak.

Çalışmada mevcut kapasite gelişim hızlarının değerlendirildiği ‘Referans Senaryo’ya göre, 2020’de 44 GW olan güneş, rüzgar ve hidroelektrik kurulu güç kapasitesinin 2050 yılında 129 GW’a yükseleceği öngörülüyor. Bu kaynaklardan sağlanan 290 TWh toplam yıllık elektrik üretimi, 2050’de tahmin edilen ülke çapındaki 545 TWh’lik net elektrik talebinin yüzde 53’ünü karşılayabilecek. Güneş ve rüzgar enerjisi için öngörülen teknik kapasitelerinin kullanıldığı ‘Gelişmiş Senaryo’ için ek 45 GW’lık potansiyelin kullanılması halinde, yıllık 124,4 TWh ilave elektrik üretimi sağlanabilecek.

Bu ilave kapasiteyle yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam üretimi, 2050’deki toplam net elektrik talebinin yüzde 84’ünü karşılayabilecek. 2030-2050 yıllarını kapsayan dönemde, il seviyesinde talep düşüldükten sonra, yenilenebilir enerjiden elde edilen toplam üretim fazlası elektrik yıllık 50-55 TWh’a ulaşacak.

Yıllık 3,4 milyon ton yeşil hidrojen üretim potansiyeli

Çalışmada, yeşil hidrojen arzı için geliştirilen ilk senaryo ‘Dağıtık Senaryo 1/A’da, il seviyesinde yenilenebilir enerji üretim fazlasından yeşil hidrojen üretimi incelendi. Bu senaryoda, 2050’de bölgesel yenilenebilir enerji üretim fazlasından yıllık 0,6 Mt hidrojen üretilebilir. Bu üretim için 6,6 GW elektrolizör kapasitesi gerekli.

‘Dağıtık Senaryo 1/B’de ise il seviyesinde güneş ve rüzgarın teknik potansiyelini kullanan yenilenebilir enerji santrallerinin yanında yeşil hidrojen üretimi analiz edildi. Dağıtık Senaryo 1/A’da olduğu gibi, bu senaryoda da yeşil hidrojenin tüketim noktalarına taşınması veya ticaretinin yapılabilmesi için özel hidrojen boru hatları gerekebilir. Rüzgar ve güneş enerjisinin teknik potansiyeli kullanılarak, 2050’de Dağıtık Senaryo 1/A’ya ilave 2,8 Mt/yıl yeşil hidrojen üretilebilir. Ayrıca Dağıtık Senaryo 1/A’ya ilave olarak 28,7 GW elektrolizör kapasitesine ihtiyaç duyulacak.

‘Merkezi Senaryo’ ise güneş ve rüzgarın teknik potansiyelleri ile üretilen yenilenebilir enerji üretim fazlasının, yeşil hidrojen üretmek üzere belirlenmiş illerin yer aldığı altı bölgeye (1. Bölge: Adana, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Mersin, Osmaniye - 2. Bölge: Antalya - 3. Bölge: Aydın, İzmir, Manisa, Muğla - 4. Bölge: Balıkesir, Çanakkale, Edirne - 5. Bölge: Bursa, İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Yalova - 6. Bölge: Ardahan, Artvin) aktarılmasını kapsıyor. Bu senaryoda, ülke çapındaki yenilenebilir enerji üretim tesislerinden elde edilen elektriğin bu merkezlere aktarımı için ek elektrik şebeke yatırımlarının yapılması öngörülüyor.

Türkiye ekonomisine katkısı yılda 6-8 milyar dolar

Çalışmada, 2050’de 1,9 Mt/yıl ihracat potansiyeline ulaşılmasının ardından hidrojenin TANAP gibi uluslararası boru hatlarına karıştırılarak ya da doğrudan amonyağa dönüştürülerek gemi taşımacılığı yoluyla nakledilebileceğinin altı çiziliyor.

Yapılan tekno-ekonomik değerlendirmeyle rüzgar ve güneş kaynaklı elektrik kullanan Alkalin ve PEM elektrolizör teknolojileri için yeşil hidrojen üretim maliyetlerinin 2050’ye kadar kilogram başına 4,14-5,17 dolardan, 1,38 – 2,46 dolara kadar düşebileceği vurgulanıyor.

Hidrojenin yurt içi kullanımı ve ihracatını sağlamak amacıyla toplam yatırım hacminin 85 ila 119 milyar dolar olacağı hesaplanıyor. Bir başka deyişle, 2021 ile 2050 arası dönemde ortalama olarak yılda 3 ile 4 milyar dolar yatırım maliyeti gerektirecek. Türkiye’de bugünkü elektrik sektörü yatırımları yıllık 7 milyar dolar civarında. Tahmini maliyetler ve olası ticari fiyatlamalar dikkate alındığında, çalışmada değerlendirilen hidrojen ekonomisi 2050’de Türkiye ekonomisine yıllık toplam 6 ila 8 milyar dolar brüt fayda sağlayabilir. Yeni iş yaratma ve ekonomik faaliyetlerin potansiyel yararları, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın etkilerinin azalması ve önüne geçilen ithal yakıt maliyetleri ise bu ekonominin temel faydaları olacak.

Düzenlenen tanıtım etkinliğinde, raporun sunumunun ardından, Alman Enerji Ajansı (dena) Hidrojen & Enerji Yakıtları Uluslararası İş Birliği Ekip Lideri Kilian Crone, OECD Temiz Enerji Finansmanı ve Yatırımları Programı’ndan Dr. Değer Saygın, ODTÜ’den Prof. Dr. İskender Gökalp, Akdeniz Ülkeleri Enerji Şirketleri Birliği (OME), Hidrokarbonlar ve Enerji Güvenliği Direktörü Dr. Sohbet Karbuz, Global Resources Partnership CEO’su Mehmet Öğütçü, GAZBİR-GAZMER Proje ve Uluslararası İlişkiler Müdürü Mehmet Şerif Sarıkaya ve Alman Enerji Ajansı (dena) Uluslararası Hidrojen Pazarı Geliştirme Uzmanı Kim Lakeit raporu yorumladı.