Advertisement

26 Ekim 2010 tarihinde açıklanmış olan TCMB Enflasyon Raporu, 2011 yılında izlenmesi öngörülen para politikası setine yönelik önemli ipuçlarına işaret etmekteydi. İş dünyası ve özellikle finans kesimi, rapordan Merkez Bankası üst yönetiminin 2011 yılı için belirgin bir enflasyon riski algıladığı ve bu nedenle TCMB’nin en geç 2011 yılının son çeyreğinde kısmen faiz arttırım sürecini başlatabileceği yönündeki yorum ve değerlendirmelerde birleştiler. Sonra, 11 Aralık’ta TCMB Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Erdem Başçı’nın Türk Ekonomi Kurumu’nda gerçekleştirdiği bir konuşma, bir anda algıyı değiştirdi. Baz Senaryo’dan Senaryo I’e geçme kararı alan Merkez Bankası’nın aynı anda hem finansal istikrarı ve söz konusu finansal istikrar için risk başlığını oluşturan cari açık sorununu, hem de temel görevi olan fiyat istikrarını gözeten yeni bir para politikası setine geçeceği anlaşıldı.

Merkez Bankası bu kararlar doğrultusunda, aralık ve ocak aylarındaki Para Politikası Kurulu toplantılarında aldığı kararlarla, bir yandan temel para politikası faizini yüzde 7’den 6,25’e indirirken, Türk ekonomisi için 2011 yılında risk oluşturabilecek kısa vadeli sermayeyi, yani sıcak parayı dışarı çıkaracak şekilde Türkiye’nin reel faiz düzeyini yüzde 1’in altında tutacak bir süreç kurgulandı. Bununla birlikte, söz konusu faiz indirimlerinin bankaların kaynak maliyetine olumlu yönde yansıması halinde, bankaların daha uygun faizle kredi kullandırmayı hızlandırmaları, ekonomik canlılığı körüklemesinin yanı sıra, cari açıktaki büyümeyi daha da hızlandıracaktı. Bu nedenle, Merkez Bankası Banka Meclisi de aldığı zorunlu karşılık (mevduat munzam karşılığı) oranlarına yönelik kararlarla, hem bankaların kaynak maliyetini yükseltti, hem de bankaları vatandaştan tasarrufunu daha uzun vadeli olarak toplamaya teşvik edecek bir modelleme öngördü.

10 milyar dolar çıktı, Türk halkı da 10 milyar dolar bozdurdu

Merkez Bankası’nın verdiği sinyallerin, kısa vadeli yabancı sermaye girişi açısından sürecin karlı olmayacağına, ekonomi yönetiminin kısa vadeli sermaye girişine sıcak bakmadığına işaret etmesi sonrasında, geçen yılın kasım ayı ortalarından, bu yılın ocak ayı ortalarına kadar, yaklaşık 10 milyar dolar düzeyinde kısa vadeli yabancı sermaye çıkışı gözlendi. Bununla birlikte, çıkan 10 milyar dolarlık sıcak para kadar bir döviz tasarrufu da, döviz tevdiat hesaplarından 10 milyar dolar düzeyinde bir döviz de bozulunca, dolar kuru 1,54-1,58 TL bandına oturdu. İhracatçı kesimi, kasım ayının ilk yarısından itibaren başlayan ve bir ölçüde döviz kurlarını yükselten bu sürecin Türkiye’nin ihracat hacmine olumlu yansıdığı belirtti ve geçen yılın aralık ayı ve bu yılın ocak ayı aylık ihracat hacimleri de bu değerlendirmelere kanıt olarak gösterildi.

Daha 3 hafta öncesine kadar yeni para politikası öncelikli gündem maddesiydi

Bununla birlikte, Merkez Bankası tarafından açıklanan ödemeler dengesi verileri, cari açıktaki büyümenin devam ettiğine işaret ediyordu. Yani, Türkiye ihracat hacmini arttırsa da, artan ithalat hacmiyle cari açığın 2010 yılı sonunda, yeni bir Cumhuriyet tarihi rekoru olarak neredeyse 49 milyar dolara ulaşması ve şimdiden Orta Vadeli Program’daki 2013 yılı hedefini dahi aşması, Merkez Bankası (TCMB) ve Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) tarafından kredi piyasasındaki büyümeyi makul ölçüde yavaşlatmayı hedefleyen önlemlerin etkilerinin hemen cari açık üzerinde hissedilmeyebileceğine işaret etti. İşte, Türkiye’de piyasalar ve ekonomi çevreleri söz konusu TCMB’nin yeni para politikası setini, Merkez Bankası’nın yeni para politikası duruşunun uluslararası alandaki yankılarını ve piyasalara etkilerini tartışırken, bir anda Orta Doğu’da ortalık karıştı. Oysa, daha ocak ayının son günlerinde Davos’ta gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu toplantısında, Nobel ekonomi ödülü sahibi Prof. Dr. Joseph Stiglitz bile, TCMB’nin yeni para politikası setinde başarılı olması halinde, bu yeni modelin diğer gelişmekte olan ekonomiler için model olabileceğine işaret ediyordu. Yani, Türkiye’nin yanı başı yangın yerine dönene kadar, gerek TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz’ın Viyana’da katıldığı toplantıda gösterilen ilgi, gerek Davos’taki ilgi, yeni para politikası öncelikli gündem maddesiydi. Şimdi ise, şubat ayıyla birlikte önce Tunus, ardından Mısır ve son olarak Libya karışınca, ekonomi dünyasının gündemi de bir anda değişti.

