Bloomberght
Bloomberg HT Haberler Bakan Ergün'den teşvik açıklaması

Bakan Ergün'den teşvik açıklaması

Bakan Ergün, yerli otomotivin arge sürecinde teşviğin nasıl işleyeceğini açıkladı

Giriş: 30 Nisan 2012, Pazartesi 17:04
Güncelleme: 30 Nisan 2012, Pazartesi 18:07

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün; BloombergHT Ekonomi Direktörü Kerem Alkin'e verdiği özel ropörtajda dış ticaretten yeri otomobil teşviğine birçok konuya açıklık getirdi.

Kerem Alkin- Şubat ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 66,5 iken bunun bir miktar azaldığını görüyoruz 64,3. Aslında Türkiye ekonomisi dinamik yapısı itibariyle tempolu bir şekilde gidiyor. Tabii dünya petrol fiyatlarındaki Suriye ve İran gerginliğinden kaynaklanan artışlar da ister istemez dış ticaret açığımızı artıran etkenlere sebep olmakta. 7,2 milyar dolarlık bir beklenti vardı Sayın Bakanım, bu 7,35 olarak, 7 milyar 350 milyon dolar gerçekleşen dış ticaret açığı. Geçen ay 5,9 milyar dolar düzeyindeydi. Siz genel anlamda bakıldığında bu rakamları nasıl değerlendiriyorsunuz, aslında ihracatımızda da iyi bir gidiş var.

Nihat Ergün- Türkiye ekonomisi dışa açık bir ekonomi, doğal olarak ihracat ve ithalat rakamları her zaman ilgi alanımız içerisinde, herkesin ilgi alanı içerisinde. Ne kadar ithal ediyoruz, ne kadar ihracat yapıyoruz, neyi ithal ediyoruz, ne ihraç ediyoruz, bunların hepsi çok önemli. Ve tabii ihracatın ithalatı karşılama oranı da son derece önemli. Bir ara cari açıkta gerçekten çok ileri boyutlara varan rakamlar ortaya çıktı. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 50’ler seviyesine kadar geriledi.

Kerem Alkin- Geçen sene bir ara o kötü rakamları görmüştük.

Nihat Ergün- Şimdi tekrar yüzde 65’ler seviyesine çıkmış olması, bu dönemde alınan tedbirlerin etkili olduğunu gösteriyor. Ama yine de yeni tedbirler almak gerekiyor. İhracatın ithalatı karşılama oranını maksimum düzeylere çıkarmak, hatta mümkünse cari açık vermekten belirli bir dönem cari fazlaya geçmek, ama özü itibariyle dış ticaret dengesinin sağlıklı bir şekilde kurulmasıdır. Bazen fazla verirsiniz, bazen az verirsiniz, ekonominiz için risk teşkil etmeyecek bir noktada bunu tutabilmek önemlidir. Son zamanlarda alınan önlemler cari açıkla ilgili rakamları bir hayli aşağıya çekecek önlemler, bunları önümüzdeki süreçte göreceğiz. Yani, yeni yatırım teşvikleri, cari açığı önlemeye dönük alandaki teşviklerin yoğunlaştırılması gibi tablolar bizim önümüze herhalde önümüzdeki yıl daha net bir şekilde gelecek ve ihracatın ithalatı karşılama oranı da bu çerçevede daha üst seviyelere çıkmış olacak.

Kerem Alkin- Burada tabii sanayi mallarımızın katma değer becerisi dikkate alındığı zaman, sanayi mallarımızın toplam ihracatımızdaki rolünün yüksek olması son derece önemli. Bakanlığınız da bu yönüyle bakıldığında sanayi mallarının hem toplam ihracattaki ağırlığının artması, hem de sanayi malları aracılığıyla Türkiye’ye sağlanan ya da kazandırılan katma değerin artırılması noktasında çok çalışıyor.

Nihat Ergün- Tabii biz cari açık konusunu ekonomimiz için önemli bir risk unsuru olarak görüyoruz, üzerinde de duruyoruz. Ama bizim için sevindirici olan şey şudur: Türkiye ekonomisi sanayi üretimine, üretime dayalı bir ekonomi. Üretime dayalı olmayan ekonomilerin ayakta kalması son derece zor. Bizim üretime dayalı bir ekonomi olmamız ve bu alanın sürekli güçlenmesi işin sevindirici tarafıdır. İhracatımız içerisinde sanayi ürünlerinin payı yüzde 95’tir. Biz yüzde 95 sanayi ürünleri ihraç eden bir ülkeyiz. Ve bunun da gün geçtikçe katma değerinin artması, teknolojisinin artması için çalışıyoruz. Daha yüksek katma değerli, daha ileri teknolojili sanayi ürünleri ihraç eden bir ülke haline gelmemiz lazım.

