Advertisement

Einstein; “bir sorun, zaten onu var eden düşünce düzleminde çözülemez” der. Dünya ekonomisinde zaten sorun vardı. Küresel krizden sonraki 10 yılda ortaya çıkan yeni iş, ilişki, iletişim ve bilgi süreçleri, eski anlayışla çözülme saplantısıyla daha da karmaşık hale geldi.

Öncelikle reel ekonomi ile finansın bağı koparıldı. Hayatla ilişkisi olmayan türev araçlar ile 2008 Eylülünde ABD’de başlayıp, 2009’da Avrupa ve Türkiye’yi vuran kriz sürecinde dedik ki “bu defa farklı…”

Bu defa farklı dedik ama son 8 bin yılda yaptığımız gibi, zihin yapımızı farklılaştıramadık. Reel ekonomi 90 trilyon dolar iken günlük para dolaşımını 15 trilyon dolara çıkardık. Finansal araçlar işe yaramayınca dünyada korumacılık rüzgârları esmeye başladı. Ticaret savaşları çıktı ve kürenin kaldıracağından daha fazla borç altına girdik.

Ekonomi zaten bitmişti, Korona geldi bunun üstüne tüy dikti. IMF, Dünya Bankası, G20, Dünya Ticaret Örgütü bir yandan Moody’s, S&P gibi kurumlar, “2020’de korona büyümeyi azaltacak ama 2021’de işler yoluna girecek” öngörüsüne kilitlendi.
Sorun, bu öngörünün, “bu defa farklı” dediğimiz süreçte işe yaramayacağı… Tarih tekerrür ediyor ve geçmiş krizler, afetler, savaşlar ve kıtlıklardan ders alınmıyordu. Ancak İbni Haldun bu sözü düzeltiyor ve 800 yıl öncesinden bize mesaj veriyor; “tarih değil, hatalar tekerrür eder.”

Etti de… Hala sorunu ekonomik kriz jargonu ile açıklamaya çalışıyorlar. Bizim Korona tedbir paketi de aynı zihin yapısındaydı. Finansal olmayan sorunu, finansal yöntemlerle çözemezdik. Zira bu krizin temelinde, küreselleşmenin korona ile yaşanan düzeltmesi yatıyor.

Bu düzeltme, aşırıya kaçmış kârlılığın, dizginlenemez ihtirasın yeniden tanımını sağlayacak. Öncelikle yerelleşmenin değeri artacak. Lojistik yeniden tanımlanacak. Tedarik zinciri sil baştan kurulacak ve kendine yeterlilik kavramı gündeme gelecek.
Petrol fiyatlarındaki şok düşüş, Korona virüsü ile birlikte değerlendirildiğinde, dünya ekonomisinin dramatik dönüşümlerin eşiğinde olduğu tahmin edilebilir. Küreselleşmenin test edildiği bir dönemde, ekonomik gücün kartları yeniden dağıtılacak gibi görünüyor.

Bundan 10 yıl önce varili 140 $’a kadar çıkan petrol, 5 yıl öncesinde 28 $’a kadar inmiş, ürün ülkelerinin başına adeta varil bombası düşmüştü. Ertesi yıl bütçesini 140 $’dan yapan Putin, önce 85 $, ardından 45 $’a revize etmişti.
O dönemde anlaşıldı ki petrol fiyatlarını fazla aşağı çekmek, küresel ekonomi optimalinde, “çözdüğünden fazla sorun” oluşturabiliyordu. Başta Rusya olmak üzere, Suudi Arabistan, ambargolarına rağmen İran ve diğer ürün ülkeleri, üretilenleri satın almada zorlanmıştı.

Bir yandan petrol üretenler diğer yanda bunu kullananlar açısından uygun varil fiyatının 45 ile 60 $ arasında olacağı hesaplanmıştı. Aradan geçen 60 ayda yaşananlara bakınca, bu aralık hesabının kalıcı olarak bozulduğu görülüyor.
Öncelikle Çin-ABD ticaret savaşları, artan jeopolitik riskler yetmezmiş gibi Korona virüsü ile küresel karantina çağına giriş, petrol fiyatı üzerinden risklerin ve fırsatların yeniden hesaplanmasına vesile olacak.

Bana göre herkesin ve her kesimin, tıpkı Korona etkisi gibi petrolün bu “varil düzeyi” için strateji geliştirmesi gerekiyor. Olaya sadece Türkiye’nin azalacak olan enerji maliyeti üzerinden cari açık boyutuyla bakmak, eksik analiz olur.
Temel kural şudur; sular yükseldiğinde balıklar karıncaları yer. Sular çekildiğinde de karıncalar balıkları… Burada güç, karınca veya balıkta değildir. Suyun düzeyi, güce el değiştiriyor sadece.

