Borçlanmak kötüdür. Peki ya zarar?
Bugün dünyada borcu olmayan futbol kulübü yok gibi. Önemli yatırımları olan dev külüplere dünyaca ünlü finans kuruluşları kredi verebiliyorsa, gelir cephesinde herhangi bir sıkıntı yaşanmıyor demektir. Daha önceki makalelerimde, Avrupa Para Ligi'nin ilk yirmi sırasına bulunan kulüplerin cok ciddi gelirler elde ettiğinden bahsetmiştim. Ayrıca bir başka yazıda da, hangi kulübün hangi statta ne kadar seyirci ortalamasıyla oynadığını da ayrıntılı şekilde belgelemiştim. Gelirlerinin yüksekliğine rağmen Avrupa Takımları'nın borçları nedeniyle büyük eleştiriye maruz kaldığını da söylemek gerekiyor.
El Clasicco'nun en büyük favorisi olan Barcelona'nın, daha geçen yaz geçmiş borçları yapılandırmak için 150 milyon euro borçlanması İspanya'da kıyameti koparmıştı. Toplam borç yükünün 2010 sezonunda 326 milyon euro'ya çıkması aynı sezonda elde edilen 400 milyon euroluk gelir düşünüldüğünde önemsiz olarak değerlendirilebilir. Ancak, oyunculara, personele ve teknik kadroya ödenen paralara eleştiriler yağıyor.Yeni borçlanmanın da etkisiyle önümüdeki yıllarda kulübün ödeyeceği borç faizinin 40 milyon euro'ya ulaştığını söyleyelim.
Futbol ekonomisini inceleyenlerin en çok rahatsız oldukları nokta, devasa borçlara ödenen faizlerin bilançolar üzerinde yarattığı yük olmakta. Bir örnek verilirse, Manchester United 2005 yılında Glazer tarafından yapılan satın alınma işlemi sırasında bolca banka kredisi kullanıldığı için, faiz ödemelerinin bilanço üzerindeki etkisi daha uzun süre devam edeceğe benziyor. Manchester United'ın toplam borcunun Almanya'daki Bundesliga ve bir alt ligdeki 36 kulübün borcundan daha fazla olduğunu söylemek gerekiyor. Kıyaslama böyle yapılınca işin ciddiyeti daha rahat anlaşılabiliyor.
Chelsea'nin toplam borcunun bir zamanlar 805 milyon euro olması da dehşet veren bir başka gerçekti. Ancak bu borç dolambaçlı bir yolla oluşmuş. Roman ABROMOVİÇ kulübü 2003 yılında satın aldıktan sonra yaptığı futbolcu transferleri için parasını kendine ait holding şirketi Chelsea Limited'a koyuyor. Söz konusu şirket de kulübe borç veriyor. Böylece Türkiye'de "başkan kulübe para koyar" şeklinde kabul gören demode metodun daha kurumsal halini uygulamış oluyor. Peki sonra ne oluyor? Çok basit. Kulübün borçları hisse senedine çevriliyor. Böylece Chelsea, en az borca sahip kulüpler arasına giriyor. Üstelik bu süreç, Manchester United'dan farklı olarak hiçbir faiz ödemesi gerçekleşmeden bitiyor. Nasıl ama? Tabii, bu gibi durumlarda ben her zaman hikayenin sonunu beklerim. Çünkü borçlar holding şirketi olan Chelsea Limited'da kaldı.
Real Madrid, dünya futbolunun en ciddi borçlularından biridir. Başkan Florentino PEREZ ikinci kez seçildikten sonra hemen atağa kalktı ve transferlere 413 milyon euro harcayarak tarihe geçti diyebiliriz. Kulübün bazı aktifleri bu süreçte ortaya çıkan borçları hafifletmek için satıldı. Gayrimenkullerin de dahil olduğu bu satış süreci ile maliyetlerin düşürülmesi çalışması paralel olarak yürüdü. Ancak, borç büyüklüğünün Real Madrid'in geleceğini karartacağını düşünmek fazlaca abartılı olur. Hem vergi avantajları hem de 1 milyar euro'yu geçen naklen yayın anlaşması, diğer taraftan politik gücü nedeniyle bankacılar tarafından fazla sıkıştırılmayan bir kulüptür ama her kulüp bu kadar şanslı değil. Valencia'nın borçları 500 milyon euro'yu aşınca, yerel yönetim tarafından yardım görmek zorunda kalmış. 2009 Yılında 74 milyon euro'luk bir borç daha almışlar. Bu durum faiz ödemelerinin yükünü artırmış durumda.