Bu açıdan dış ticaret verilerine baktığımızda biz ne ithal ediyoruz? Enerji ithal ediyoruz, niye ithal ediyoruz enerjiyi, hani boşa yakalım diye ithal etmiyoruz. Sonuçta sanayinin çarklarını döndüren bir enerji ithalatı yapıyoruz, üretime dayalı bir ekonomiye sahip olmamızın doğal sonuçlarından bir tanesi enerji ithalatıdır. Ama enerji yatırımları da enerji ithalatını önlemeye dönük şekilde devam ediyor. Nükleer enerji santrallerinden tutun da güneşe, rüzgara varıncaya kadar bu alandaki çalışmalar buna işaret ediyor. Ne ithal ediyoruz? Ara malları ithal ediyoruz, yani yarı mamul ürünler. Bunları burada mamul ürün haline getirip diğer üretilenlerle, diğer sektörlerden gelenlerle birleştirmek ve bunlara bir katma değer daha ilave edip bunları yurt dışına ihraç etmek. Yani, ağırlık noktasının ithalatımızın ara malları oluşturuyor.

Bir başka ağırlık noktası daha var, üçüncü bir nokta; yatırım malları, makine teçhizat. Yani, yeni fabrikalar kuruluyor, insanlar teknolojilerini yeniliyorlar ve bunun için de yatırım malları ithalatı yapıyorlar. Ama biz makine ve teçhizatta da stratejilerimizi oluşturduk, önümüzdeki süreçte Türkiye yatırım mallarında da ciddi bir üretici ve ciddi bir ihracatçı konumuna gelme trendinin içerisine girmiş bulunuyor. Bütün bunlar enerji, ara malları ve yatırım mallarının ithal ediliyor olması, Türkiye ekonomisinin üretime, sanayi üretimine ve bunların ihracına dayalı bir ekonomi olmasından kaynaklanıyor. Sevindirici olan tarafı bu. Mesela, Cuma günü Azerbaycan’daydık, önemli bir karar aldı Azerbaycan Yönetimi; ekonomiyi enerjiye bağlı bir ekonomi olmaktan çıkarmalıyız, petrol ve gaz satan bir ekonomi olmaktan çıkarmalıyız, ekonomiyi üretime yöneltmeliyiz, sanayi üretimine yöneltmeliyiz, ziraata, tarımsal üretime yöneltmeliyiz, turizm potansiyelimizi değerlendirmeliyiz ve enformatik teknolojiler konusunda ilerleme kaydetmeliyiz. Mesela dört tane önemli karar almış, şimdi bu kararları nasıl hayata geçirelim diye bir çaba içerisindeler, sevindirici bir şey. Yani, Azerbaycan’ın petrole dayalı bir ekonomi olmaktan çıkma eğilimi, son derece önemli bir eğilimi. Bizde petrol yok zaten, gaz yok. Dolayısıyla, bizim ekonomimizin sanayiye, üretime dayalı bir ekonomi olması bu açıdan son derece sevindirici. Doğru bir istikametteyiz biz, tabii risklerimiz var cari açık başta olmak üzere, ihracatın ithalatı karşılama oranı başta olmak üzere onlar üzerinde de hep birlikte çalışıyoruz.

Kerem Alkin- Şimdi tabii S&P ve Moody’s ve Fitch’in uluslar arası derecelendirme kuruluşlarının Türkiye konusunda ortaya koydukları iki önemli algı problemine işaret etmek istiyorum ve sizin görüşlerinizi almak istiyorum. Birincisi; Rusya’nın notunu yüksek tutuyorlar, petrol ve doğalgaz fiyatları dünyada yüksek ve petrol ve doğalgazdan çok iyi para kazanıyorlar diye. Belki Yunanistan’a da geçmişte sadece Avrupa Birliği’ne üye olması nedeniyle de destek aynı şekilde yüksek derecelendirme notu veriyorlardı. Fakat şimdi sırtını Avrupa Birliği’ne dayamış olan Yunanistan meselesine son 2,5 seneye baktığımız zaman işlerin öyle olmadığı anlaşılıyor. Medvedev’in bizzat Rusya’nın o zamanki Devlet Başkanı olarak, “biz ömrümüz boyunca petrol ve doğalgaza dayalı bir ekonomi mi olacağız, bu Rusya için aslında bir ayıptır” demişti. Azerbaycan’ın da bu konuda endişe duyduğunu görüyoruz.

