Advertisement

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı sonrası açıklanan karar metni ve özellikle zorunlu karşılık (mevduat munzam karşılığı) oranlarına yönelik açıklaması, aradan birkaç gün geçtikten sonra, Türk Bankacılık Sistemi’nin önde gelen isimleri tarafından daha sert tonda açıklanan kararlara dönüştü. Türkiye Bankalar Birliği Başkanı olarak İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince’nin, pazartesi ve Salı günkü açıklamaları sektörde, son para politikası kararları ile birlikte ‘bıçağın kemiğe dayandığına’ işaret ediyor.

Başkan Özince, açık bir dille, alınan son kararlar sonrası, Türk ekonomisine istihdam ve ihracat imkanı sağlayan sektör ve işletmelere yönelik kredi kullanımının daralacağına dair mesajlara da açıklamalarında yer verdi. Bankaların öz kaynaklarının dolaylı vergilendirilmesinden, kredi hacmini daraltmaya yönelik ‘ek önlem’ ifadesine ve sektör karlılığının çok gereksiz yere tırpanlandığına dair eleştirilere kadar önemli bir tartışma süreci başlamış durumda.

Merkez Bankası zorunlu karşılıklara piyasa faizi uygulasın

Merkez Bankası’nın aralık ayından beri uygulamaya aldığı yeni para politikasının etkinliğini arttırmak açısından, kimi ekonomistler söz konusu zorunlu karşılıklara piyasa faiz oranı uygulanmasını da öneriyorlar. Böyle bir uygulama, hiç şüphesiz, zorunlu karşılık oranlarının arttırılması sonucunda bankaların belirli miktarda eriyecek olan karlılığını bir nebze telafi edecektir. Merkez Bankası yönetimi bu konuya sıcak bakmıyor. Bununla birlikte, söz konusu meselenin ABD Merkez Bankası (FED) koridorlarında ve uluslararası ekonomi çevrelerinde de önemli bir tartışma konusu olduğu ifade edilebilir.

2011 yılının cari açığın kontrol altına alınması ve finansal istikrar riski açısından kritik bir yıl olduğu dikkate alındığında, zorunlu karşılıklara piyasa faiz oranı işleyen ve bu şekilde bankalara anlamlı bir faiz geliri kazandıran Merkez Bankası’nın 2011 karlılığının azalmasına, Hazine ve genel anlamda ekonomi yönetiminin üzülmemesi gerekir. Buna karşılık, bankalar kredi hacmindeki artışın yavaşlaması veya marjların daralması nedeniyle uğradıkları kar kayıplarının bu tür bir faiz geliri desteği ile kısmen telafi edilmesi sonucunda, alınan para politikası kararlarına yönelik tepkilerini dengeleyebilir, ya da alınan para politikası önlemleri nedeniyle azalan kar marjını koruyabilmek adına, daha riskli finansal işlemlere yönelmekten imtina edebilirler.
    
Bu noktada, önümüzdeki günlerde bu konuların akademik platformda ve finans çevrelerinde tartışılmaya devam ettiğine şahit olacağız. Bu arada, hali hazırda köşe yazarlığı görevini de yürüten ekonomi hocaları arasında, söz konusu para politikası uygulamasının büyüme hedefiyle uyumluluğu da tartışma konusu. Sadece 2011 yılı için değil, gerek Hükümet, gerekse de ekonomi yönetiminin kamuoyu ile paylaştığı 2023 hedefleri dikkate alındığında, cari açığı kredi hacmini dizginleyerek kontrol altına alma çabaları, bu yöndeki politika tercihleri, eninde sonunda Türk ekonomisinin 2023 yılına kadar ortalama yüzde 5,7 büyümesi gereğiyle örtüşmeyecek. Belki de, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın ‘TCMB’yi ekonomi yönetimi yalnız bırakmamalı’ çağrısında bu tespit de etkili olmuş olabilir.

