Bloomberght
Bloomberg HT Haberler Erdoğan: Ey Beşşar, men dakka dukka

Erdoğan: Ey Beşşar, men dakka dukka

Başbakan Erdoğan, "Ey Beşşar, men dakka dukka. Ey Beşşar, eden bulur" dedi

Giriş: 07 Şubat 2012, Salı 12:14
Güncelleme: 08 Şubat 2012, Çarşamba 10:45

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a, ''Gittiğin yol yol değildir. Bu yol çıkmaz sokaktır. Ya Beşşar, men dakka dukka. Ey Beşşar, eden bulur'' diye seslendi.

Erdoğan, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada, Suriye'deki gelişmelere yer verdi.

Ağrı'nın Doğubezayıt ilçesinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Cumhuriyet Savcısı Hakan Kılıç'a Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı dileyen Erdoğan, saldırıyı kınadı. Erdoğan, hayatını kaybeden İbrahim Subaşı'ya da Allah'tan rahmet diledi.

Bundan 30 yıl önce, 2 Şubat 1982'de, sınır komşusu Suriye'nin Hama şehrinde acı bir katliam yaşandığını anımsatan Erdoğan, ağır silahlarla Hama'yı kuşatan Suriye ordusunun, adeta şehri haritadan silercesine bir saldırı gerçekleştirdiğini söyledi. Erdoğan, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, hasta demeden yaklaşık 30 bin masumu katlettiğini ifade ederek, bugün bile Hama'da kaç kişinin katledildiğinin tam olarak bilinmediğini belirtti.

Erdoğan, dönemin Suriye yönetiminin, şehre gazetecilerin, gözlemcilerin girmesini, şehirden haber alınmasını engellediğini, katliamın üzerini çok hızlı şekilde örtme gayretine girdiğini ifade etti.

Hama katliamının öncesi ve sonrasında Suriye'de, hapishaneler başta olmak üzere yüzlerce kişinin sorgusuz, sualsiz, işkenceyle katledildiğini belirten Erdoğan, uluslararası toplumun ise meselenin üzerine gitmediğini, olayın üzerinin kapatıldığını kaydetti.

Erdoğan, uluslararası kamuoyunda da bu katliam üzerinde yeterince durulmadığına işaret ederek, aynı yıl Sabra ve Şatilla kampında 4 bine yakın masum Flistinlinin katledilmesine seyirci kalan uluslararası toplumun, Suriye'de, Hama'da 30 bin kişinin katledilmesine de sessiz, tepkisiz kaldığını anlattı. Erdoğan, ''Neden; çünkü ölenler Müslüman, Filistinli, Suriyeli, Ortadoğuluydu. Lübnan'da Sabra ve Şatilla'da, Suriye Hama'da, emzikleri ağızlarında katledilmiş çocukları, terörist diye yaftalayıp, akıttıkları kanın üzerini örttüler. Katliam kadar acı olan hadise, katliama seyirci kalınması, hatta sessiz şekilde desteklenmesiydi. Bu daha büyük insanlık ayıbıydı, canilikti. İnsanlık adına verilmesi gereken tepkinin verilmemesi, vicdanların daha fazla kanamasına sebep oldu'' diye konuştu.

-''Sağa sola efelendiler''-

Hama'da 1982'de gerçekleştiren bu katliamın, İslam coğrafyasında, tüm Müslümanların kalplerinde çok ağır bir keder, yara açtığını dile getiren Erdoğan, ''Ne yazık ki o katillerden, diktatörlerden hesap sorulmadı. O katliamı yapanlar, dünyada yargı önüne çıkmasalar da tüm insanlığın, tüm Müslümanların vicdanında yargılandılar. Bir zalim olarak damgalandılar. Tarihe de isimlerini zalim, diktatör olarak yazdırdılar'' dedi.

Erdoğan, Irak, Mısır, Libya, Suriye'de kendi halklarına karşı kahraman, kaplan kesilen bu diktatörlerin, topraklarına kasdeden yabancılara çıtlarını bile çıkaramadığını, güçlerinin, sadece kendi masum halklarına yettiğini, silahları kendi halklarına doğrulttuklarını, işgal altındaki toprakların istismarını yaptıklarını, işgal edilen topraklarını değil, kendi şehirlerini kuşattıklarını söyledi. Erdoğan, ''Kabadayı misali sağa sola efelendiler ama döndüler tankların namluların önüne kendi kardeşlerini koydular'' ifadesini kullandı.

-''Bu kahramanlık değil, korkaklıktır''-

Başbakan Erdoğan, ''İran-Irak savaşında 1 milyon askeri, Müslümanı kim öldürdü; Batılılar mı gelip öldürdü? Halepçe'de Kürtleri kimyasal silahla kim katletti, Siyonistler mi? Hama'daki katliamı kim yaptı, Gayrimüslümler mi? Basra, Necef, Bağdat, Erbil, Duceyil, Sülaymaniye'de insanları dışardan gelen düşmanlar, yabancılar mı katletti?'' sorularını yönelterek, şunları söyledi:

''Hayır. Tamamını kendisini Müslüman olarak nitelendiren ama demir yumruğunu sadece kendi kardeşlerinin kafasına indiren, zalimler, diktatörler, tiranlar, modern firavunlar bunu yaptı, el ele yaptılar. Yeri geldi dışardan gelenlerle beraber yaptılar. İşte bu zorbalar, zalimler hak ettiklerini, layıklarını buldular. Bu işbirlikçi rejimlerin caniliklerine ses çıkarmayan, bu zorbaların halkına zulmetmesini dur demeyen kimi Batılı ülkeler ise insanlık adına kılını bile kıpırdatmadı. Şundan hiç kimsenin endişesi olmasın, bugün babaların izinden, o diktatörlerin, firavunların izinden gidenler de hak ettiklerini mutlaka bulacaklardır.