İsterseniz geçen sezonun en çok borca sahip kulüplerini şöyle bir sıralayalım:
Manchester United 822 Milyon Euro
Chelsea (limited) 805 Milyon Euro
Valencia 575 Milyon Euro
Liverpool 403 Milyon Euro
Real Madrid 340 Milyon Euro
Barcelona 326 Milyon Euro
AS Roma 311 Milyon Euro
Schalke 04 268 Milyon Euro
Arsenal 233 Milyon Euro
Fulham 227 Milyon Euro
Yukarıdaki tabloda Fulham'ın 200 milyon euro borcun üzerindeki kulüpler sıralamasına girmiş olması son derece ilginç bir gelişmedir. İngiltere Futbol Federasyonu da borç yükünün altında eziliyor desek yanlış olmaz. Yıllık 344 milyon euro gelire karşılık, Wembley Stadı'nın yenilenmesi nedeniyle ekleneni de sayarsak toplam 402 milyon euro'luk borca sahip olduğu görülüyor.
Türkiye'ye geldiğimizde yukarıdaki rakamların daha büyük anlam kazandığını göreceksiniz. Ligde ezeli rakibine karşı bir kere daha yenilerek, tarihinin en kötü sezonunu yaşayan Galatasaray'ın toplam borcu 514 milyon TL. Yani, 233 milyon euro. Bu haliyle Avrupa Borç Ligi Sıralamasında 9. sırada bulunan Arsenal ile aynı borca sahip. Galatasaray'ın banka kredileri ise 100 milyon euro'ya yakın. Son 5 yılda transferler de dahil olmak üzere futbola 200 milyon euro'ya yakın para harcanmış. Bu yatırımın karşılığının alınıp alınmadığını tartışmaya açmıyorum bile. Ancak üzücü olan gelişme 2 yılın sonunda konsolide zararın 100 milyon euro olması.
Ezeli rakibi olan Fenerbahçe'nin tahakkuku yapılmış borçlarının 100 milyon euro civarında olması ve bu borcun yarısından fazlasının banka borcu olması dikkat çekiyor. Fenerbahçe'nin de giderleri gelirlerinden daha fazla. Bu nedenle karlı bır yapı oluşturamadığı gözüküyor. Beşiktaş'ın ise toplam borcu neredeyse Galatasaray'a yakın durumda. Toplam 463 milyon TL, yani 210 milyon euro. Bu haliyle o da Fulham'ın hemen arkasından Avrupa'nın en borçlu 11. takımı olabilirmiş. Beşiktaş'ın da kar üretemediğini söylemeye gerek yok. Trabzon'un borcu ise 50 milyon euro olarak biliniyor. Demek ki, futbolda başarı için borçlanma bir ön koşul değil.
Aslında, günümüzde kurumların borçlanması, likiditenin bol olduğu dönemde çok da yadırganacak bir olay değil. Borçlardan daha hızlı şekilde aktif yaratılıyor ve sürekli olarak bilanço dibinde kar gözüküyorsa, istikrar var demektir. Tam tersine, gelir ya da borçlanmadan elde edilen kaynaklar karşısında aktif büyümesi gerçekleşmiyorsa, maliyetinin de altında aktifleri elden çıkarıyorsanız, israf almış başını gidiyorsa, serbest düşüş başlamış demektir. Maalesef Türkiye'de Futbol Kulüpleri kar üretemiyor. Avrupa Kulüpleri kadar borç büyüklüğü olan Süper Lig Kulüplerinin yukarıda sıralanan rakiplerinden farkı işte bu. Kar üretemeyen yapılar önünde sonunda darboğaza giriyor.
Tabii, bazıları "Dernekler kar etmek zorunda değil" diyebilir. O zaman bari başabaş olsun desek, kabul eder misiniz?