Advertisement

Ekonomik modelden bahsederken onun diğer katmanlardan ayrılamayacağından söz etmiştim.

Çin modelinin yaşayabilmesi için gerekli olan koşullara da bu anlamda değinmek gerekir. Çünkü fikri temeli olmayan bir ekonomik model kolaylıkla yarar yerine zarar getirebilir.

Çin modelinin başarılı olmasını sağlayan önemli koşullardan biri politik istikrardır. Hatta ekonomik başarı politik istikrar için vardır diyebiliriz.

Sosyalist toplumun, Komünist Partinin başarılı olması ve halkın iyi yönetilmesi ayrılmaz parçalardır. Bu ideolojik çerçeve atılan her adımın ruhunda hissedilir.

Böyle bir ideolojik hedefler bütünlüğü de politik tartışma kaldırmaz. Sandıklı demokrasilerde ve değişken iktidarlı sistemlerde gelişmeler tartışmaya açıktır. Bu, özel sektörün ve vatandaşın kuvvetli olması demektir.

Oysa Çin’de kuralları Parti koyar. Özel sektör onun sağladığı imkânlar çerçevesinde yarışır. Birey – Kamu ilişkileri bildik Batı demokrasilerine göre farklı işler.

Washington Konsensüsü ekonomik başarıyı ele alır. Oysa Pekin Konsensüsü siyaseti bundan bağımsız görmez. Ekonomik başarının yanına jeopolitik bazı soslar da ekler. Bu sebeple de Pekin modeli Batı’dan fayda göremeyen gelişen ülkelerin ilgisini çekmiştir.

Çin’in ekonomik başarısının kendi sınırlarına tam hâkim olma ve bağımsız dış politika yapma imkanı verdiği düşünülmüştür.

Çin’e bu olanağı sağlayan ekonomik başarılar mıdır yoksa ölçeği ile orantılı askeri gücü müdür yoksa benim de yakın olduğum görüş gibi bunların hepsi midir, tartışılabilir.

Çin’in planlamacı niteliği aynı zamanda tam kontrol gerektirir. Bu kontrol, kimi zaman hangi bölgelerin ne üretecekleri olabilir. Kimi zaman kimlerin nerelerde yaşayabilecekleri belirlenir ve adrese dayalı sistemle bireyler ülke içinde turist haline gelirler. Kimi zamansa kaç çocuk yapabileceğiniz bizzar devlet tarafından belirlenir.

Sistemin başarısı planların gücüne bağlıdır. Planların gücü ise kamunun otoritesine.

Bu yüzden etnik kökenler, dini mezhepler, alternatif dini görüşler gibi konular politik sisteme negatif etkileri olabileceği sebebiyle çoğu zaman sorunlu alan olarak kabul edilir.

*

Ekonomik sistemin başarılı olması için toplumun da istenen çıktıları üretebilecek nitelikte olması gerekir. Bunun için eğitim, kurumsal kapasite, liyakata dayalı görevlendirme gibi unsurlar gerekiyor.

Bunlar beşeri sermayeyi güçlendirerek aynı girdiden çok daha fazla çıktı ortaya çıkmasına yardımcı oluyor. Verimlilik artıyor basitçe.

Deng Xiaoping bunun farkındaydı. İki dönemli Başkanlıktan zorunlu sınav başarı pratiğine ve kurumların güçlendirilmesinden emek reformlarına kadar çok alanda önemli adımlar attı.

Çin mucizesinin gerçek oluşuna bakarken bunlarsız olmayacağını not etmek gerekiyor.

Bu yönüyle, Çin’in daha fazla piyasa ekonomisine dayanan ve dış sermayeyi çekmeye yönelik bir model olduğunu görüyoruz. Yıllar içerisinde üretim araçlarının kamudan özel sektöre, daha sonra belli limitlerle yabancılara dahi açıldığına şahit olduk. Hatta son yıllarda pek çok sektörde yabancı sahipliğinin yüzde 50’den fazla olmasına da imkân tanınmıştır.

*

Çin’in dünya gücü olması ve en büyük ikinci ekonomi haline gelmesi, üstelik bunu oldukça istikrarlı bir şekilde yapmış olmasını tartışalım.

Bu, kafalarda doğal olarak ‘bedava öğlen yemeği’ fikrini canlandırıyor.

Herhangi bir demokratik değere takılmadan düzenli ve fazla yaratan, istikrarlı bir büyüme patikası.

Ancak görüldüğü gibi koşulları ağır.

Kolaylıkla kopyalanabilir değil. Bu yüzden pek çok ülkede hızlı reçeteler ile hayata geçtiğine şahitlik edemiyoruz. Geminin kalktığı limanla şimdiki rotası arasındaki farkı da konuşmalıyız.

