Advertisement

Avrupa Merkez Bankası Başkanı (ECB) Trichet, görevi İtalyan meslektaşı Draghi'ye devrederken bunun rutin bir devir teslim olacağını düşünüyordu çoğunluk. Sonuçta Trichet'nin 2003 yılındna beri yürüttüğü ECB Başkanlığı'nı, 69 yaşına gelmiş olması hasebi ile  Mario Draghi'ye teslim etmesi çok normal gözüküyordu.

Ancak Draghi'nin görevi aldıktan sonra yaptığı icraatlara bakıldığında bu devir teslimin o kadar da sıradan bir bayrak değişimi olmadığı çok net anlaşılıyor.

Trichet'nin enflasyon kaygısı ile % 1.5'a çıkarttığı ECB politika faizini iki toplantıda % 1'e çekti Draghi. Peki enflasyon düştü mü? Hayır! Çekirdek enflasyon %1.6 seviyesi ile son 2 yılın en yükseğinde. Ancak Draghi ekonomideki aşağıya doğru riskleri öne sürerek faizi indirdi. Yani bir anlamda piyasanın sözünü dinlemiş oldu.

Aynı Draghi, yine piyasadan gelen yoğun baskılara boyun eğemedi ve ECB'nin bilançosunu rekor seviyeye çıkarmak sureti ile ikinci piyasadan tahvil alımını hızlandırdı. 2.7 trillyon euroya çıkan bilançonun 500 milyon eurodan fazlası sadece son 3 ayda alındı. Tabii bu noktada özellikle Avrupa dışından fonlar, ellerinde İtalyan, ispanyol tahvillerini ECB'ye  sattılar. Yani Draghi piyasayı bu anlamda da üzmedi.

Draghi özellikle bankaların da imdadına yetişti. 3 yıllık repo ihalesinde % 1 sabit faizden 500 milyar euroluk nakdi bankalara veren ECB, karşılığında bütün sorunlu  tahvil bono portföyünü banka bilançolarından temizlemiş oldu. Avrupa'daki bankaların birbirlerinden almak istemediği her türlü tahvil bu şeklide 'last resort', yani son kullanım noktası olan ECB'ye verilmiş oldu. Hem de nakit karşılığında. Draghi bir hamle ile de piyasaların dostu olduğunu gösterdi.

Ama S&P, Daraghi'nin bu çabalarını ödüllendirmek yerine bütün Avrupa'ya ceza kesti.

Mario Draghi'nin bunca uğraşına rağmen derecelendirme kuruluşları açısından Avrupa'nın durumu ECB'nin tek başına üstesinden geleceği bir noktayı çoktan geçmiş durumda. S&P, Cuma akşamı yaptığı ani bir hareketle İspanya, İtalya ve Fransa da dahil olmak üzere 9 Avrupa Birliği üyesi ülkenin notunu kırarak, Draghi'nin ümitlerini bir kez daha kırdı. Böylece Almanya, Finlandiya, Hollanda ve Lüksemburg hariç AB'de AAA notu taşıyan ülke kalmamış oldu.

Peki şimdi ne olacak?

1-Fransa'nın da AAA notunu kaybetmesi ile Avrupa Kurtarma Fonu'nun (EFSF) AAA notunu taşıması artık nerede ise imkansız hale geldi. Ancak Fon'a AAA notu olan Almanya, Hollanda gibi ülkelerin daha fazla kaynak koyması durumunda EFSF şu anki AAA notunu koruyabilir. Aksi takdirde Merkel'in dediği gibi AA+ notu da EFSF için makul kalacaktır!

2- Draghi'nin zaman kazanmak ve bu arada politikacıların anlaşmasını ummak şeklinde yorumlanabilecek olan son 3-4 aylık politikaları artık zora girmiştir. Bu noktadan sonra ECB daha fazla tahvil alımı yapsa da, (Pazartesi günü itibari ile İtalyan ve İspanyol tahvillerini aldı) daha fazla faizi indirse de piyasanın buna tepkisi sınırlı kalacaktır.

3-Kriz başladığından beri ' AB'nin direksyonunda Almanya ile beraber biz varız' şeklinde bir hava yaratan Sarkozy'nin Fransa'sının bir anlamda  maskesi düşmüştür. S&P notu Fransa'ya; sen Almanya ile aşık atamazsın. Dikkat etmezsen sonun İtalya gibi olabilir' mesajını vermiştir. Bu noktadan sonra Sarkozy'nin AB kurtarma planlarının da inandırıcılığı ciddi riske girmiştir.

Görüleceği gibi piyasa yada daha geniş anlamda kapitalizm öyle ya da böyle istediğini alıyor. Ellerindeki tahvilleri satmak istiyorsa ya da nakide ihtiyacı varsa bir formül üreterek bunu gerçekleştiriyor. Yani 'kasa hep kazanıyor', sonrasında ise genelde ' Kral çıplak kalıyor'.