Advertisement

Gerek Başbakan Yardımcısı Babacan, gerekse Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Öztekin'in ifadeleri, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) raporlarında ve sunumlarda vurgulanan hususlar açısından, ihtiyaç kredilerindeki artış oranına yönelik eleştiri ve dikkat çekme, "yumuşak iniş" sürecinin başından bu yana, önemli bir eksikliği tekrar zihinlerimize getiriyor. Söz konusu eksik olan başlık, bankacılığa yönelik temel derslerde, para politikası araçları anlatılırken, "selektif kredi uygulaması" olarak geçer. Selektif kredi uygulaması, en az zorunlu karşılık oranı (mevduat munzam karşılık oranı) ve açık piyasa işlemleri (APİ) kadar vurgulanan bir araçtır. Dr. Öztin Akgüç'ün Türkiye'de başucu kitabı olarak bilinen "100 Soruda Bankacılık" eseri başta olmak üzere, para politikasına yönelik temel eserlerde Merkez Bankası'nın, geniş anlamda kamu otoritesinin kredi türlerinin cazibesine yönelik farklı uygulamalara yönelmesi temel araçlardan birisi olarak tanımlanır. Yani Merkez Bankası veya ilgili bankacılık otoritesi, kredilere uygulanan kamu kesintileri ve temel para politikası araçlarına yönelik oranları kredi türlerine göre çeşitlendirerek, bankaları belirli kredi türlerine daha fazla ağırlık vermeye özendirebilir. Ekonomi yönetimimizin, Finansal İstikrar Komitesi'nin üyesi olan kuruluşlarımızın, en azından 2011 yılı yaz sonundan bu yana bu konuyu hiç gündemlerine almamış olmalarını alanın akademisyeni olarak anlamakta zorlanıyorum.

SERBEST BIRAKILINCA 'EN KÂRLI'YI SEÇERLER
Kamu otoritesinin, ilgili kurumlarımızın, Aralık 2010'da başlayıp etkisi 2011 yılı temmuz ayından itibaren güçlendirilmiş olan "yumuşak iniş" sürecinde, kredi türleri arasında hiç ayrım yapmaksızın, bankacılık sektörünü genel bir kredi artış oranıyla sınırlaması, bu sınırlama çerçevesinde hangi kredi türüne ne kadar ağırlık vereceklerinin bankalara bırakılmış olması, şahsi akademik değerlendirmem itibarıyla, eksik kalmış bir konu olarak bazı makro sonuçlara da sebep olmuştur. Özel sektör yatırım harcamaları ve KOBİ'ler bu dönemde hak ettikleri ölçüde kredi pastasından gereken payı alamamıştır.
Başta MÜSİAD raporları olmak üzere, TOBB'un uhdesindeki TEPAV raporlarında, ticaret ve sanayi odalarımızın raporlarında, bu konuya birçok kez işaret edildi ve bu eksiklik eleştirildi. Ancak ekonomi yönetimi ve ilgili kurumlarımız bu hususu gündemlerine almadılar. Bu durumda, bir yandan Basel II ve yakın bir gelecekte yürürlüğe girecek olan Basel III kriterleri açısından, sermaye yeterliliğine yönelik pozisyon alan bankalarımız, bir yandan da büyük ve küçük ortaklarına yönelik olarak, belirli bir kâr marjını tutturabilmek adına, ihtiyaç kredilerine, tüketici kredilerine ağırlık vermeyi tercih ettiler. Oysa, alınacak ek tedbirlerle bankalarımız için proje kredilerinin ve KOBİ kredilerinin kârlılığı daha cazip hale getirilebilirdi.

BÜYÜMENİN KÖKENİ DE OLUMSUZ ETKİLENİYOR
Kredi türleri arasında, proje kredileri ve KOBİ kredileri lehine, bu tür kredilerin kârlılığını ve bankacılık sektörü açısından cazibesini artıracak tedbirlere yönelmemiş olmanın, bu tür bir "selektif kredi uygulaması"nın tercih edilmemiş olmasının bir diğer sebep olduğu sonuç ise, net ihracat ve özel sektör yatırımları bazlı büyümesi gereken Türk ekonomisinde, 2010 ve özellikle 2011 yılı büyümesinde tüketim harcamalarının ağırlığını ölçüsüz artırmasıdır. Ekonomi yönetiminin bir yandan ihtiyaç kredilerindeki hızlanmaya yönelik uyarıda bulunurken, Türk halkının çok hızlı borçlanmaması gerektiğini vurgularken, tüketim harcamalarının büyümedeki rolünü finansal istikrar riski açısından riski bulduğunu ifade ederken, bir yandan da "selektif kredi uygulaması"nı hiç gündeme almamasını, bir kez daha hatırlatmak isterim.