Hama'da 30 bin masumu hunharca öldüren baba Esad, işlediği cinayetlerin hesabını bu dünyada vermedi. Ama o Esad, bütün Suriye halkının, bütün İslam dünyasının, bütün insanlığın hafızasında, kalbinde, vicdanında yargılandı, acımasız bir diktatör olarak tarihe adını yazdırdı. Umuyor ve inanıyorum ki bugün onun izinden gidenler, bugün Humus'ta yüzlerce masum sivili katledenler, adli ilahiden önce, kendi halklarının önünde hesap verecektir. Hama'nın hesabı sorulmadı ama emin olunuz ki er ya da geç Humus'un hesabı sorulacaktır. Beşşar Esad, 'Ölene kadar savaşırım' diyor. Madem ölene kadar savaşacak bir kahramansın neden Golan Tepeleri için ölene kadar savaşmadın? Senin kahramanlığın, kendi mazlum, masum halkına mı bu mu kahramanlık? Bu kahramanlık değil, korku, korkaklıktır, her zalimin kalbine sinmiş acziyet, zavallılıktır. Hiçbir zulüm karşılıksız kalmaz. Zulüm ile abat, zulüm ile payidar olunmaz. Mazlumun ahı, er ya da geç mutlaka çıkar. Irak, Libya, Mısır'da mazlumun ahı çıktı, hiç şüpheniz olmasın Suriye'de de mazlumun ahı çıkar.''

-''Zalimlerin sırtını sıvazlamayız''-

Erdoğan, Suriye'nin, Türkiye için sıradan bir komşu; Suriye halkının sıradan bir halk olmadığına işaret etti. Erdoğan, Cilvegözü'nden başlayıp, Halep, Hama, Humus, Şam'a kadar, her adımda, her kilometrede kardeşliğin, ortak tarihin, ortak medeniyetin izlerinin görüleceğini dile getirdi. Erdoğan, Selahaddin Eyyübi'nin türbesinden, Mimar Sinan'ın eserlerine, ilk Türk hava şehitliğinden, İbn-i Arabiye, Bilal-i Habeş Türbesi'nden, Hazreti Zeynep türbesine, Sultan Vahdettin'in kabrinden, Hicaz Demiryolu istasyonuna kadar, her metrekarede ortak tarihin izlerinin görüleceğini anlattı.

Haçlı seferlerinden, Kurtuluş Savaşı'na kadar bin yıl boyunca bu topraklarda bir arada, kardeşçe yaşadıklarına işaret eden Erdoğan, sözlerini, ''O toprakları hep birlikte savunduk. Suriye halkı, bizim kardeşimizdir. Bu kardeşlik, tarihe kanla yazılmış kardeşliktir. Biz Suriye'de olup bitene karşı sessiz kalmayız, kalamayız. Suriye halkına sırtımızı dönemeyiz. Anamuhalefet partisinin, diğer muhalefet partilerinin yaptığı gibi gidip, kendi halkını katleden zalimlerin sırtını sıvazlamayız. CHP gitsin, aynı kafayı, zihniyeti paylaştığı Baas Partisi'ne destek versin. Biz Baas Partisi ile değil mazlum Suriye halkıyla dayanışma içinde olacağız'' diye sürdürdü.

-''Babasının izini takip''-

Erdoğan, Türkiye olarak, son 9 yıldır Suriye'ye çok samimi bir şey söylediklerini, ''Geçmişin acılarını dindirin, Hama katliamının izlerini silin, milletiniz, halkını ile barışın, babanızdan farklı olduğunuzu, babanızın izinden yürümediğinizi Suriye halkına gösterin'' dediklerini anımsattı.

Umutlandıklarını, iyi niyetle, Suriye'de reformların gerçekleşeceğine inandıklarını, reformları desteklerini dile getiren Erdoğan, şöyle devam etti:

''Ama Suriye'de Beşşar Esad, döndü dolaştı, babasının izini takip etmeye, babası gibi silahların namlusunu kendi halkına çevirmeye başladı, verdiği tüm sözleri çiğnedi, bize ve kendi halkına verdiği sözlerinin arkasında durmadı. Hama katliamının 30. yıldönümünde 3 Şubat akşamı, tıpkı babasının yaptığı gibi bir şehri kuşatarak, yüzlerce masum insanı toplu halde katletti. Kendisine bir kez daha hatırlatıyorum; gittiğin yol yol değildir. Bu yol çıkmaz sokaktır. Daha fazla kan akıtmadan, daha fazla masum sivilin canını almadan, bu yanlış yoldan dönmesini, kendisine bir kez daha tavsiye ediyoruz. AK Parti Grubu'ndan, Esad'a bir kez daha sesleniyorum: Kendi anlayacağı şekilde, kendi dilinde sesleniyorum; Ya Beşşar, men dakka dukka. Ey Beşşar, eden bulur.

