Advertisement

Nietzsche’ye göre “Bir insanın ruhunun gücü, 'gerçeği' ne kadar tahammül edebileceği ya da onu ne kadar sulandırmak, gizlemek, tatlandırmak, susturmak veya tahrif etmek zorunda kalacağı ile ölçülür.”


İçinde bulunduğumuz sözde iletişim çağında renkli çarpıcı sloganları çok seviyoruz. Her kriz veya büyük olaydan sonra “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” türünden sloganlar yine duyuluyor. Tabii burada eski derken ne kast edildiği önemli veya ne kadar eskisinin kast edildiği… Tanımlamada daha dikkatli olmak gerekiyor çünkü zaman geriye doğru değil ileriye doğru akıyor. Fakat tarih döngüseldir. Sadece ileriye doğru akan zaman ile döngüsel tarih anlayışı çelişmiyor mu? Doğanın ve insan doğasının da çağlar boyu çok fazla değişmediğini hesaba kattığımızda aslında hayattaki, ekonomideki ve piyasalardaki döngüleri daha iyi anlıyoruz. Fakat Nietzsche’nin muhtemelen yanlış anladığı şekilde devamlı kendini aynen tekrarlayan döngülerden ziyade, kendini tekrarlayan döngü ve zaman zaman bundan kopuşla paradigma değişikliğiyle birlikte oluşan yeni döngüler şeklinde düşünmek muhtemelen gerçeğe daha yakın.


Dolayısıyla geleceği görmeye çalışırken belirsizliğe saygı duymamız ve alışmamız gerekiyor. İkincisi içinde bulunduğumuz şartları analiz ederken semptomlardan ziyade sebeplere odaklanmamız çok önemli. Tarihte coğrafi olarak farklı yerlerde olsa da benzer şartların nasıl sonuçlar ürettiğini, finans alanında en riskli cümlelerden kabul edilse de “bu sefer neden farklı” olabileceğini analizimize katmalıyız.


Günümüzde analizde tarihten faydalanmanın, ekonomi ve piyasa alanında en yetkin isimlerinin başında Ray Dalio geliyor. Merkez bankaları da bu analiz yöntemini kullanıyor ve genelde önemli tarihi olaylara atıfta bulunmayı seviyorlar. Richard Clarida’nın geçtiğimiz Şubat sonu konuşmasında Versay Sarayı’ndaki Aynalı Salon’a atıfta bulunması aslında Bernanke’nin 2004 yılında merkez bankalarının devamlı piyasa beklentilerini karşılamaya çalışmasının “Aynalı Salon” riski yaratabileceği uyarısına karşı verilmiş bir cevaptı. Tabii bu cevabın neden 16 yıl sonra geldiğini bilmiyoruz.


Yaşadıklarımızın ekonomik bir krizin sosyal sonuçları değil tam tersi yani sosyal bir krizin ekonomik sonuçları olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda Bernanke ve Clarida’nın atıfta bulundukları Versay Saray’ındaki Aynalı Salon’nun tarihi önemi çok farklı. Tarihe döngüsel bakan Arnold Toynbee’nin dikkat çektiği gibi toplumların ve medeniyetlerin gerileme döneminde, belirgin hale gelen dinamik siyasi sistemi ve getirilerini tekelleştiren baskın bir azınlık elitler ve mevcut yüklerin ve maliyetinin çoğunu taşıyan Toynbee’nin deyimiyle bir iç proletarya. İkisi arasındaki mesafe arttıkça, sorunlar da artar ve döngüden çıkış yani kopuş ihtimali de artar.