Para politikası önlemleri Torba Yasa beklentilerini zora sokabilir

Eğer, Meclis’te onaylanan ve özel sektöre kamunun kendisinden alacaklarına, yani özel sektörün vergi ve sosyal güvenlik olmak üzere, kamuya bir çok alandaki yükümlülüklerine yönelik olarak, en kapsamlı ödeme kolaylığı sağlayan Torba Yasa’dan Maliye Bakanlığı ve genel anlamda ekonomi yönetimi bir tahsilat bekliyor ise, aralık ayından beri sürdürülen yeni para politikası modeli, özellikle yaz ortasından itibaren, Torba Yasa hükümleri gereği yeniden yapılandırılmış olan kamu alacaklarının vadesi gelen taksitlerinin ödenmesinde sıkıntıları gündeme getirebilir.

Çünkü, Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince’nin açıklamaları, Merkez Bankası ve genel anlamda ekonomi yönetimi tarafından verilen net mesaj çerçevesinde, reel sektöre yönelik kredi imkanlarını ciddi ölçüde sınırlayacaklarının altını çiziyor. Bu durumda, Torba Yasa’dan yararlanma kararı almış olan ve kamu otoritesine gereken başvurusunu yapmış olan işletmeleri, şirketleri zorlu günler bekliyor. Çünkü, Torba Yasa ile yürürlüğe giren düzenleme, bu düzenlemeden yararlanan firmalara, şirketlere, bir yandan geçmişten kalan borçlarını kapatma fırsatı verirken, hali hazırda işlemiş olan vergi ve sosyal güvenlik ödemelerini de düzenli olarak ödemelerini emrediyor.

Bu durumda, söz konusu yasal düzenlemeden yararlanan firmalarının çoğu, kamuya olan borçlarını banka kredisiyle kapatma niyetindeydiler. Şimdi, bankacılık sektörü alınan son kararlar sonrasında, kredi hacmini arttırmada ciddi yavaşlamaya gidecekler ise, özellikle KOBİ’ler Torba Yasa kapsamındaki ödemeleri için yeterince kredi imkanı bulamayacaklar. Bu durumda, başta KOBİ’ler olmak üzere, şirketler, yararlanmaya karar verdikleri Torba Yasa düzenlemesi nedeniyle gerçekleştirmeleri gereken ödemeleri kendi nakit imkanları ile veya öz kaynaklarını kullanarak gerçekleştirirlerse, hem şirketler zora girecek, hem de piyasadan TL likiditesi çekilmiş olacak. Bu nedenle, TL faizlerin yükseldiğine şahit olacağız.

Daha da önemlisi, yılın ilk yarısı tamamlanırken, Merkez Bankası finansal istikrar riskine yönelik uyguladığı para politikasını daha da sertleştirme ve piyasadaki likiditeyi daha da daraltma kararı alırsa, zaten daralmış olan TL, şirketlerin Torba Yasa ödemeleri ile birlikte bir kademe daha kıymete binecek ve yükselen faizlerin yanı sıra, piyasada bir iç talep daralmasına, sadece tüketim harcamalarında değil, yatırım harcamalarında da ciddi bir yavaşlamaya şahit olacağız. Bu durumda, 2011 yılı için öngörülmüş olan yüzde 4,5’luk büyüme hedefinin yakalanmasına yönelik beklentiler de sıkıntıya girebilir.

Bu nedenle, hem Merkez Bankası’nın yeni para politikası modelinin, hem de Torba Yasa düzenlemesi çerçevesinde yapılması gereken ödemelerin aynı anda devreye girmesi ile, perakende sektöründen başlayarak, konut sektöründe, kısmen turizm sektöründe ve özellikle özel sektör yatırımlarında ciddi bir yavaşlama gözlemleyebiliriz. Bir kez daha vurgulamak açısından, 2011 yılının ikinci yarısı reel sektör açısından bir kademe daha meşakkatli geçebilir gözüküyor.