Keza kafalarda Çin hala ucuz iş gücüne dayanan, fazla yaratan ve müthiş tacir bir kamu ekonomisi. Ülkenin şimdiki haliyle belki de gerçeğe en uzak tarif bu.

Bugünün ekonomik koşullarına bakalım.

Çin çift haneli büyümelerden yüzde 5-6 bandına doğru inmiş durumda. Büyümenin manşeti hikâyeyi tam yansıtmıyor aslına bakarsanız. Milli gelir kompozisyonu çok daha açıklayıcı.

Dış talebe çalışılmaya karar verildiğinde tüketimin milli gelirdeki payı yüzde 70’leri buluyordu. Yıllar içinde bu oran 50’nin de altına indi. Ancak son yıllarda ABD’nin yaptırımları ve dış ticarette diğer ülkelerin hassasiyetlerinin artması Çin’i iç talebe yöneltti ve tüketimin payı 8-10 puana varan artışlar yaşadı.

Ülkede tüketimin düşük kalmasının sebeplerinden biri de tasarruf eğiliminin yüksek olmasından. Sosyalist olarak anılmasına rağmen Çin dünyada gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden biri!

Sağlık, eğitim gibi mecburi alanlar için vatandaşlar para biriktirmek zorundalar. Bu eğilimler de mecburi tasarruf eğilimlerini kuvvetlendirmiş durumda.

Elbette gelir dağılımının bozuk oluşu bazı vatandaşların gelirlerini artırmalarına engel değil. Aşağıdaki grafikte* kırmızı ile gördüğünüz baloncuklar Çinli vatandaşların yüzde kaçının küresel orta sınıf klasmanında sayılabileceğini gösteriyor. Neredeyse sıfırdan yüzde 25’e.

Çin’in ticaret hacminin zaman içerisinde milli hasılasına oranla küçülmesini ve cari fazlasının yine benzer şekilde gerilediğinin de altını çizmek gerekiyor. Çünkü Çin ölçeğini kullanarak milli gelirini büyütüyor. Bu kez ticareti ve fazlası kendi büyüklüğüne göre küçük kalıyor.

Oranlarla konuşmak gerekirse reform yolculuğuna çıktığında ülkenin toplam dış ticaretinin milli hasılaya oranla payı yüzde 10’ları ancak buluyor. Daha sonra bu oran 6 katına çıkıyor ve en sonunda yüzde 35’lere kadar iniyor. Önümüzdeki yıllarda ağırlığın daha da fazla iç tüketime geçmesi beklendiği için bu oranın 10 puan civarında düşebileceğini tahmin eden pek çok çalışma gördüm.

Cari fazlada da benzer bir tablo söz konusu. 2000’lerin başında çift haneli cari fazla üreten ekonomik pandemiden hemen önce milli hasılaya oranla neredeyse sıfır fazla üretmiştir.

Şimdi bu kadar yatırım ve üretim nasıl mümkün oldu diye merak etmişsinizdir. Meselenin can alıcı noktalarından biri burası. Çin, kamu yardımı ile müthiş bir yatırım seferberliği yapmıştır. Yıllar içinde elde ettiği ticaret fazlalarını da devamlı olarak işçiye ödemektense yatırıma dönüştürmüştür. Zaman içerisinde bir birim yatırımdan elde edilen dönüş (azalan verimler kanunu) azaldıkça yatırım iştahı da sonlamıştır.

Geriye ise adeta dağ gibi borç kalmıştır.

Yerel yönetimler ve kamuya bağlı şirketler olarak toplamı ele aldığımızda bugün Çin’in kamu borcunun milli hasılaya oranı yaklaşık 2,9 kata ulamıştır. Karşılaştırm olması bakımından; bu, Türkiye’nin çok kabaca 6 katı oranla borçlu bir ekonomiye işaret etmektedir.

*

Bu iki yazıyı kaleme alırken çok sayıda kitaba ve akademik makaleye başvurdum. Amacım, ülkemizdeki güncel tartışma ortamına katkı sunmaktı.

Görebildiğim kadarıyla, değerinden düşük kurla cari fazla üretme amacı ile anılan Çin modelinin bu özelliğinden çok daha fazla konuşulacak tarafı var.

Ancak başlangıç koşulları, ülkenin imkânları, ölçeksel farklar, toplumsal ve kültürel farklar ve siyasi yapıların çok farklılık göstermesi gibi unsurlar yaklaşık 45 yıl önce Çin’in çıktığı yoldaki ayak izlerini takip etmeyi en hafif ifade ile zorlaştırıyor.

Tartışmaya ve daha iyisini aramaya devam etmek umudu ile buraya kadar takip eden okuyuculara teşekkür ederim.

*Kaynak: https://ftp.iza.org/dp14531.pdf