Yeni siyasi gelişmeler dolar kurunu 1,56-1,62 TL bandına yerleştirdi

Esasen, ekonomi yönetimini oluşturan birimlerin aldığı kararlar, bir yandan kısa vadeli sermaye girişine, yani sıcak paraya yönelik bir soğutma sürecine işaret ederken, bankaların kredi hacminin 2011 yılında yüzde 25’den daha fazla genişlememesi ve yine 2011 yılında büyüme hızının yüzde 4,5’i geçmemesi suretiyle, cari açıktaki büyümenin de soğutulmasını hedeflemekteydi. Cari açıktaki büyümenin soğutulması amacıyla izlenecek ekonomi politikası süreci, kısmen iç talebin de bir miktar soğutulması anlamına geleceğinden, Merkez Bankası da fiyat istikrarı başlığını da ihmal etmemiş olacaktı.

Ancak, son 3 haftalık dönemde, gerek uluslararası piyasalarda gözlenen küresel emtia fiyatları dalgalanması, gerekse de Kuzey Afrika’da gözlenen olaylar nedeniyle, petrol fiyatlarının 100 doları geçmesi, Merkez Bankası’nı ve esasen Başbakan Yardımcısı Babacan başkanlığında tüm ekonomi yönetimini, 2010 yılı aralık ayından beri kurgulanan ekonomi politikaları setini yeniden gözden geçirme noktasına getirebilir. Çünkü, küresel emtia fiyatlarındaki tırmanış, 2011 yılının her dört çeyrek dönemi için öngörülmüş olan enflasyon senaryolarının yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek.

Ayrıca, Merkez Bankası’nın 15 Şubat’ta gerçekleştirdiği son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısının tutanakları, Kurul üyelerinin alınan parasal sıkılaştırma kararlarının enflasyon üzerindeki iç talep kaynaklı baskıları sınırlayacağı değerlendirmesinde bulunduklarına işaret etmektedir. Kurul kararlarının açıklandığı özet tutanağa göre, Merkez Bankası’nın öncü göstergeleri, yılın ilk çeyreğinde iç piyasa siparişlerinde 2010 yılının son çeyreğine kıyasla daha ılımlı bir seyre işaret ediyor.

Ayrıca, Kurul üyeleri, enerji ve diğer emtia fiyatlarında gözlenen hızlı artışların enflasyon üzerinde arz yönlü ilave bir risk unsuru teşkil ettiğine dikkat çekmekte. Dolayısıyla, tutanakta ekonomi aktörlerinin, reel sektörün fiyatlama davranışlarının yakından izlenmesi gerektiği vurgulanıyor. Bunun yanı sıra, ithalat fiyatlarındaki artış ve Türk lirasındaki değer kaybının temel mal fiyatlarına ocak ayı itibarıyla yansımaya başladığının görüldüğü de vurgulanıyor. Eğer, bankalarımızın Hazine bölümlerindeki uzmanlar ve üst düzey yöneticiler yanıltmıyorsa, dolar-TL kuru 1,60 TL’yi ocak ayı sonunda gördüğünden bu yana, dolar kurundaki bu artışın diğer fiyatlara yansıma riskini merkez bankası uzmanları dikkatle takip ediyor. Dolayısı ile, bölgemizde yaşanan son olaylardan sonra eğer dolar kuru 1,54-1,58 TL düzeyinden 1,56-1,62 TL düzeyine oturmuş ise, döviz kurlarındaki bu trendin manşet enflasyona yansıma riski de TCMB’nin hiç kuşkusuz gündeminde olacaktır.