Bu yönüyle bakıldığı zaman cari açık meselemizde aslında bunun üretim odaklı ve Türkiye’nin yatırım odaklı cari açığı noktasında biraz bize haksızlık yapılıyor gibi bir görüş var, siz ne diyeceksiniz?

Nihat Ergün- Bunu biz çok uzun zamandır dillendiriyoruz. Yani, Türkiye bu konuda haksızlığa uğrayan ülkelerden bir tanesi. Bizden çok daha zayıf durumda olan ülkelere bizden çok daha yüksek notlar verilirken, onların dünya ekonomisi içerisinde pozisyonu daha iyi gösterilirken, Türkiye ekonomisi bu kadar dinamikken, bu kadar makro ekonomik dengeleri yerli yerine oturmuşken, enerji ithalatçısı bir ülke, petrol ve doğalgaz satarak geçimini sağlayan bir ülke değil burası. Üreterek, alın teri dökerek, emek sarf ederek, sanayi üretimi yaparak ve bunu ihraç ederek güçlenen bir ülke olmasına rağmen bunu dikkate almayan uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşları, Yunanistan gibi, Rusya gibi, üretime dayanmayan, sanayi üretimine dayanmayan, belirli konularda Avrupa Birliği’nin üyesi olması bazı siyasi riskleri ortadan kaldıran bir unsur olarak belki görüldü veya Rusya’nın petrol ve doğalgaza bağlı ve bundan zenginleşen bir ülke olması ekonomik açıdan bir avantaj görüldü ama, bunlar bütün değerlendirmede Türkiye’nin önüne çıkaracak unsurlar değil; Türkiye’ye daha adil davranılmalıydı. Ama öyle olmasa bile Türkiye’ye gelenler, Türkiye ile iş yapanlar, Türkiye’nin dinamizmini yakından görenler o gerçek kredi notlarını onlar veriyorlar ve Türkiye o kredi noktalarına sahip olmasa bile yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Kerem Alkin- Sayın Bakanım, bu noktada yeni teşvik sistemi Türk sanayisinin derinleşmesi, uluslar arası rekabet gücünün artması, teknoloji ve ar-ge yatırımlarındaki sıçrama açısından çok önemli bir fırsata işaret ediyor. Gerçekten de büyük bir heyecana sebep oldu gerek yerli yatırımcılar, gerekse yabancı yatırımcılar açısından. Bununla ilgili olarak bazı vereceğiniz mesajlar öncesinde bir iki tane ufak soru var. Bunlardan bir tanesi, gerek Başbakan Yardımcımız Sayın Babacan, gerekse siz söz konusu uygulama takviminin gerekirse bir önceki yılın, 2011’in Temmuz veya Haziran’ına kadar çekilebileceğini ifade etmiştiniz. Ama bir yandan da 1 Ocak 2012 konuşuluyor. Bu konuda acaba Ekonomi Koordinasyon Kurulu ve Bakanlar Kurulunda takvimle ilgili olarak net bir görüş ortaya çıktı mı?

Nihat Ergün- Şimdi teşvik sistemiyle ilgili bazı yasal düzenlemeler de gerekiyor, onlar Parlamentoya sevk edildi, 3-4 tane kanunda değişiklik yapılması icap ediyor. Özellikle bu 6. bölgedeki sigorta primlerinin tahsil edilmemesine dair, vergilerin tahsil edilmemesine dair konular, bunlar bir taraftan çıkıyor. Bir de, Ekonomi Koordinasyon Kurulunda kararnamenin hazırlanması gerekecek. Ekonomi Koordinasyon Kurulunda bir iki görüşme bu konuyla ilgili gerçekleştireceğiz. Kararname çünkü hazırlanıp Bakanlar Kurulu kararı haline gelmesi lazım. Teşvik sisteminin ana çerçevesi ilan edildi zaten Başbakanımız tarafından. Biz yeni teşvik sistemi konuşulmaya başlandığı zaman, geçen yıl seçimler zamanında konuşmaya başlamıştık, 2012 yıl başında yeni bir teşvik sistemi getireceğimizi, onun üzerinde çalıştığımızı, bunun cari açığı engelleyici noktasının ağırlık merkezini teşkil edeceğini konuşmuştuk. Ama yatırımcıya da şunu söyledik: Siz şimdi yeni teşvik sistemi gelecek bekleyelim diye düşünmeyin, yatırımlarınızı yapın, eğer bu teşvik sisteminde sizin lehinize unsurlar gelirse, bu tarihten itibaren yapılmış olan yatırımlar bundan yararlanacaklardır, yararlanırlar, geriye dönük işleteceğiz şeklinde. Bir geriye dönük işletme oldu tabii ki, yani biz teşvik sistemini Nisan başında ilan ettik, 1 Ocak itibariyle uygulanacak diye o tarihte ilan edilince 3,5 aylık bir geriye dönük takvim işledi. Ama beklenti daha geriye dönük olmasıydı, yani 2011’in son 6 ayını kapsayacak şekilde bir geriye dönük beklenti vardı. Onu henüz konuşmadık, yani…

Kerem Alkin- Bu kesin netleşmiş değil mi 1 Ocak 2012 Sayın Bakanım?