Petrol bugün aynı şeyi yapıyor. Ürün ülkeleri kaybederken biz dâhil pek çok ithalatçı ülkenin yüzü gülüyor olabilir. İyi de ürettiğimizi ihraç edeceğimiz petrol ülkeleri ithal yeteneğini kaybederse? Güç, gerçekte kimden yana?

YAKASIZLAR ÇAĞI
Çalışma dünyasında geleneksel ayırımlar, artık gerçek hayatı açıklamada zorlanıyor. Bizdeki yaygın kullanımıyla Endüstri İlişkileri diye bildiğimiz disiplinler de yeni çalışan modellerini tam olarak izah edemiyor.
Geleneksel ayırımda, “mavi yaka” ve “beyaz yaka” grupları var. Kol işçileri ve üretim bandındakilere mavi yakalı, büro, yönetim ve benzeri çalışanlara da beyaz yakalı diyoruz. Robot istihdamıyla metal yakalılar da literatüre girdi.
Korona virüsü ile giderek yaygınlaşan tanım; yakasız çalışanlar oldu. Evden çalışan anlamı taşıyor. Yakasız demek, işyerine gitmeden çalışmak, okula gitmeden evden eğitim görmek…
Belli ki buna dair düzenlemeler hayatımıza girecek ve daha önce de var olan ama üzerinde fazlaca düşünülmeyen “evden çalışan” kesim için yasa, yönetmelik, kural ve sistemler üretilecek.
Beyaz yakalı ile mavi yakalı; nispeten birbirine yakın kurallara tabidir. Akıllı robotları bir kenara bıraksak dahi, ortak paydaları; mekân birlikteliğidir.

Ancak evden çalışanlar, üretimi çok farklı mekânlara taşıyınca, sadece işyeri veya fabrika değil, mesai kavramı da dönüşmeye başlıyor. Misal sabah 9 akşam 6 yerine, ev çalışanına hangi saatler için yükümlülük getirilecek?
Örgütlenme, raporlama, toplantı ve benzeri kavramlar da dönüşecek. Acaba üniversitelerin endüstri ilişkileri bölümlerinde böylesi konularda akademik çalışma yapan var mıdır? Acaba sendikalar bunu nasıl yorumlayacak?

ÇEVRE BİR YERDE MERKEZ HER YERDE
Evde çalışma, uzaktan eğitim gibi dağıtık mekânlar üzerine gelişecek yapılarda merkez hala yerinde mi duracak? Bana göre çevre ile merkez yer değiştirmeye başladı bile.
Çalışanı evinde tutuyorsak, daha az işyeri, elektrik, su, ısınma vs. gideri söz konusu mudur? Üretilen artık değerin paylaşımı nasıl olacak? Tüm bunları yeniden düşünmeliyiz.

KORONA SOSYAL PAYDAŞLIĞI TEST EDİYOR
İnsanlığın can düşmanı Korona’nın tek işe yararlığı; bize ayna tutması oldu. İnsanlığın unutmaya yüz tuttuğu değerlerini hatırlattı, bizler; fabrika ayarlarımıza dönmemiz gereğini ilham etti.
Dünyanın en fazla yerine uçabilen THY’yi piste mıhlayan bu Korona tecridi yüzünden kimimiz zorunlu diğerlerimiz gönüllü karantina altında
Ekonomik faaliyet durma noktasına gelince birbirimize tutunmamız gereği daha belirginleşti. Öteden beri dilimizde dolanan ama fazla da umurumuzda olmayan sosyal paydaşlığın ne demek olduğunu kavramaya başladı.
Sanko Koronavirüs sürecinde 14 bin çalışanın hesabına 1000’er lira korona harçlığı koydu, alacaklarını vade farksız 2 ay öteledi. Şimdi sosyal paydaşları olan müşterileri ve toplum kesimleri için “daha ne yapabilirim” gayretinde…
Kiracısını arayıp, “bu ay yatırmasan da olur” diyen ev sahibi, “eğer gerekiyorsa, ödediğin geçen ay kirasını iade edebilirim” önerisini yapıyor yeni doğum yapmış ve ücretsiz izne gönderilen hanımefendiye…
Eminim ki pek çok varlıklı insan, zenginliğin “imkân genişliği” kadar “sorumluluk sahibi” olmayı gerektirdiği iman ve inancındadır. Haberini aldığım onlarca örnek var ama yerim dar…

Diyeceğim odur ki; bizler, fakirleri değil, zenginleri doyuramadığımız için açız. Ancak, korona günlerinde çalışanını, müşterisi ve sosyal paydaşını düşünen iyilerimizi gördükçe, o doyuramadığımız zenginler de utanacaktır.
Din, dil, ırk, renk, coğrafya, sosyal statü, zengin-fakir ayırt etmeyen koronanın bize mesajı var; dünya senin değil haddini bil… Aşırıya kaçma… Karantina alanımdasın, her an kapsanabilirsin.