Suriye meselesi, ne bir ülkenin kendi iç meselesi olarak, görülerek önemsiz hale getirilebilir ne de bölgesel inisiyatif mücadelelerinde bir enstrüman olarak görülebilir. Suriye'de yaşananlar bir insanlık dramıdır, bu drama karşı sergilenecek tutum, sadece Suriye veya bölgenin geleceğini etkilemeyecek, dünyaya demokrasi mesajı veren gelişmiş ülkelere bakış açısını da değiştirecektir. Suriye aslında dünyada herkes için samimiyet testidir. Bu olayı görmezden gelenler, gereken tepkiyi vermeyenler de en az bu olaylara çanak tutup, destek verenler kadar büyük vebal altındadırlar.''

-''Öldürme lisansı''-

Başbakan Erdoğan, BM'de yaşanan sürecin, medeni dünya açısından bir fiyasko olduğunu, acziyetin ötesinde sorgulanması gereken bir ibret vakası olduğunu belirtti.

Uluslararası barış ve güvenliği koruma sorumluğunu yerine getiremeyen BM Güvenlik Konseyi'nin, bir kez daha uluslararası toplumun vicdanını tutsak aldığını anlatan Erdoğan, ''Hiçbir devletin, hangi çıkarlar için olursa olsun, zalimin eline öldürme lisansı vermesi kabul edilebilir değildir, mazur görülemez. Dahası insanlığa, vicdana sığmaz'' dedi.

Veto yetkisine sahip olmanın sorumluğunun büyük olduğuna dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:

''Bu yetkinin, uluslararası toplumun genelinin hak, hukuk, adalet ve hakkaniyet anlayışıyla bağdaşacak tarzda kullanılması gerekir. Bu yetki kullanılırken zulmün devam etmesine yeşil ışık yakılmamalıdır. Başta Humus olmak üzere Suriye'nin dört bir yanında cinayetler, toplu katliamlar yaşanırken, uluslararası toplum bu gidişata tek bir ağızdan dur bile diyememiştir. Esad rejimi, bu kararsızlığı, bu basiretsizliği, mevcut kanlı politikalarını daha da şiddetlendirmek için kendisine verilmiş açık bir çek gibi yorumlarsa, bunun hesabını kim verecektir.

Suriye meselesi, kutuplar arası çekişmelere kurban edilemez. Suriye meselesi güç dengelerine, soğuk savaş misali kutup mücadelelerine feda edilemez. Suriye üzerinden siyasi güç mücadelesi verenler bilsinler ki akan kan, onların da üzerine sıçrıyor. Bu insanlık ayıbı onları da içine çekiyor. Biz Türkiye olarak her zaman diplomasi, diyaloğun gücüne inandık. Bölgemizdeki tüm sorunların müzakere zemininde çözülmesi gerektiğini vurguladık. Çatışma olmasın, kan akmasın diye büyük çabalar harcadık. Ama bugün görüyoruz ki mesele sadece hangi yöntemle sorunun çözüleceğinde tıkanmıyor, sorunun varlığı konusunda, mahiyeti konusunda bir kafa karışıklığı yaşanıyor. BM üyesi kimi ülkelerden gelen açıklamalar, yaşanan dram karşısında büyük bir duyarsızlık, pişkinlik olduğunu gösteriyor. Eğer Suriye'de yaşanan bu insanlık ayıbı, uluslararası güç dengelerine kurban edilirse, herkes bilsin ki vicdanlar tefessüh eder, sağduyu tamamen ortadan kalkar. Suriye'de barış ve istikrarın tesisi için gayret sarfetmeye devam ediyoruz. Diplomasinin bütün imkanlarını kullanıyor, dünya kamuoyunun dikkatini Suriye üzerinde topluyoruz. Suriye yönetimin değil, halkının yanında yer alacak ülkelerle, yeni bir girişimi de bu noktada başlatacağız, bunun da hazırlıklarını yapıyoruz. Arap Ligi'nin Suriye ile ilgili girişimlerini, aynı şekilde desteklemeye devam ettireceğiz.''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Eğer O yazar (Paul Auster) CHP'nin davetine icabet eder de buraya gelirse, lütfen Türkiye'den sonra birlikte İsrail'e gitsinler. Aksi takdirde bu seyahat eksik kalır. 'İsrail'de tutuklu gazeteci ve yazar yok' demek, en hafif tabiriyle yalancılıktır, cahilliktir'' dedi.

Partisinin TBMM grup toplantısında konuşan Erdoğan, geçen hafta yoğun şekilde tartışılan, son derece kasıtlı şekilde çarpıtılan bir kampanyaya dönüştürülmek istenen bazı hususları paylaşmak istediğini belirterek, ''Sizin, teşkilatımızın ve en önemlisi de aziz milletimizin bu kampanyayı görmesini, iyi analiz etmesini, bu kampanyanın arkasındaki zihniyeti iyi değerlendirmesini rica ediyorum. Genişletilmiş İl Başkanlarını toplantısında söylediklerimin A'dan Z'ye arkasındayım'' dedi.

