Advertisement

Socrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira ya da kısaca Socrates, tüm zamanların en iyi futbolcularını düşündüğünüzde, aklınıza gelecek ilk isimlerden olmayabilir. Fakat bizim jenerasyonun çocukluk günlerinden hayal meyal kalan, futbolun daha az ticari, daha romantik ve organik dönemine ait önemli bir isimdi.

1982'de Dünya Kupası'nı kazanamayan ama gelmiş geçmiş en güzel, en estetik futbolunu oynayan Brezilya takımının kaptanıydı. Socrates ve ekibi milyonların kalbini kazandı ama kupayı kaybettiler.

Socrates bir futbolcudan çok daha fazlasıydı. Andrew Downie'nin kitabı “Doctor Socrates: Footballer, Philosopher and Legend”ı okuduğunuzda bunu çok daha iyi anlıyorsunuz.

Profesyonel futbol oynarken hem tıp gibi ağır ve özveri gerektiren bir bölümde okudu ve doktor olarak çalıştı, hem de futbolun en önemli isimlerinden biri oldu. Socrates, saha dışında da önemli bir entelektüeldi. Ayrıca aktivist, parlak bir futbolcu olmasıyla da, belki de benzersizdi. Entelektüelliği konusunda ilginç bir örnek vermek gerekirse; kendisiyle röportaj yapmak isteyen Türk gazeteciden Dostoyevksi’nin bir romanında yer alan kahramanın ismini doğru bilmesi karşılığında röportajı gerçekleştirmesiydi. Socrates’in eylemleri sadece bir futbol kulübünü değil, bir ülkeyi dönüştürmeye yardımcı oldu. Diktatörlükten demokrasiye giden o önemli yıllarda Brezilya'ya yardım etti. Parayı ön planda tutup transfer yapmaktansa halkına yardım etmek için evde kalma sözü vererek ülkesini paranın önüne koydu.

Socrates, takım oyunu ve topluma verdiği önem anlamında bu konuda o dönemki yıldızlardan farklıydı. Şu anki yıldızların çoğuyla muhtemelen kıyas bile edilemez.

Socrates’in sosyal sorumluluk alanında yaptığı çalışmalara örnek vermek gerekirse; 1970'lerde ve 1980'lerde Brezilyalı futbolcular, adeta kariyerleri çalıştıkları kulüpler tarafından kontrol edilen kölelerdi. Socrates, takım arkadaşlarının neden koçların ve yöneticilerin onlardan faydalanmasına izin verdiğini anlayamadı. Bununla birlikte Socrates, Corinthians Demokrasi projesini 1982 yılında başlattı. Hedefi, daha çok kulüp yönetiminde oyuncular için söz sahibi olmaktı. Socrates’e göre, "Corinthians futbolunda ihtiyaç duyulan şey sadece Corinthians'ta değil, hatta sadece futbolda bile, patron ve çalışan arasındaki boşluğu kapatmaktır." Aynı zamanda efsanevi Corinthians takımında oynadığı futbolu, ülkesi Brezilya’daki mevcut askeri diktatörlüğü eleştirmekten de çekinmedi. Tabii yerleşik düzenden faydalanan güç odaklarını karşısına aldı ama sadece Brezilya’da değil tüm dünyada sevgi ve saygı kazandığı için onu indiremediler. Bu anlamda, kendisinden yüzyıllar önce yaşamış ve ona isim babalığı yapmış olan filozof Sokrates’ten daha şanslıydı. Sokrates’e, gençliği, fikirleriyle kötü etkilediğini kabul etmesi ve pişman olduğunu söylemesi durumunda Atina demokrasisinde verilen idam cezası uygulanmayacaktı fakat Sokrates savunduğu fikirler için bedel ödemeyi tercih etti. Ölürken yanında olan Plato dâhil bir avuç öğrencisine, ağlayarak kendisini meşgul etmemelerini çünkü ölümü incelediğini söylediği rivayet edilir.

Futbolcu Socrates gibi Sokrates de, aşırı bireyselliğe karşıydı. Ona göre gerçek düşünme, diyalog sürecinde ortaya çıkan bir kamusal meseleydi ve kendisi akıl yürütmeyi toplu halde gerçekleştirmek için Atina agorasını (pazar yeri) tercih ediyordu. Sokrates’e göre gerçek düşünme tek başına değil, birden fazla muhatap arasında gerçekleşir. Bu da aslında ‘diyalektikten’ farklı olarak ‘diyalog’ gerektirir. Çok benzer görünseler de aslında bu ikisi birbirinden çok farklıdır.

Socrates, asla futbolun metalaşmasını istemedi, aşırı detaylı analizleri yüzeysel buldu ve entelektüelleştirmedi. Futbolun özüne odaklanıp; konuşulması değil, izlenmesi gereken bir oyun olduğuna inanıyordu. Yatırım, golf ve birçok alakasız gibi gözüken alandaki en üst düzey kişi gibi neyi nasıl yaptığını açıklayamıyordu ve sihirli formüller olmadığını biliyordu.

