Advertisement
İSTANBUL ABONE OL

Salgın sürecinin sonunda nasıl bir tablo ile yüzleşeceğimizi bugün bulunduğumuz yerden görebilmenin zorluğuna karşın; covid-19’un hâlihazırda yaratmış olduğu ekonomik şokun küresel düzlemdeki sarsıcı etkisi, son yüzyılın en önemli gelişmesiyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu nedenledir ki, mevcut küresel ekonomi düzeninin ciddi bir değişim baskısı altında kalacağına yönelik beklentiler, abartılı olarak görülmemelidir.

Küresel ekonomiyi hem arz hem de talep yönüyle ciddi bir krize sokan bu sürecin; başta ekonomik güven ortamının bozulması olmak üzere, görmezden gelinemeyecek birçok psikolojik etkisinden söz edebiliriz.

Bu bağlamda en olumlu senaryoda bile, küresel ekonominin 2020 yılında ciddi bir daralma yaşayacağını tahmin etmek zor değil. Oldukça muhtemel bir senaryoda; önümüzdeki birkaç yıllık süreçte, birçok ekonomi için büyük kayıpların yaşanacak ve başta istihdam piyasası olmak üzere birçok göstergede bozulmalar gözlenecektir.

Elbette küresel ölçekte küçülme tahminlerinin yapıldığı bir konjonktürde, Türkiye’nin bu süreçten olumsuz etkilenmemesini beklemek doğru olmayacaktır. Salgın sürecinin ortaya çıkmasından önce %5 oranında büyümeyi hedeflediğimiz bir yıl olan 2020, muhtemelen büyüme kaydedemediğimiz bir dönem olarak geride kalacaktır.

Ancak; her krizin kendine özgü fırsatları doğurduğu gerçeğinden hareket ederek, orta vadede krizin ortaya çıkaracağı olumsuzlukları fırsata çevirebilme imkânının elimizde olduğunu düşünüyoruz.

Öncelikle dünya ihracatında Çin ile rekabet edilen kalemlerde ülkemizin avantajlı bir konuma geleceğini tahmin ediyoruz. Salgın sürecinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan Çin’e yönelik olumsuz sosyal algının uzun vadede değişmeyecek olması da Türkiye’yi düşük maliyetli yeni üretici olarak görme eğilimini artıracaktır.

Elbette hızlı bir şekilde toparlanma sürecine giren Çin’in, seri üretim ve stok gücü ile küresel piyasada fiyat kırması durumunda, yeni bir üretim politikasına gitmemiz mecburi olacaktır. Bu bağlamda; rekabet gücümüzü artırabilmemiz için, ölçek büyüklüğünün yüksek oranda üretime hazır olması gerekecektir. Bu noktada bilhassa gıda sektöründe yaşanacak talep artışında Türkiye’nin Çin’e nazaran dünya tüketim algısındaki olumlu imajını çok iyi değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Biz de MÜSİAD olarak; bütün sektörlerin iş hacmini ve üretim gücünü sekteye uğratan bu süreci en az zararla kapatmak ve süreç sonrası ortaya çıkacak yeni konjonktüre hazırlıklı olmak için ciddi bir gayret sarf ediyoruz.

Kurmuş olduğumuz Koronavirüs Kriz Merkezi vasıtasıyla, üye işletmelerimizin sorun, tespit ve önerilerini ekonomi yönetimine aktararak; saha faaliyetleri ile politika çalışmaları arasında bir köprü görevi görmeyi sürdürüyoruz. Aynı zamanda açıklanan ekonomik destek paketlerinin sahadaki uygulamalarını da takip ediyoruz.

Böylece ekonomi yönetimince alınan tedbirler ve sağlanan teşvikler sayesinde, üretim ve hizmet kapasitemizi koruyarak üretmeye devam etmek ve istihdamı korumak istiyoruz.

Bütün bu yeni küresel konjonktür içerisinde; Türkiye ekonomisinin fırsat ve tehditleri çok iyi tespit ederek, güçlü ve istikrarlı yapısı sayesinde, diğer ekonomilerden pozitif olarak ayrışacağını umuyoruz.

Abdurrahman KAAN

MÜSİAD Genel Başkanı