Erdoğan, 2002 yılı öncesinde yazılı ve görsel medyada, en çok da devlet televizyonu olan TRT'de bir takım haberler olduğunu hatırlatarak, ''ABD'nin bilmem ne kasabasında yayınlanan bir yerel gazetede Türkiye ile ilgili makale yazıldı, Türkiye övüldü'' gibi haberler çıktığını kaydetti.

O dönemde Türkiye ile ilgili ayda yılda bir haber çıktığı için küçük büyük demeden her haberin dikkat çektiğini, gündeme geldiğini belirterek, ''Çok şükür AK Parti iktidarıyla birlikte Türkiye bu kompleksten, eksiklikten kurtuldu. Şu anda dünyanın tamamında, her hafta Türkiye ile ilgili onlarca haber, yorum, makale çıkıyor. AK Parti, AK Parti iktidarı ile ilgili haberler, yorumlar, tezler yayınlanıyor. Bu hale geldik. Ama unutmayın 14 Ağustos 2001'de yola çıktığımızda bunların olacağını o günden işaret etmiştim'' dedi.

Türkiye'nin ekonomi, demokrasi ve diplomasideki başarılarıyla, gücüyle, etkinliğiyle dünya medyasında geniş şekilde yer aldığını, kimi zaman Türkiye lehine, kimi zaman Türkiye aleyhine haber ve yorumlar yapılabildiğini anlatan Erdoğan, yoğun mesaisi içinde bu haber trafiğiyle çok da ilgilenmediğini, yoğunluğu gereği seçici davrandıklarını kaydetti.

Geçen hafta sonu bir gazetede, Amerikalı yazarın, bir edebiyatçının, Türkiye ile ilgili ifadelerinin yer aldığını hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu:

''Normal şartlarda bunlar dikkate alacağımız, önem atfedeceğimiz ifadeler değil. Belli ki o yazar Türkiye hakkında çok yanlış bilgilendirilmiş, yanlış yönlendirilmiş ve yabancı olduğu bir konuda da haksız yorumlar yapmış. Biz buna güler geçeriz. Ancak buradan gözden kaçırılan, saklanan bir durum var; Bu Amerikalı yazarın sözleri CHP Genel Başkanı tarafından cımbızlandı ve iç politika malzemesi haline getirildi. Bu tartışmayı, bu polemiği başlatan biz değiliz. CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'dur. Tabii bu ifadeler iç politika malzemesi haline getirilince biz de bu yazarın ifadelerine dikkat kesildik. O esnada şunu da farkettik. Türkiye'yi antidemokratik bir ülke olarak değerlendiren, Türkiye'yi gitmeyeceğini ifade eden o yazar, en son 2010 yılında İsrail'e gitmiş, orada Yazarla Konferansına katılmış, İsrail devlet adamlarıyla görüşerek birlikte fotoğraf çektirmiş. Biz bunu hatırlatınca o yazardan çok anlamlı bir karşılık geldi; 'İsrail'de tutuklu gazeteci ve yazar yok' dedi. Bizim Anamuhalefet partisi genel başkanı, bu ifadeleri adeta bir papağan gibi Türkiye'de tekrarladı. O da 'İsrail'de tutuklu gazeteci sayısı kaç, Başbakan önce onu öğrensin' dedi. Önce Sayın Kılıçdaroğlu'nu, bu tarihe geçecek ifadelerinden dolayı tebrik ediyorum. Umuyorum ki bu sözleri bir papağan gibi tekrar ederek, birilerinin o çok arzuladığı, takdirine, teşekkürüne, hayranlığına mazhar olmuştur. Umuyorum ki İsrail'e arka çıkan bu sözleriyle birilerinin gözüne girmiştir. Hatırlarsanız Mavi Marmara katliamından sonra bizim İsrail'e yönelik eleştirilerimize de Telaviv'den değil, Sayın Kılıçdaroğlu Keşan'dan cevap vermişti. Ardından 'Ben olsaydım Mavi Marmara'nın gitmesine izin vermezdim' diye, Türk siyaset tarihine adını altın harflerle yazdırmıştı, tabii teneke...''

-Mahmut Derviş'in şiirini okudu-

Erdoğan, en son ifadeleriyle 'İsrail'de tutuklu gazeteci sayısı kaç?'' diyerek Kııçdaroğlu'nun zirve yaptığını belirterek, ''Tabii biz bekledik ki Sayın Kılıçdaroğlu kendi cümlelerini kurabilsin, kendisi politika üretebilsin. Ama maalesef bu mümkün olmuyor. Bakıyorsunuz bir gün BDP'nin vagonu, papağanı oluyor, bir başka gün çıkıyor yabancı yazarlara çanak tutuyor'' dedi.