Tabii başarının tanımı konusunu biraz açmak gerekir. Sadece sonuç önemli diyorsanız; 1982’deki Brezilya başarısız, İtalya ise başarılı. Fakat Cruyff dâhil birçok futbol dâhisine soracak olursanız 1982 Brezilyası, futbol seyir zevkinin tepe noktasıdır. Yeteneklerine nazaran sonuç anlamında en başarılı olan takım ise oynadığı ‘‘anti-futbol’’a rağmen kupa kaldıran Yunanistan’dı herhalde.

Yatırımla ciddi olarak ilgilenen ama futbolu sevmeyenler açısından da burada birkaç mesaj var. Yatırımcıların da hatırlaması gereken en önemli temel kaidelerden biri, başarılı bir stratejinin tek yönlü olmaması gerektiği. Beşiktaş’ın efsanevi hocası Gordon Milne’nin söylediği, ‘‘Futbol, aslında nispeten basit bir oyundur’’ sözü, yatırım alanında da geçerli. Futbolda, yediği golden fazlasını atan takım kazanıyor. Yatırımda da kazandığınızdan azını kaybederseniz yol alıyorsunuz. Şampiyon takımların savunması da en az hücum hattı kadar iyidir. Hatta ikisinden birinin seçilme mecburiyeti olsa, tercihin savunmadan yana kullanılmasının daha faydalı olabileceğine dair örnekler, tersi duruma nazaran daha fazladır. Paul Tudor Jones gibi dünyanın en başarılı traderlardan birinin, sanılanın aksine vurguladığı konu her zaman savunma yani risk kontrolü olması boşuna değil. Otto Rehhagel döneminde Yunan futbol milli takımın rakiplerine nazaran hücum gücü son derece kısıtlı olmasına ve ‘‘anti futbol’’ yani çirkin futbol oynuyor eleştirilerine rağmen çok büyük oranda savunmasının gücü sayesinde tarihinde bir ilki başararak 2004 Avrupa şampiyonu oldu. Rehhagel döneminde Yunan milli futbol takımının bu savunma ağırlıklı futboluyla altın dönemi yaşaması da tesadüf değil. Asıl olan takımların da yatırımcıların da kendi yapılarına uygun stratejiler geliştirmeleri ve uygulamaları.

Brezilya'nın 1982'deki trajik Dünya Kupası, belki de futbolun gelmiş geçmiş en dramatik anlarından biridir. Brezilya'nın daha önceki bir maçta Arjantin'i mağlup ettikten sonra yarı finale çıkabilmesi için İtalya ile beraberliğe ihtiyacı vardı. Paolo Rossi, İtalya'yı iki kez öne geçirdi, Brezilya iki kere skoru eşitledi. İlginç ve olağanüstü olan, Brezilya hiçbir zaman beraberlik için oynamadı. Yenmeleri gerekmiyordu ama yine de kazanmak için oynadı. Sonuç ise, yıkım ve hayal kırıklığı oldu. Socrates, o gün için, “Soyunma odasında büyük bir ıstırap vardı. Bazıları kontrolsüz bir şekilde ağlarken, diğerleri sessizce acı çekti. Yaşananlar karşısında yıkılmış ve güçsüz hissettim.” diyordu. Socrates’in kariyeri de müthiş futboluna rağmen kupasız, yani “başarısız” iki Dünya Kupası (1982 ve 1986) ile 1989'da sona erdi. 57 yaşında vefat eden Socrates, kardeşi Sostenes'e göre hiç bulamadığı bir şeyi arıyordu.

Futbolcu Socrates için futbolun nasıl bir sosyal boyutu olması gerekiyorsa ve günümüz yıldızların ters kutbunda yer alıyorsa, filozof adaşı için de akıl yürütme sosyal bir işti. Bugün egemen olan düşünce ise Kartezyen, yani bunun tam tersidir. Soruyu soran zihnin, aynı zamanda yanıtı veren zihinle aynı olması beklenir. Fakat diyaloğa değil, bir monoloğa benzeyen bu düşünce aslında örtük bir şizofreni hali değil midir? Bu, modern çağın şizoid ruh halini açıklamada faydalı olabilir mi? Bu anlayış sanki insan ve doğa ayrıymış, ikisi de “maddi başarıya” giden metalaşmış algısının da temelini mi oluşturuyor? Unutmayalım ki şizofreninin de nispeten yeni (Sanayi Devrimi'nden beri görülen) bir akıl hastalığı olduğu söylenmektedir. Neo liberal şizoid çılgınlığının, doğa ve toplum üstünde yarattığı hasarların onarımı başlıyor gibi gözükürken ve trendler yine diyalektik olarak bireyselden toplumsala doğru evrilirken Doktor Socrates, meşhur bandanasına acaba diyalektik değil, diyalog gerekiyor yazar mıydı? Fazla uzun olmasa belki de bandanasına, ‘‘Doğa ve insanın yok olduğu yerde kupalar kaldırmanın herhangi bir anlamı var mı?’’ yazardı.