Bloomberght
Bloomberg HT Haberler Prof. Erinç Yeldan: Devlet ne gerekiyorsa onu üretmeli
HABERLER

Prof. Erinç Yeldan: Devlet ne gerekiyorsa onu üretmeli

  • 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde ekonomi alanındaki gelişmeler içinde Türkiye'nin küreselleşme sürecini konuştuğumuz Prof. Dr. Erinç Yeldan, 100 yıl sonunda ülkenin, kurucu kadronun hayal ettiği güçlü ve bağımsız ekonomiden epey uzak olduğunu dile getirdi. Yeldan, "Ülkede 1930'lu ya da 1960'lı yıllardaki tasarımın gene aynı biçimde değil ama o anlayışın 2020'ler 2030'lar Türkiye'sinde hakim kılınması gerekiyor" dedi.

Giriş: 29 Ekim 2023, Pazar 09:38
Güncelleme: 29 Ekim 2023, Pazar 12:10

OLCAY BÜYÜKTAŞ

Yıpranmış bir coğrafya, kaynakları kıt ve adeta bir yangın yerinin ortasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, az sayılabilecek zamanda önemli ekonomik gelişmelere imza attı. İnişler çıkışlar, krizlerle geçen 100 yıllık süreçte 1930’lu yıllarda atılan adımlarla 1950’li yıllarda sanayileşmenin belirginleşmeye başladığı ülkede 1970’lı yıllarda uluslararası sermaye ve iktisadi kuruluşlarla tanışıklıklar da boy gösteriyor.

Prof Dr. Erinç Yeldan’ın 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde küreselleşme sürecine, dönemler halinde ülkenin Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Birliği, IMF, derecelendirme kuruluşları ile ilişkileri, kazandıkları ve kaybettiklerine ilişkin sorularımıza verdiği yanıtlar ve yaptığı değerlendirmeler özetle şöyle:

Avrupa kapitalizme ivmelendi, Osmanlı gerisinde kaldı

Genç Cumhuriyet nasıl bir ortama gelmişti kısa özetlersek, Anadolu coğrafyası yıpranmış, tahrip edilmiş, iliğine kemiğine kadar sömürülmüş bir coğrafya. İngiltere sanayi devrimini yaşamış, daha sonra sömürgeler savaşı başlamış. Balkan harpleri, Birinci Dünya Savaşı etrafımız yangın yeri. Biraz geriye gidersek, Osmanlı Evet Viyanalara gidiyor. Evet Akdeniz Osmanlı gölü haline geliyor ama bütün bunlar olurken özellikle 1500’lü yıllarda tam muhteşem Süleyman dediğimiz dönemde. Avrupa yeni teknolojik buluşlar, paranın ve ticaretin gelişmesi yoluyla kapitalizm ivmelenirken, Osmanlı bunun gerisinde kalıyor. 1850’lile gelindiğinde Osmanlı coğrafyası bir bütün olarak kapitalizmin çevresinde bir ekonomi. Dolayısıyla ulus ötesi tekellerin denetimi altında. Küçük küçük şehir devletleri küçük küçük. Şehir ekonomileri söz konusu. İstanbul uluslararası dünya ile tek irtibatı olan bir bölge.

Ve genç Cumhuriyet, böyle bir yapıyı devraldığı vakit temel tüketim mallarını dahi üretemeyen, onların hammaddesini sürekli olarak dışarıya veren ve dışarıdan da elde ettiği geliri çarçur eden tıkanık, güdük bir tarım sanayi.

Serbest ticaret adı altında İngiltere'nin Hollanda'nın, Fransa'nın, İtalya'nın, Almanya'nın ticaret tekelleri ve normları Osmanlı coğrafyasında kendi rasyonelitelerini bastırmış durumda.

Bu şartlar altında devlet eliyle üretim ve bir burjuva sınıfı yaratmak için sovyet tipi sosyalist ve planlamacı bir yola değil karma bir ekonomiye gireceğiz. Bunun özü itibariyle devlet üretecek ama üretirken de bir milli burjuvazi sınıfının doğmasına yol açmasına olanak sağlayacak zemin hazırlayacak. Bu sisteme özellikle 1950 ve 60’lar sonrasında da kendisinin çok daha net bir şekilde ifade edecektir. Ne var ki iki önemli şok bütün tasarımı yerinden oynatıyor.