Döngüden kopuşun kalıcı tarihi sembollerinden biri Fransız Devrimi’dir. Marie Antoinette’e atfedilen “pasta yesinler” sözünü söylediğine dair ispat olmasa da, Fransız Devrimi öncesinin son üç Fransız kralının, kendi yansımalarına hayranlıkla bakmak için Versay'daki ünlü Aynalar Salonu'nda gittikçe daha fazla vakit geçirdiği ve toplumdan giderek uzaklaştığı bilinen bir gerçektir.
Hangi alanlarda benzer eğilimlerin devamı hangilerinde kopuşlar görebileceğimize dair çok iddialı tahminlerde bulunmak bizce gerçekçi olmaz. Ama yukarıda izah ettiğimiz çerçeveyi kullanarak bazı nispeten ham öngörülerde bulunmaya çalıştık:
En az seçimlere kadar ise piyasaların ABD-Çin geriliminden etkileneceğini düşünüyoruz. Her krizde olduğu gibi sorumlular arayışına günah keçisi arayışı eklenecektir. Çin, ABD seçimlerinin en önemli konusu olacak ve Çin'e karşı sert olmanın ABD'li seçmenler arasında iyi reyting yapacağını düşünüyoruz. Şu an piyasalarda nerdeyse hiç konuşulmayan ama önümüzdeki haftalarda gündeme gelmesini beklediğimiz ana risk.


ABD seçimleri önemli olmakla birlikte, seçim sonucundan bağımsız olarak da kriz öncesi başlayan tedarik zincirlerinin anavatanlarına dönüşü, kendi halkına daha fazla istihdam ve çokuluslu şirketlere karşıtlığın yükselişi gibi eğilimler devam edecektir.


Triffin paradoksunun ön gördüğü gibi azalan globalleşme beraberinde azalan bir ABD dış ticaret açığı dünyada bir ABD doları sıkışıklığı ve güçlenmesini getirebilir. Buna cevaben ise FED ve ABD, ABD dolarının belini bükmek için şu anki aşırı görünen tedbirlere nazaran bile çok radikal başka hamleler yapabilir. İkinci Dünya savaşı sonrası uygulanan bono faizlerine tavan belirleme ve örneğin modern para politikası gibi farklı isimlerle ısıtılan bütçe açıklarının para basılarak finanse edilmesi dahil, şu an kulağa radikal gelen birçok politika bizce son derece alışıldık hale gelecek ve bağımsız merkez bankaları tarih olurken kendileri maliye politikalarının emrine girecek.


Borç yüklerinin tarihi zirvelerde olması nedeniyle piyasa faizlerinin yükselmesine izin verilmeyecek. Şu an nerdeyse hiç kimsenin beklemediği enflasyon ise artık her türlü disiplinden uzaklaşmış para ve maliye politikalarının hem de tedarik zincirlerinin kriz öncesi duruma gelmeyecek olması nedeniyle arz yönlü olarak da yükselmeye başlayacak, ortaya muhtemelen stagflasyon çıkacak. Bu tahmin aslında petrol fiyatlarına çok da bağlı değil fakat petrol fiyatlarının düşük seviyelerinin de kalıcı olmayabileceğini çünkü Ortadoğu’da karışıklık riskini artırdığını düşünüyoruz. 1970’lerdeki stagflasyon döneminde petrol fiyatlarındaki zıplamanın etkisi bilinir.


Tarihteki stagflasyon dönemlerine baktığımızda reel varlıkların daha fazla değer kazandığını, altının iyi bir varlık sınıfı olduğunu, hisseler konusunda çok seçici davranılması gerektiği ve bonoların iyi birer yatırım aracı olmadığını görüyoruz.


Son yıllardaki popülizmin ve globalleşme karşıtlığının yükselişinin, 1930'lara benzer olduğunu biz dahil birçok insan vurguladı. Bununla birlikte, arada büyük bir fark var: 1930'ların toplumu şu ankinden çok daha ağır şartlar altında, hiperenflasyon, ekonomik depresyon ve çift haneli işsizlik oranı arasında gerçekleşti, 2008 sonrası tanık olduğumuz bu akımlar ise fena olmayan büyüme, bastırılmış enflasyon ve tarihi ortalamalara göre makul işsizlik oranlarına rağmen gerçekleşti. ABD’de son zamanlarda açıklanan işsizlik dahil bazı verilerin şimdiden Büyük Buhran seviyelerine geldiğini unutmamamız gerekiyor.