Sosyal paydaşını düşünmeyen, imkânlarını kendisi için kullanıp komşusuna, topluma hayrı olmayanların bu süreçten çıkaracağı ders bence şudur; hepimiz aynı gemideyiz ve her birimiz batışından sorumlu tutulacağız.

UZAKTAN ÇALIŞMA KURALLARINI KİM KOYMALI?
Korona geçecek ama ardından çok şeyi de değiştirecek. Bunlardan bir tanesi de zaten bizi evimizde karantinaya sokan sosyal mesafe zorunluluğu… Uzaktan çalışma modeli İş Yasasına 3 yıl önce girmişti zaten. Korona sebebiyle bunun pratiğini yaşıyoruz.
Yasaya eklenen maddeye göre, iş görme süreci; evinde ya da teknolojik iletişim araçları ile işyeri dışında yerine getirmesine dayalı iş ilişkisi diye tanımlanıyor; "uzaktan çalışma."
Yapılacak sözleşmede, işin tanımı, yapılma şekli, işin süresi ve yeri, ücret ve ücretin ödenmesine ilişkin hususlar, işveren tarafından sağlanan ekipman ve bunların korunmasına ilişkin yükümlülükler, işverenin işçiyle iletişim kurması ile genel ve özel çalışma şartlarına ilişkin hükümler var.
Ancak sorun şu ki her sektörün, belki de iş kolu hatta şirketin özel çalışma ve üretim şartlarına göre standart bir yönetmelik üretmek çok zor. 14 bin farklı iş tanımı ve milyonlarca ürün hizmet üretimine dair karmaşa, her işverenin kendi çalışanı ile birlikte, uzaktan çalışma yönetmeliklerini çıkarmalarını gerektiriyor.
Doğru olan da budur zaten; işçi ve işveren birlikte kural oluşturmalı ve anlaşmalı. Üstelik bu durum karşılıklı iyi niyeti esas almalı… Hiçbir sistem veya yasa, karşılıklı güven olmadan uzaktan çalışmayı sürgit kılamaz. İşyeri girişindeki kart okutma veya fabrika düdüğü dönemi çoktan tarih oldu zira…

Korona; 657’yi de değiştirecek gibi görünüyor. 5G süreciyle teknoloji devlet dairesine gelmeyi gerektirmeyecek çözümler üretiyor. E-Devlet üzerinden vatandaşlık numarasıyla tüm işlerin yapılabileceğini gördük.
Üstelik devlet dairesine, bankaya hatta iş yerine gelme diyen bir süreçten geçiyoruz. Bana göre Korona sonrası kamunun memur kavramını daha derin sorgulayacağız.

Korona virüsü, yakındakinden uzak durmayı, sosyal mesafe kavramını öğretti. Gözün görmediğine gönlün katlanması gerektiğini hatırlattı. Mevcut sistemde birlikte çalışırken güvensizlik üzerine kurulu sistemler ürettik. Çalışan göz önünde dahi iken onun boynuna kart taktık, turnikelerden geçirip işe ne zaman girip, çıktığını kontrol ettik.
Yakından eğitimde sınavda kopya çekmesin diye her öğretmenimizi Mahmut Hoca yaptık. Yine de karşılıklı güvensizlik bizleri bugünkü ‘ötekileştirme’ tutumundan alıkoyamadı. Ancak şimdi durum değişiyor. Yan yana iken birbirine güvenmeyen insanlar, uzakta iken karşılıklı güveni geliştirmek zorunda.

Çalışan evde kaytarıyor mu? Öğrenci sınavda kopya çekiyor mu yoksa dersi izlemiyor, oyun mu oynuyor? Hele ki evden çalışmanın kuralları nasıl oluşacak? Dilediğin derinlikte ve detayda yasa hazırla, gözünün görmediğine güvenmez isen bu sistem verimli olamayacak. Yakındakine bile güvenmeyen uzaktakini nasıl sevecek ve ona güvenecek? İşte mesele bu…
Sonuçta; göz önünde olmayana güvenip güvenemeyeceğimiz de test edilecek. Bir bakıma güvenmeyi öğreniyoruz bu süreçte… Zira uzaktan çalışma, karşılıklı güven ilişkisi gerektiriyor. Misal uzaktan eğitimde öğrenci kopya çeker mi? Evden çalışan kaytarır mı?