Nihat Ergün- Bu tabii ki eğer ilan edilen rakam nihayetinde kararnamede de böyle çıkarsa, o zaman kararname çıkana kadar bazı revizyonlar olabilir. Kararnamede böyle çıkarsa tabii 1 Ocak 2012 diye devam eder. Ama kararnamede konuşuruz, hayır bunu 6 ay geriye döndürelim diye bir karar çıkarsa kararnameyi bu şekilde revize etme imkanımız var. Ama henüz kesin bir karara, yani 1 Ocak 2012’den daha geriye dönmek üzere kesin bir karara varılmış değil.

Kerem Alkin- Bu noktada teknoloji ve ar-ge sıçraması boyutuyla bakıldığı zaman yeni teşvik sistemi ne tür heyecanlı gelişmelere ve fırsatlara işaret ediyor.

Nihat Ergün- Şöyle söyleyelim: Bu teşvik sisteminin bazı özellikleri var geçen seferki teşvik sisteminden farklı olarak. Tabii ki her teşvik sistemi yatırımları artırmayı, ülkenin büyümesini ivmelendirmeyi ön plana alıyor, bunun da amaçlarından bir tanesi bu. Bir başka amacı, işte bölgesel gelişmişlik farklarını ortadan kaldıralım veya azaltalım. İşte en zayıf bölgelere en yüksek teşviki verelim, güçlü bölgelere daha az teşvik verelim. Sektörel açıdan bazı sektörleri ön plana çıkartalım. Az gelişmiş bölgelere yatırımları yoğunlaştıralım gibi amaçlar. En önemli amaçlardan birisi, ithalata olan bağımlılığı azaltalım, cari açığı önleyelim, hangi alanlarda cari açık veriyorsak bu alanları tespit ettik zaten, o alanlarda yoğun teşvikler vererek Türkiye’de üretimi teşvik edelim. Ama bir başka şey daha yapalım; Türkiye’de teknolojik dönüşümü sağlayalım, öyle bir teşvik mekanizması getirelim ki Türkiye’de teknolojik dönüşümü sağlayalım. Yüksek katma değer ve ileri teknoloji içeren ürünlere yoğun teşvikler verelim. Bu ürünlerden önemli bir bölümü tespit edilenler, mesela hangi bölgede yatırım yapılırsa yapılsın, bir kısmı 5. bölge teşviklerinden yararlanacaklar, eğer organize sanayi bölgesinde yapılırsa 6. bölge teşviklerinden yararlanacaklar ya da daha farklı nitelikteyse, en azından bir alt bölge teşvikinden yararlanacaklar. Yani, birinci bölgede yapılmış olsa bile sanki ikinci bölgede yapılmış, dördüncü bölgede yapılmış olsa beşinci bölgede yapılmış gibi. Sektörlere ve miktarlara göre değişen bir şekilde yüksek katma değerli ve ileri teknoloji ürünlerin üretilmesi konusu münhasıran bu sistemde teşvik ediliyor. Kümelenme, kümelenmenin meydana getireceği avantajlar teşvik ediliyor. Bu nedenle de organize sanayi bölgelerinde yapılan yatırımlar bir alt bölgede yapılmış yatırımlar gibi teşvik görecek. Yani, Ankara’da herhangi bir yatırım, dışarıda bir yatırım yaparsanız birinci bölge yatırımı olacak. Ama bir organize sanayi bölgesinde yaparsanız, ki orada da bedelsiz arsa tahsisi uygulamalarımız var, orada da ikinci bölge teşvikinden yararlanan bir yatırımcı olarak bundan istifade etme imkanına sahip olacaksınız. Başka farklılıklar da var; geçen teşvik sisteminde mesela, sigorta primi işveren hissesi desteği 2 yılla 7 yıl arasında değişiyordu bölgelere göre, şimdi bu 12 yıla kadar çıktı. Altıncı bölgede en az 10 yıl altıncı bölgedeki bir organize sanayi bölgesinde yatırım yaparsa 12 yıl boyunca teşvikler devam ediyor. Bu şekilde önemli farklılıklar, kredi faiz desteğinde önemli farklılıklar var, yapım esnasında Katma Değer Vergisi iadesi geldi şimdi 500 milyonun üzerindeki büyük inşaat yatırımı gerektiren işlerde.