Kılıçdaroğlu'nun, CHP olarak yazarı Türkiye'ye davet ettiğini ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Ben buradan Sayın Kılıçdaroğlu'na tavsiyede bulunmak istiyorum; eğer O yazar CHP'nin davetine icabet eder de buraya gelirse, lütfen Türkiye'den sonra birlikte İsrail'e gitsinler. Aksi takdirde bu seyahat eksik kalır. Şöyle Gazze'yi gören bir tepede birlikte piknik yapsınlar. Arkalarına dünyanın en büyük açıkhava hapishanesi olan Gazze'yi alarak koro halinde o söylediklerini tekrar etsinler; 'İsrail'de tutuklu gazeteci ve yazar yok' desinler. İsrail'de tutuklu gazeteci ve yazar yok demek, en hafif tabiriyle yalancılıktır, cahilliktir. Bunu söylemek Gazze'ye, Batı Şeria'ya haksızlıktır. Bunu söylemek bir yardım gemisinde şehit edilen 9 masum insana haksızlıktır. O plajda güneşlenen o yavrucuklara haksızlıktır. Filistin davasına, mücadelesine, şehitlerine ve sürgünlerine haksızlıktır. Öyle Filistinli yazar ve şairler var ki sürgünde, gözleri vatan hasretiyle açık gittiler. Hapishanelere bile razıydılar, yeter ki kendi topaklarını bir kere öpebilsinler.''

Erdoğan, 2003 yılında Nazım Hikmet Şiir ödülü alan Filistinli Şair Mahmut Derviş'in ''Anam, ey anam, bu satırları kime yazdım/ Hangi ulak iletir bunları/Karada, denizde, ufukta kapatmışlar tüm yolları. Ve sen ey anam, babam, kardeşlerim, yakınlarımı, yoldaşlarım/ belki hayattasınız, belki öldünüz, belki de benim gibisiniz adressiz/ yurdu yoksa, bayrağı yoksa, nedir kıymeti insanın/ evet nedir kıymeti insanının adresi yoksa'' şiirini okudu.

Derviş'in adresi olmadan Filistin'i çok uzun süre göremeden gurbette gözlerini yumduğunu belirten Erdoğan, ''Onlarca Filistinli yazar, şair ve gazeteci Filistin sokaklarında vurulup öldükleri için gerçekten şanslılar Çünkü Filistin topraklarında şehit oldular. Zira Filistin topraklarında ölemeyen, İsrail hapishanelerini dahi göremeyen, kendi vatan toprağını öpemeyen sürgünde ölen nice yazar, şair ve gazeteci var'' dedi.

İsrail'de tutuklu gazeteci, yazar yok' demek, Mahmut Derviş, Naci Ali'ye, 30 yıl ülkesine gidemeyen Barguti'ye haksızlık, insafsızlık olduğunu belirten Erdoğan, ''Eğer Sayın Kılıçdaroğlu ve o yazar, Filistinlileri insan, yazar ve gazeteci olarak görmüyorlarsa, illa İsrailli arıyorlarsa onun da çok sayıda örneği var. Gitsinler İsrailli gazetecileri, İsrail Askeri Sansür Kurumuna sorsunlar. Onlar eğer cesaretleri varsa, İsrail'deki ifade özgürlüğünü anlatırlar'' diye konuştu.

-''Roj TV'yi de savun''-

Erdoğan, burada son derece art niyetli, sistemli ve kurgulanmış bir senaryo ve kampanyanın olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

''Bazı medya kuruluşlarını ve bazı yazarları da yedeğine alan CHP Genel Başkanı, gerek Türkiye içinde gerek yurtdışında Türkiye'yi karalayarak, lekeleyerek son derece çirkin ve tehlikeli bir kampanya yürütüyor. Kendi ülkesine zarar vermek, kendi ülkesinin imajına zarar vermek adına bu kampanyayı yürütüyor. Asıl önemlisi, CHP Genel Başkanı, devam eden bir davayı, Ergenekon davasını önemsiz hale getirmek adına bu taşeronluğu yapıyor. Sayın Kılıçdaroğlu, cebinden gazeteci kimliği çıkan polis katili, teröristi savunuyorsun da Roj TV'yi niye savun muyorsun? Onu da savun. Git Danimarka'ya Roj TV'yi de savun. Al yanına bazı avukatlarını beraber git. Batılı gazetecilerin, yazarların, aydınların tecrübe etmedikleri, hiç şahit olmadıkları bir durum var ortada. Batıda gazeteciler darbe planlarının içinde yer almıyorlar. Batıda darbeye zemin hazırlamak için kitaplar yazdırılmıyor. Batıda birilerine kitap yazdırılıp, haber yazdırılıp sonra da bunu parti kapatma davalarına delil olarak koymuyorlar.

Şu andan itibaren biz bu kara propagandayla mücadele edeceğiz, devam eden mücadelemizi yoğunlaştıracağız. Allah'ın izniyle, milletimizin desteğiyle Türkiye aleyhine yürütülen hem de harici odaklardan destek alınarak yürütülen bu kampanyayı da biz boşa çıkaracağız. Tüm dünyaya Türkiye'de gazetecilerin, yazarların değil, darbe hazırlığı içinde olanların, terör eylemi yapanların yargılandığını tekrar tekrar anlatacağız. Hiçkimsenin Türkiye aleyhine böyle bir kampanyayı yürütme hakkı yoktur. Hele hele haysiyetle bir genel başkan, ülkesine zarar vermek adına böyle kampanyalara önayak olamaz. Fransa'daki yasa konusunda Hükümete destek veriyorsunuz, peki Türkiye aleyhine çirkin açıklamalar yapanlara niye çanak tutuyorsunuz? Türkiye o kadar ifade özgürlüğü var ki bak senin yıllarca içine attığın Dersim meselesini bugün sen hariç tüm Türkiye sorguluyor. Bir Dersimli olduğun halde, kendi partin içinde Dersim konusunda konuşmayı yasaklayacaksın, ifade özgürlüğünden yana ya...Kendi partisi içinde Dersim konusunda konuşmayı yasaklayacaksın, Diyarbakır yönetimini görevden alacaksın, sonra yabancı gazetelere, gazetecilere 'Türkiye'de özgürlük yok' diye makale yazacaksın. Açık söylüyorum bırakın Türkiye'yi, CHP bile böyle bir genel başkanı hak etmiyor. ''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin hiçbir zaman irticaya prim vermediğini ama Türkiye'nin bu irtica kampanyalarına ve sanal irtica korkusuna çok ama çok ağır bedeller ödediğini belirterek, ''Kimi susturmak istedilerse mürteci, kimi dışlamak istedilerse gerici, kimi aşağılamak istedilerse yobaz dediler. Bugün dindar nesil kavramı üzerinde kopartılan fırtına; 31 Mart'ta İstiklal Mahkemeleri öncesinde, Menemen hadisesinde, 27 Mayıs öncesinde, 28 Şubat'ta, AK Parti'nin kapatılması davası öncesinde yürütülen kampanyanın tıpkısının aynısı'' dedi.