Ekonomi yönetiminin gündeminde G-20’nin gündeminin etkisi

Bloomberg HT editörü ve yıllardır finans alanındaki haberleriyle tanınan Kerim Karakaya’nın bir uyarısı, ekonomi yönetiminin geçtiğimiz kasım ayında Güney Kore’de gerçekleşen G-20 Zirvesi sonrasında alınan bazı önemli kararların, ekonomi yönetiminin öncelikli gündemi haline dönüşmüş olabileceğine de işaret ediyor. Karakaya’nın tespiti, önümüzdeki nisan ayında Washington’da gerçekleşecek bakanlar düzeyindeki G-20 Zirvesi’nde, G-20 üyelerinin tümünün uymaları şart hale gelecek kimi makro ekonomik kriterlerin ne olacağına ve bunların oranlarına karar verilebileceği ihtimali. Bütçe açığı, kamu borç stoku, özel sektör borç yükü, ödemeler dengesi, cari açık veya dış ticaretin finansmanına yönelik kriterler. Karakaya, kimi kriterlerin halen Euro Bölgesi’nin Maastricht Kriterleri ile de uyumlu olabileceğini vurguluyor.

Bloomberg HT Editörü Kerim Karakaya, bu nedenle, G-20 Zirvesi sonrası ekonomi yönetiminin bu alanda uzmanları çalıştırmaya başlamış olabileceğini, finansal istikrar riski, cari açık riski gibi konuların bu nedenle ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası nezdinde daha öncelikli gündem maddeleri haline gelmiş olabileceğine işaret ediyor. Nitekim, ABD Hazine Bakanı Geithner da, Güney Kore’deki G-20 Zirvesi öncesinde, G-20 üyesi ülkelerin cari açık/GSYH ve cari fazla/GSYH oranlarının yüzde -4 ile 4 arasında bir sınıra çekilmesi gerektiğini teklif etmişti. Türk ekonomi yönetiminin G-20 Zirvesi’ne sunacağı oranlar ve diğer ülkelerin oranları bir araya gelip, kesin kriterler ve oranlar netleştikten sonra, Türkiye’nin uyması gereken makro ekonomik kriterler netleşmiş olacak. Kerim Karakaya’nın G-20 Güney Kore Zirvesi tutanaklarından keşfettiği bu detay, bizim ekonomi yönetiminin gündemindeki önemli konu başlıkları için de ipucu teşkil edebilir.

ABD Çin’i mi durdurmaya çalışıyor?

Önce Tunus, ardından Mısır ve son olarak Libya’yı karıştıran olaylara yönelik bir ilginç tespit de, finans alanının önemli genç akademisyenlerinden Prof. Dr. Oral Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, Kuzey Afrika’daki söz konusu kargaşanın, Çin’in Afrika’da son dönemde 40 milyar dolara dayanmış olan yatırımlarını bir ölçüde frenlemek için, ABD’nin taktik ve stratejisi olabileceğine işaret ediyor. Buna göre, son dönemde ABD’nin Afrika’daki yatırımlarının geride kalmış olması ve Çin’in Afrika’da artan nüfuzu, ABD’yi bölgesi kısmen istikrarsızlaştırarak, Çin’in yatırımlarını bir nebze yavaşlatma arayışına zorlamış olabilir. Oral Erdoğan’ın bu tespitinin önümüzdeki günlerde gündemde olmasına şahit olabiliriz.

Yurtiçi piyasalar üzerinde siyasi istikrar yüzde 65 etkili

Ancak, tüm bu gelişmeler, hiç kuşkusuz, Türk ekonomisinde siyasi istikrarın yüzde 65, ekonomik istikrarın ise yüzde 35 etkisi olduğu dikkate alındığında, gerek döviz, gerek faiz, gerek kıymetli maden (altın ve gümüş), gerekse de hisse senedi cephesinde (İMKB) dalgalanmayı hızlandırdı. Oral Erdoğan benzer bir tedirginliğin 12 Eylül 2010’da gerçekleşen referandum öncesinde, yerli ve yabancı yatırımcılarda yine gözlendiğini ve aynı siyasi istikrar endişesinin yine aynı yatırımcılar nezdinde bir miktar arttığını belirtiyor. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin Türk ekonomisi ve piyasalar üzerindeki etkisinin sınırlı kaldığı ve siyası istikrarla yakından uzaktan alakalı olmadığı gözlendiğinde, belirli ölçüde Türkiye pozisyonunu küçültme eğilimine girmiş olan yabancı yatırımcılar yeniden hızla Türkiye’deki pozisyonlarına geri döneceklerdir. Bu durumda, döviz ve faiz seviyesinde hızlı bir gerileme ve İMKB’de hızlı bir toparlanma bizim için şaşırtıcı olmasın.