Torba Yasa düzenlemesi de Para Politikası’nı iki yerden vurabilir

Bir önceki başlık altında, MB’nın para politikası uygulaması ile Torba Yasa düzenlemesinin birbirlerini hangi noktalarda sıkıştırabileceklerini, zora sokabileceklerini belirttik. Ancak, Torba Yasa düzenlemesine bağlı olarak, firmaların yapmayı taahhüt ettikleri ödemelerin MB’nın para politikası uygulamasını zora sokabileceği iki nokta daha var. Bunlardan birisi, döviz kurlarının düzeyi. Hiç şüphesiz, MB’nın yeni para politikası modeli sonrasında, dolar kurunun 1,54-1,58 TL bandına, hatta bir ara 1,58-1,62 TL bandına oturması, ithalatın bir ölçüde pahalılaşması, ihracatın ise bir fiyat rekabet avantajı yakalaması açısından, cari açığı kontrol altına almak adına anlamlıydı. Nitekim, TCMB de PPK toplantısı karar metninde, döviz kurlarının düzeyinden rahatsız olmadığını özellikle belirtti.

Ancak, bu süreçte, gerek TL likiditesinde görülen kısmi ve göreceli daralma, bankacılık sektörünün reel sektöre kullandırdığı kredi hacmindeki artışı daha da yavaşlatma kararı ile birleşince, KOBİ’ler ve şirketler Torba Yasa düzenlemesinden yararlanmak sonucunda taahhüt ettikleri ödemeleri gerçekleştirmek için, ellerindeki dövizleri bozdurmaya başlayacaklar. Bu durumda, önemli bir miktarda dövizin bozulması ile birlikte, dolar kuru 1,54-1,58 TL bandından, 1,48-1,54 TL bandına kayarsa, ithalatın yeniden cazibesini arttırması ve ihracatçılar açısından kur avantajının kısmen azalması, cari açığının kontrol altına alınması için ortaya konan çabaları örseleyebilir.

Söz konusu Torba Yasa düzenlemesinin gerektirdiği reel sektör ödemeleri ile MB’nın para politikası uygulamasının çatışmasının ikinci bir negatif etkisi ise, reel sektörün MB’nın yeni para politikası modeline verdiği dolaylı desteği azaltması olacaktır. Alınan para politikası önlemlerinden Bankacılık Sektörü’nün zaten mutsuz olduğunu, son birkaç gündür sektör temsilcilerinin açıklamalarında son dönemlerde pek de görmeye alışık olmadığımız sertleşmeden zaten anlıyoruz.

Buna karşılık, finansal istikrar riskini azaltmaya yönelik olarak alınan önlemlerin döviz kurları üzerindeki yukarı yönde itici etkisi, çeşitli dolaylı etkilerle azaldığında, yani ihracata odaklı reel sektör açısından döviz kurlarındaki cazibe kısmen azaldığında, bir de üstüne kredi hacmindeki yavaşlama geldiğinde ve piyasadaki TL daha da daralırken, iç talepteki yavaşlama, reel sektör cephesinde de mırıldanmaları arttıracaktır. Bu durumda, şu ana kadar MB’nın yeni para politikası modeline destek olan reel sektörün söz konusu desteği azaltması veya çekmesi, hiç kuşkusuz TCMB üst yönetiminin para politikası modeline yönelik ikna çabalarını bir kat daha zorlaştıracaktır. Belki de, bu tür bir ‘algı yönetimi’ sürecinde gözlenecek zorlanma sürecini hissetmeye başlamış olan ve başkanlık görevini resmen 18 Nisan’da resmen tamamlayacak Başkan Durmuş Yılmaz’ın, uygulanan yeni ekonomi politikası modelinin etkinliğini güçlendirmek için, başta Hazine olmak üzere, diğer ekonomi yönetimi birimlerini de göreve çağırmasına ‘zamanında’ kulak vermek yararlı olabilir.