Erdoğan, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada, son günlerde dindar nesil, gençlik kavramı üzerinden bir kampanya yürütüldüğünü söyledi.

Bu kampanyanın son derece bayat bir kampanya olduğunu belirten Erdoğan, ''Bu kampanya o kadar bayattır ki 13 Nisan 1909'dan, 31 Mart vakasından bugüne kadar tam 103 yıldır temcit pilavı gibi bu ülkenin önüne getirilmiştir'' dedi. 31 Mart vakası ile başlayan irtica kampanyalarının, Türkiye'de periyodik aralıklarla milli iradenin gasbedilmesinde araç olarak kullanıldığını belirten Erdoğan, ''İrtica diyerek partilerin kapatıldığını, demokrasinin askıya alındığını, insanların idam edildiğini, hükümetlerin eli ve kolunun bağlandığını, dini ve milli, manevi değerlerinin ayaklar altına alındığını'' ifade etti.

İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un, ''Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım. Boğamazsam da hiç olmazsa yanımdan kovarım. Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam, hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale. Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale. Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boyunum. Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu. İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu?'' şiirini okudu.

AK Parti'li milletvekilleri ve partililer, Erdoğan'ın bu sözlerini alkışladı. Erdoğan, şöyle konuştu:

''İşte biz bunları yapıyoruz. Akif'in dediği gibi; irticanın sizin lehçede manası bu mu? İşte bunlar bize utanmadan, sıkılmadan mürteci yaftası yapıştırmaya kalkıyor. Türkiye hiçbir zaman irticaya prim vermedi ama Türkiye bu irtica kampanyalarına, bu sanal irtica korkusuna çok ama çok ağır bedeller ödedi. Kimi susturmak istedilerse mürteci dediler, kimi dışlamak istedilerse gerici dediler, kimi aşağılamak istedilerse yobaz dediler. Bugün dindar nesil kavramı üzerinde kopartılan fırtına; 31 Mart'ta İstiklal Mahkemeleri öncesinde, Menemen hadisesinde, 27 Mayıs öncesinde, 28 Şubat'ta, AK Parti'nin kapatılması davası öncesinde yürütülen kampanyanın tıpkısının aynısı.

Kusura bakmayın, biz bunları yutmayız. Zira biz siyasi mücadelemiz boyunca bu kampanyaların içinden geçtik. Bu kampanyaları aşarak bugünlere ulaştık. Biz bu yolda elinden irtica bahanesi alındığı için, kimlik bunalımı yaşayan o yazarlarla değil, milletimizle yürüyoruz. Bize milletimizden başka hiç kimse istikamet çizemez. Televizyonlarda, şurada, burada çeşitli oturumlarda, veryansın ediyorlar. Sizin veryansınınız değil, milletimin veryansını önemlidir, onun da ölçüsü sandıktır.

Hem demokrasi diyeceksin, ondan sonra da demokraside 'Başbakan niçin böyle konuşuyor?' diyeceksin. Ben milletimin dili ile konuşuyorum. Milletimizin dilini yakaladığımız için bugün AK Parti buralarda ama siz milletle beraber yürümediniz, milletin dilini anlamadınız, milletin dili ile konuşmadığınız için de on yıllardır iktidar olamadınız, olamayacaksınız. Anayasa'nın 24. maddesini açın okuyun, Anayasa'yı kabul etmiyorsunuz. O zaman da dindar bir insanın çağdaş olabileceğini niçin düşünmüyorsunuz, dindar insandan çağdaş olmaz mı? Hem dindar ham çağdaş olamaz mı bir insan? Bunlar dindarlığı ne zannediyorlar acaba? Bunların dindarlık anlayışı da bu. Bunlar maalesef çağdaşlığı da anlamış değiller.''

-''Akıllı tahta karşısında yetişen bir nesil üniversitelere gidecek''-

Başbakan Erdoğan, FATİH Projesi ile böyle konuşanlara yeni bir ders verdiklerini söyledi. FATİH Projesinin, dindarlığı savunan bir Başbakan'ın kadrosuyla beraber ortaya koyduğu bir proje olduğunu kaydeden Erdoğan, ''İnternet, bilgisayar yeni mi icat oldu? AK Parti iktidarından önce bunlar yok muydu, niçin sizler bunları yapamadınız? Niçin okullarda yavrularınızın önüne bunları koyamadınız?'' diye sordu.

