Advertisement

Hayatın her alanında, en ölçümlenmeyecek değerleri bile ölçümlemeye çalışan insanoğlu konu spor, ya da en doğrusu futbol olunca nedense bundan kaçınır. İnsan ruhunun kaç gram ettiğinin bile hesaplanmaya çalışıldığı günümüzde başarısızlığı tartışılmayacak olan kulüp yönetimlerinin kendileri istemeden koltuğu bırakmamalarının acaba sırrı ne? Bugün değil ama, mutlaka bu köşede bu konunun sosyo-ekonomik boyutuna değineceğiz.

Herşeyden önce futbolun artık bir business olduğunu kabul etmek lazım. Türkiye Futbol Federasyonu’nun düzenlediği Naklen Yayın ihalesinden aylar önce, konunun taraflarının da bulunduğu bir ortamda “Bu ihale 500 milyondan aşağıya bitmez” dediğimde, TFF yetkilileri bile şüpheyle yaklaşmışlardı. Bir yemek masasında, neden bu rakama çıkabileceğini ayrıntılı şekilde anlatmıştım. Bu meblağ, hem TFF’nin Türk futbolunun kurumsallığı ile ilgili attığı adımların bir sonucu, hem de kulüplerinin mücadelesinin hangi mecradan yayımlanacağı ile ilgili amansız mücadelenin de bir sonucu olarak ortaya çıkacaktı.

Dün gibi anımsıyorum, Brüksel’de bir restoranda “Artık insanlar yoldayken bile maçları takip etmek istiyor, sadece televizyona esir olmak istemiyorlar”  dediğimde, üst düzey bir yönetici “O kadar dayanacak bir cep telefonu pili icat edilmedi” diyerek konunun ne kadar uzağında olduğunu da göstermişti. Bugün ihalenin benim söylediğim rakamda bittiği bir gerçek olduğu gibi, maçların TV, bilgisayar, dizüstü araçlar ve cep telefonundan rahatlıkla izleniyor olması ve herhangi bir teknolojik sorunun da yaşanmaması ayrı bir gerçek. Anlaşılan, teknolojik yenilikleri sadece kullanıcı düzeyinde takip etmek, altyapının ne kadar ileri gittiğini görememeye yol açıyor.

Aslında TFF’nin iki önemli işlevi olduğuna inanıyorum. Bunlardan birincisi, Türk futbolunun, kanun, yönetmelikler, kararlar, Milli Takımlar, Ligler ve Statüler vs. gibi konularda marka değerini sürekli yükseltmek. Bu konuda çok ciddi adımların atıldığını söylemek gerekiyor.

İkincisi ise, Türk Futbol Liglerinin mümkün olduğu kadar çok insan tarafından seyredilmesini sağlamak. Burada bahsettiğimiz sadece 2015 yılında 82 milyona çıkması beklenen Türkiye nüfusu değil. Aynı zamanda MENA diye tarif edilen ve birçok konuda bizi izlemeye çalışan Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin de dahil olduğu büyük bir coğrafyadan bahsediyoruz.

Dolayısıyla futbol işinin salt business ya da salt sosyal bir iş olmadığını, her ikisinin de birleştiği ve siyasetten de hiç uzak olmayan bir olay olduğunu kabullenmek gerekiyor. Sarkozy-Platini baskısıyla kaybettiğimiz oylamayı hatırlayalım.

Futbol, saygınlık, popülerlik ve siyasi itibarın yanında para da getiriyor. Bunun farkında olmadan yaşayanların futbol dünyasında varlık imkanı çok fazla yok. Futbolu sadece  hakem tercihleri, futbolcu psikolojisi ve “başkanlar diplomasisi” çerçevesinde değerlendiren kulüp yöneticilerinin profesyonel liglerde tarihe karışması için çok fazla beklemeye gerek kalmayacak gibi gözüküyor. Zaten daha şimdiden birçoğu küresel ligde küme düştü. Türk Futbolu’nun 100 Yıllık kulüplerinin borçluluk gibi parasal ölçümlerde çok geride kalmayıp, başarı açısından “Süper Kulüplerin” moral bozucu şekilde uzağında olmasının da sebeplerini çok iyi analiz etmek gerekiyor.