Korona sonrası iş süreçleri, iletişim süreçleri, ilişki süreçleri ve daha önce bu kadar hayati olmayan bilgi süreçlerinde bir karar vermek zorunda kalacağız; Ya güvenmenin riskini üstlenecek ya da güvensizliğin maliyetini üstleneceğiz.

DEMOKRASİYE YENİ SÜRÜM MÜ?
Bir sorunu çözmek veya belirlenmiş bir amaca ulaşmak için tasarlanan yola, işlem basamaklarına algoritma diyoruz. Biliyoruz ki dijital dünyanın yapı taşları bilgisayarlar ve onların üzerinde çalışan yazılımlar, hayatımızı yönetmeye başladı.

Algoritmalar artık bizim adımıza karar veriyor, günümüzü yönetiyorlar. Şirketler, kurumlar algoritmaları üretim, fiyat belirleme, mal ve hizmet kalitesini gibi amaçlar için kullanıyorlar.

Müşteri İlişkileri Yönetimi’nden arama motorlarına dek her alanda algoritmalar, yapay zekâ parçacıkları olarak devreye giriyor, e-ticarette satınalma süreçlerini, seçim tercihlerini yönlendiriyorlar.

İşin ilginç yanı, kimsenin seçmediği yöneticiler tarafından oluşturulan kurallarla çalışan algoritmaların, yeni bir yönetim anlayışını giderek yaygın hale getiriyor olmasıdır. Bir bakıma yeni kurallar, bu algoritmaları yazanlar tarafından oluşturuluyor ve bunlar yeni kanun koyucular halini alıyor. Bize de algoritmalara boyun eğmek düşüyor.

Tıpkı yeni sürüm yazılım gibi… Önce sistemi kapatıyor, sonra resetleyip başlatıyorsun. Korona da bunu yapıyor olabilir… Korona ezber bozarken, köhnemiş anlayışları, iflas etmiş siyaseti, kokuşmuş yönetimleri de görünür kıldı. İşlerin eve taşındığı, internetsiz yaşanamayacağı dönemde acaba tercihlerimizi politikacılar mı yönetiyor olacak?

Sanmıyorum; Algoritmalar hayatımızı yönetiyor, tercihlerimiz şekillendiriyor, bizim yerimize karar veriyor. Algoritmalar yeni kanun koyucularımız ise mevcut sistemlerin akıbeti merak konusudur.

4 MUHTEMEL SENARYO

Görünen o ki salgın sonrasında dünya bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Ekonomiden sosyolojiye, işten yönetime dek her alanda kırılmalara, köklü değişikliklere tanık olacağız. İnsanlık dramının henüz ortasında iken konuşulması erken ama korona sonrasında oluşacak dünya için 4 senaryo var;

1-Barbarlığa geçiş, 2-daha acımasız bir devlet kapitalizmi, 3-Çok radikal devlet sosyalizmi, 4-Karşılıklı yardımlaşma ve uzlaşmaya dayalı büyük bir topluma dönüşüm… Belki 5’inci farklı gelecek... Sizce hangisi daha muhtemel görünüyor?

Benim cevabım; 4 senaryonun da korona sonrası dünyada var olacağıdır. Her ülke kendi kültürel refleksi, sosyolojisi ve hiyerarşi anlayışıyla bu 4, belki de 5 farklı halin aynı anda var olacağına dairdir.

Bize gelince? Gönlüm her ne kadar 4’üncü senaryodan yana olsa da korona sonrasında ülkemi bekleyen yapı, nereye evirilecek? Belki ‘aynı kalacak’ diyen olacaktır. Ama bu seçeneğin gerçekleşme ihtimali zayıf… Acaba hangi gelecek, başımıza gelecek? Bizim toplum, neye teşneyse, ona dönüşecek, onu belirginleştirecek.

Neticede; korona bir kırılmaydı. Pandemisi geçecek ama sonuçları kalıcı olacak. Bir daha eskisi gibi olamayacağımız iş, ilişki, iletişim ve bilgi süreçleri oluşacak, paylaşımcı yaklaşımlar daha fazla rağbet görecek ve köhnemiş yapılar yerini, asri zamanlara bırakacak…