Bir televizyon kanalında akşam birilerinin, ''Anadolu çocuğu, yoksul kesim üniversiteye gidemiyor'' dediklerini ifade eden Erdoğan, ''Sen öyle zannediyorsun, şimdi Anadolu'nun o yoksul yavrularının eline, tablet bilgisayarları vereceğiz, bunlarla beraber akıllı tahta karşısında yetişen bir nesil üniversitelere gidecek'' dedi.

Erdoğan, birisinin de utanmadan, sıkılmadan, ''AK Parti iktidarı müteahhitler yetiştirmiştir'' dediğini söyleyerek, şöyle konuştu:

''Ne kadar zavallısın sen ya? İşte bunların bakış açısı bu. Hangi dönemlerde nasıl işler yapmış hepsi ortada. Biz işi ehline veririz. İşi ehline verirken de yatırımcıları teşvik ederiz. Belli ellerde sermayenin dolaşmasına da müsaade etmeyiz. Bu da bizim farklı yaklaşımımız. Eğer AK Parti iktidarı büyümede böyle bir patlamayı gerçekleştirdiyse, bunun altında da bu yatıyor. Sizler faizle insanı sömürdünüz, sömürülmesine vesile oldunuz. Bizler yüzde 63'den aldığımız faizi indirdik, indirdik, indirdik; şu anda bizim dönemimizin en yükseği sayılabilen yüzde 10'da kadar düşmüş vaziyette ki bunu kabullenmiyoruz. Daha da inecek, onun da mücadelesini ayrıca veririz. Çünkü, yüzde 10 faizi bile yüksek gören bir iktidarız. Hiç kimse çok bilmiş edasıyla, mürebbiye edasıyla, parmağını sallayarak bize istikamet gösteremez, rota belirleyemez, efendilik taslayamaz. Bizim rehberimiz millettir. Biz milletin önüne parti programı, tüzüğümüz, seçim beyannamesi, Hükümet programı ile çıktık; bizim rotamız,istikametimiz, yöntemlerimiz belli.

'Bu Hükümetin gizli ajandası, gizli niyetleri var, bu hükümet takiye yapıyor' diyerek ensemizde boza pişirilmesine asla ve asla müsaade etmeyiz. Zira bizim iktidarımızda ikna odaları yok Sayın Kılıçdaroğlu. Bu ülkede on yıllar boyunca dindarlara ikinci sınıf muamelesi yapıldı. Namaz kılanlar, oruç tutanlar, sakallılar, başörtülüler, hatta 'selamün aleyküm' diyenler aşağılandı, dışlandı, ötelendi. Dini eserler yasaklandı, camiler kapatıldı, Kuran-ı öğrenmek isteyenlerin, imam hatip okullarına gitmek isteyenlerin yolları kesildi, orta kısımlar kapatıldı.''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Türkiye'de on yıllar boyunca, tek parti dönemindeki CHP tarafından gençlik için zararlı alışkanlıklar özendirilirken, gençliğin dinini öğrenmesinin yasaklandığını belirterek, ''1940'lardan söz etmiyorum; 1990-2000'li yıllarda ikna odalarında başörtülü kızlara işkence edenler, CHP tarafından korundu, desteklendi ve milletvekili yapılarak ödüllendirildi'' dedi.

Erdoğan, partisinin TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye'de on yıllar boyunca, tek parti dönemindeki CHP tarafından gençlik için zararlı alışkanlıklar özendirilirken, gençliğin dinini öğrenmesinin yasaklandığını, engellendiğini söyledi.

Gençlerin kendi değerlerine yabancı hale getirildiğini ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:

''1940'lardan söz etmiyorum; 1990'lı, 2000'li yıllarda ikna odalarında başörtülü kızlara işkence edenler CHP tarafından korundu, desteklendi ve milletvekili yapılarak ödüllendirildi. Çıkmışlar bize, elinizde dindarlılığı ölçecek alet mi var? diye soruyorlar. Biz dindarlık ölçme meraklısı değiliz. Böyle bir yetkinin bizde olduğunu iddia edenlerden hiç olmadık. Çünkü bizim uluhiyet kavramımız yok, o ancak kadiri mutlak olan Allah'a aittir. Ama merak ediyorum, siz bu ülkede yıllarca laikliği nasıl ölçtünüz? Hangi cihazı kullandınız, önce bunu anlatın? Üniversite kapılarında başörtülü kızların laikliğini nasıl ölçtünüz? İkna odalarında kızlara hangi araçlarla işkence yaptınız? Bunu anlatın. Başörtüsü ile ilgili düzenlemeyi, Kılıçdaroğlu neden Anayasa Mahkemesine götürdünüz? Siz önce millete bunu anlatın. Şimdi dindar bir nesil derken, neyi kastettiğimi anlıyor musun? Ey köşelerinde yazanlar, görsel medyada televizyonlara çıkanlar. Bunu niçin söylediğimi anlıyor musunuz? İmam hatiplerle sorununuz ne? Meslek liselere ile meseleniz ne? Katsayı konusuna neden bu kadar takıldınız? Önce bunu anlatın. Sadece bize oy verenlere değil, 75 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına sesleniyorum: Biz 9 yıldır hiçbir dayatmanın içinde olmadık. Bugün de değiliz, yarın da olmayacağız. Biz birilerin geçmişte yaptığı gibi, öğrenci formatlama gayretinde değiliz.''

