YENİ POPÜLİZM
Yeni dünyayı tanımlayan en önemli sözcük hangisidir sizce? Ben 'popülizm'i seçiyorum. Türkçe kulaklara hitap etmek için TDK dilinden söylemek gerekirse 'halk yardakçılığı'.
Popülizm konusunda oldukça geniş bir neşriyat var. Bu akım birçok alanda kendini gösterebildiği gibi farklı akımlar ile birleşerek baskıcı rejimlere de dönüşebiliyor. Kısa vadede oy getirecek ya da güç sağlayacak kesimlere faydası dokunabiliyor ancak orta ve uzun vadede ekonomik görünüm başlanan yerin gerisine düşüyor. Latin Amerika'ya bakıp farklı ülkelerden bunu teyit etmek mümkün.
Yeni popülizmi henüz adlı adınca ortaya koyan ve karakterizasyonunu yapan bir sosyologa rastlamadım. Ancak kendimce birleştirebildiğim parçalar var. Hangi kıtadan olursa olsun ilk aşama ekonomiden geçiyor. Kamu maliyesinde bozulma olan, sosyal haklarını kaybetmiş kitlelerde artış yaşanan ülkelerde popülist söylem hemen öne çıkıyor. Bir başka olmazsa olmaz ise yabancı düşmanlığı. Bunu tetikleyen dürtü iki formda geliyor. Küçülen ekonomik pastadan 'yabancıya' pay vermeme telaşı ve güvenlik.
Güvenlik endişelerini bir yere not edelim.
GÜVENLİK ARTIK PAHALI BİR HİZMET
Rusya'nın oldukça agresif olduğu, yeni sınırlar çizdiği bir gerçek. Güney Çin Denizi'ndeki Çin vs. çoklu ülkeler meydan okuması sürüyor. Başbakan Abe'nin yeniden inşa etmeye çalıştığı Japon dışişlerinde daha atak olacak. Rusya ile çevrelenen Avrupa kendini güvende hissetmiyor. İsveç zorunlu askerliği geri getirme kararı aldı. Bölgemizde ve yakın coğrafyada vekalet savaşlarından tutun da suni sınır çizme operasyonlarına kadar türlü faaliyet bir süredir ayyuka çıkmış durumda.
Belli ki artık 'güvenlik' pahalı bir hizmet...
Trump bunu her fırsatta dile getiriyor ve NATO şemsiyesi altında güvenliğin konforunu sürenlerden söz verdikleri 'milli hasılanın %2'si oranında' askeri harcama sözlerinin tutulmasını bekliyor. Hem Amerikan endüstrisi kazansın hem de pazarlık masalarında bir koz elde dursun diye. Silaha ve 'zor'a yatırım artıyor. Belli ki artacak da. Üstelik küresel büyüme henüz kör topal bir normale dönme çabası sergilerken. Fonlar verimsiz bir alana gidecek: Savunma.
AVRUPA SİLAHA DOĞRU
NATO Başkanı Stoltenberg'e göre üye ülkelerin silaha yatırdıkları para ya da endüstri diliyle 'savunma harcamaları' son 10 yılda ilk kez artmış olacak. 10 yıl sonra bir ilk...
Avrupalı NATO üyeleri 85-89 yılları arasında milli hasılalarının %3,1'ini savunmaya harcarken, bu oran soğuk savaştan sonraki 10 yıl boyunca %2'nin üzerinde kaldı. Bugünlerde ise oran %1,4 ancak artışlar yolda. Özellikle Baltık ülkeleri ve Polonya gibi periferi ülkelerde harcama artışları %9 ile %60 arasında olacak.
Kim alıyor silahları ve kimler satıyor? Silah satışında 2015 yılı şampiyonu 40 milyar dolar ile ABD olurken, onu 15 milyar dolar ile Fransa izliyor. Alıcılar? 17 milyar dolar ile Katar, 12 milyar dolar ile Mısır ve 8 milyar dolar alımı ile Suudi Arabistan*.
Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI) raporuna göre* ise satışlarda ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Almanya başı çekerlerken Hindistan, Suudi Arabistan, Çin gibi ülkeler de alıcıların ilk üçünü oluşturuyor. Türkiye, yine bu rapora göre, 16. en büyük ihracatçı ve 6. en iyi alıcı konumunda.
Açıkçası bu yazıya bir son yazmak güç ya da belki anlamsız. Avrupa endişeli, güvenlik kavramını sorguluyor ve çareyi silahlanmada buluyor. Orta Doğu, Körfez güçten geri kalmak istemiyor ancak düşük petrol fiyatları ile ne kadar rekabet edebilirler ve daha ne kadar çift haneli bütçe açığı üretebilirler, tartışılır. Türkiye, tüm bu endişelerin göbeğinde bu yarıştan ne kadar geri kalabilir? Sanırım pek kalamaz.
Yeni çağın bu getirdiğini ve sonuçlarını hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Birey birey ve toplumlar olarak.