İki önemli gelişme yaşadık. 27 çeyrek sonra gelen ekonomik küçülme ve memleketin makro verilerinin hacimli olarak yukarı revizyonu.
Türkiye ekonomisi yaşadığı darbe girişimine özel tüketimi %3,2 azaltarak tepki verdi. Terör olayları, Rusya gerginliği ve Irak'taki sorunlar gibi etkilerle düşen dış gelirler de büyüme verisini aşağı çekti. Harcamalarını yıllık %20'den fazla artıran kamu elden geldiğince destek oldu ve 2016 yılının 3. çeyreğinde geçen senenin aynı aylarına göre %1,8 küçüldük. Bu daralma revize edilen yeni serilere göre hesaplandı.
VERİLER BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL
TÜİK daha önce kullandığı metodolojisini 2017 civarında ESA 2010'a (Avrupa Hesaplar Sistemi) göre düzelteceğini açıklamıştı, hem de Kasım 2014'te. Bu cümleyi daha da anlaşılır hale getirirsek, mevcut sistemin yenisi ile değişeceği 2 yıl önceden belliydi. İşte o belli olan revizyon Avrupa'nın TÜİK'inin belirlediği standartlara göre şimdi yapıldı.
Kendi verilerini toplamayı ancak öğrenen, kayıt dışı ekonomisinin büyüklüğü sebebiyle çok dikkat etmesi gereken ülkemiz de böylece modern standartlara uygun bir yönteme geçiyor. Üstelik burada tek sebep standartları değiştirmek değil. 98 yılı baz alınarak yapılan hesaplarda birçok teknolojik değişiklik ya da güncel kalemler yer almıyordu. Şimdi günümüz dünyası da hesapların içine dahil ediliyor.
Yeni verilerin gelmesi ile milli hasılamız değişiyor. 1.953 trilyon TL olarak hesapladığımız hasıla artık 2.338 trilyon TL ve dolar cinsinden ekonomimiz küresel sıralamadaki 18. yerini korusa da büyüklüğü 720 milyar dolardan 861 milyar dolara çıkıyor. Nüfus aynı kalınca, doğal olarak kişi başı milli gelir de bir anda 2015 için 9 bin dolarlardan 11 binlere fırlıyor. Ne var ki 2016 bu dolar kuruyla biterse, yine kişi başı 9 binlere dönmüş olacağız. Diğer yandan, milli gelir artınca bütçe açığımız %1'e ve cari açığımız da %3,5'e doğru gidiyor.
Hele yeni açıklanan bölgesel bazlı verilere göre, İstanbul ve Kocaeli gibi 20 bin dolar kişi başı milli gelir yakalayan illerimiz Suudi Arabistan'ın ferdi gelirini yakalamış oluyorlar.
SORULAR VE SORUNLAR
Bir gecede zenginleştik eleştirilerinden kaçmanın imkanı yok. Data tutma alışkanlığını henüz iyileşiyorsa, büyüyen bir ülkeyseniz ve modern yöntemlere ayak uydurmaya çalışıyorsanız kaçış yok. Veriler ister istemez şişiyor. Önceki revizyonumuzda (2008) ekonomi %30 büyümüş gibi görünmüştü. Bugün ise %20. Demem o ki bu revizyonlar genellikle böyle hacimli oluyor.
TÜİK bunu yapmadan önce milyonlarca belgeyi, hesabı ve farklı kurum kayıtlarını inceledi. Rakamları tutturmaya çalıştı ve ortaya çıkan hesaplar kendi içinde daha tutarlı oldu ancak henüz tüm bilgiler paylaşılmadı. Bu da eleştirilmesi gereken noktalardan biri. Eğer tüm set paylaşılmış olsa tartışma da büyümeyecekti. Acelemiz neydi? Bu haklı bir sorudur. Hele ki revizyon mecburen böyle hacimli olunca.
Sonuçlardan yola çıkınca, bir başka problem de istihdam. Bu istihdam seviyesinde eskiden düşündüğümüze göre çok daha iş ürettiysek demek ki memleket ekonomisi ciddi bir üretkenlik artışı yaşadı son yıllarda. Aynı yüzde ile istihdam ve çok daha iş. Bu bira düşündürücü. Hele bir sayı var ki en çok akıl orada karışıyor: Tasarruf oranı. Hep düşük dediğimiz tasarruf oranı bir anda 10 puan artmış oluyor ve %23 görünüyor yeni seri ile. Almanya'nın bu oranı %27. Varın siz hesap edin. Üstelik bu hesapları doğru kabul edersek, ülkede bir çıktı açığı olduğunu söylemek oldukça zorlaşacak ve belki merkez bankası politikasını gözden geçirmek zorunda kalacak.
ÇÖZÜM YERİNE
Oldukça güvenilir bir kurum olan TÜİK'in oldukça şeffaf da bir kurum olması gerekiyor. Bunun için oldukça elzem olan verileri bir an önce paylaşması, ülke ekonomistlerine ve kamuoyuna durumu anlatması gerekiyor. Ardından işin doğal akışı gereği herkes hesabını kitabını yaparak bilgileri işleyecek ve yorumlayabilecek. Şu an içinde bulunduğumuz karanlıktan da böylece birlikte çıkabileceğiz.
Ekonomideki son değişimlere rağmen resmin aynı kaldığını da özellikle görmemiz gerekiyor. Oluşturduğumuz kompozisyonu itibariyle ekonomimiz potansiyeline yakın büyüyen, enflasyon ve cari açık üreten bir yapıya bürünmüş durumdadır. Dövizin ani yükselişi gibi dönemsel belaları kolaylıkla atlatabiliriz. Ancak bir trend olarak TL'ye değer kaybettiren bu süreci orta vadede çözmek için meselenin özüne inmeli ve sonuçları ile değil sebepleri ile savaşmalıyız.