Erdoğan, örneği olmayan FATİH projesini 17 ilde, 52 okulda başlattıklarını söyledi.

Eylül ayına kadar liselerin yarısında FATİH projesi uygulamaya geçeceğini belirten Erdoğan, 4 yıl içinde 42 bin okul ve 570 bin dersliğin, akıllı tahtaya, hızlı internete, yüksek teknolojili eğitim cihazlarına kavuşacağını bildirdi. Sabahattin Zaimoğlu Anadolu Lisesi'nde, akıllı tahtaların ve tabletlerin dağıtımını yaptıklarını ifade eden Erdoğan, ''Orada olanların büyük bir çoğunluğu yoksul ailelerin çocukları. Asla istisnası, zengin fakir ayırımı yok. Bunu bilmeyen profesörlere de sesleniyorum: Bakıyorum koskoca prof, akşam bunu söylüyor. 'AK Parti iktidarı yoksullara eğilmedi' diyor. Vah zavallı. Önce bunları öğren. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Tabi her dinleyen de zannediyor ki bunun önünde profesör var, herşeyi bilir, herşeyi bilmez. Bildiğini bilir. Onun bildiği de ne? İşte FATİH Projesi ile ilgili hangi adımların atıldığından haberi yok. Peyami Safa'yı okumalarını özellikle tavsiye ederim'' diye konuştu.

-''Haberin var mı hoca?''-

Erdoğan, 9 yılda okullara 1 milyona yakın bilgisayar gönderdiklerini belirterek, şunları kaydetti:

''Haberin var mı hoca? 1 milyon. 29 bin 812 bilişim teknolojisi sınıfı açtık. Haberin var mı hoca? Bilgisayarın, internetin olduğu bir okulda dayatma olabilir mi? İşte onun için bizden önce okullara bilgisayar göndermediler, internet bağlamadılar. Böyle okullarda ve sınıflarda, olsa olsa olsa bilgisayarları formatlarsınız ama zihinleri asla formatlayamazsınız. Elbette her siyasi partinin gelecek, nesil tasavvuru vardır. Dini, milli ve manevi değerlerle yetişen bir nesil arzulamanın neresi yanlıştır? AK Parti değil midir modern olanla, geleneksel olanı harmanlayan; medeniyet değerlerimizle evrensel değerleri bir arada götürmeye çalışan. İktidara talip olan her partinin bir toplum ve birey tasavvuru vardır. İnsanlar ona göre oy verirler. Biz meydanlarda böyle dolaştık, bunları anlattık ama hiç bir parti kendi tasavvurunu topluma dayatmaz, dayatamaz. İşte biz bunun idraki içindeyiz. Toplumu zorla devlet marifetiyle dönüştürmeye çalışmaz. Ama sizler de lütfen, köşe yazarları ve konuşmacılar, zorla işi buralara kaydırmaya çalışmayın. Biz toplum mühendisliğine de karşıyız, siyaset mühendisliğine de. Sorun AK Parti'nin nasıl bir toplum ve siyaset tasavvuruna sahip olduğunda değil, sorun diğer partilerin böyle bir tasavvuru, böyle bir vizyonu olmamasıdır. Bizler, milletimizin rızası çerçevesinde, Anayasa ve yasalar çerçevesinde 9 yıldır ne yaptıysak onu yapmaya, millete hizmet üretmeye devam edeceğiz. Engelleri kaldırarak; dayatmaları, yasakları tek tek kaldırarak, yolları açarak, gençlerin ve ailelerin önüne seçenekler, imkanlar, fırsatlar koyarak bu yolda yürüyeceğiz.

Biz devletin zihinleri tek tipleştirmesine, şekillendirmesine de karşıyız. Çocuğunu ateist olarak yetiştirmek isteyenlerin, çocuklarına yaptığı dayatmaya da karşıyız. Bu, AK Parti'ye ve Hükümetine yönelik bayat bir kampanyadır. Kimlik bunalımı içindeki, modası geçmiş, çağa ayak uyduramayan yazarların, 103 yıl önceki modaya uyarak, irtica yaygarası çıkarması artık bu ülkede... Milletim müsterih olsun. Bize oy verenler kadar vermeyenler de müsterih olsun. Bu hükümet 75 milyonun hükümetidir. bu Hükümet 75 milyonun tercihlerine saygılı bir Hükümettir. Geride bıraktığımız 9 yıl, 75 milyonun tercihlerine nasıl saygı gösterdiğimizin en büyük ispatıdır. Milletimiz bize inansın, bize güvenmeye devam etsin; biz bu yolda milletimizle yürüyecek sadece ve sadece milletin rotasında ilerleyeceğiz.''

-Bozkır başını çarptı-

Bu arada, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır'ın grup salonunda ayağı kayarak başını sıraya çarptığı öğrenildi. Meclis doktoruna götürülen Bozkır'ın anlına bandaj atıldı. Bozkır'ın evinde istirahat ettiği bildirildi.