Ayrıca, şimdi Türkiye’nin neresinde gelir elde ederseniz edin, 6. bölgede bir yatırım yaparsanız, çok teşvik gerektiren bölgelerde bir yatırım yaparsanız, oradaki yatırımınızı diğer yerlerdeki karınızdan düşebiliyorsunuz, orada verginizden indirebiliyorsunuz, böyle bir imkan yoktu daha önce. Bu teşvik sisteminde şimdi bu tür imkanlar da geldi. Eminim, özellikle birinci bölge, ikinci bölge gibi bölgelerdeki yatırımcılar daha zayıf bölgelerde yatırım yapmaya böylece yönelmiş olacaklardır. Onların buradaki tesislerinin bir başka üretim bantı, 6. bölgede ortaya çıkabilecek ve bu da kendi yatırımcımızı, sadece yabancı sermaye yatırımlarını değil içeride kendi yatırımcımızı da daha çok yatırım yapmaya teşvik eden bir unsur olacak.

Kerem Alkin- Demin tarihle ilgili soruyu sorma ihtiyacı hissetmiştim Sayın Bakanım, çünkü Sakarya ve tesadüfen Bursa’da yeni teşvik sistemi ilan edildikten sonra naçizane bir konuşma yapma şansımız oldu, buralarda da ki işte bunlar gerek yatırımcı toplantıları oluyor, değişik toplantılar oluyor, bazı konularda elimizden geldiğince yeni teşvik sisteminin detayları konusunda bilgilendirme çabasında olduk.

Bir soru; beşinci bölgedeki bir OSB 6. bölge imkanlarından yararlanırsa, o zaman 6. bölgeye kimse yatırım yapmaz sorusu, bu nedenle de beşinci bölgedeki OSB’lerin bu yönüyle bakıldığı zaman bir alt alana inmemesi, dolayısıyla 5. bölgede organize sanayi bölgesinde olsun veya olmasın eşitlenmesi. Bu yönüyle bakıldığı zaman…

Nihat Ergün- Altıncı bölgede organize sanayi bölgesinde yatırım yapana da, mesela 2 yıl ilave oluyor. Beşinci bölgede organize sanayide yatırım yapan diyelim ki 10 yıl işveren hissesi desteğinden yararlanıyorsa, organize sanayi bölgesinde yatırım yapan 10 yıl yararlanıyorsa, 6. bölgede organize sanayi bölgesinde yatırım yapan 12 yıl yararlanıyor. Organize sanayi bölgesinde yapmayan 6. bölgede 10 yıl yararlanıyor, 5. bölgenin organize sanayi bölgesinde yatırım yapan gibi yararlanıyor. Ama 6. bölgenin organize sanayi bölgesinde yatırım yapan sanki bir yedinci bölge varmış gibi, yok ama varmış gibi bir kademe daha ona ilave unsur geliyor.

Kerem Alkin- Dolayısıyla, 5. bölgeyle 6. bölge arasında her ne olursa olsun bir ayrım korundu.

Nihat Ergün- Bir fark var, tabii.

Kerem Alkin- Çünkü, hep o ifade edildi, acaba beşinci bölgeye mi yapılması tercih edilir, altıncı bölgeye kimse gitmez mi diye.

Nihat Ergün- Yok değil değil.

Kerem Alkin- Altıncı bölge için de ek fırsatlar…

Nihat Ergün- 6. bölge zaten kendisi ek fırsatlara sahip bir bölge, ama 6. bölge organize sanayi bölgesi ilaveten, yani altıncı bölgeye ilaveten sanki bir yedinci bölge varmış gibi diyelim işte 10 yılsa 12 yıl gibi bir ilave yıla sahip olmuş olacak.

Kerem Alkin- Şimdi 6 bölgeye ayrılmış yeni bir teşvik sistemimiz var. Aynı anda da Bakanlığınızın 81 ilde bilim merkezleri oluşturma hedefi var. Bu yönüyle bakıldığı zaman bu 81 ilde bilim merkezleri oluşturulması, bunun yeni teşvik sistemi açısından nasıl bir harmonizasyonla gideceği ve bilim ve teknoloji alanında 2023 hedefler için bu 81 ildeki bilim merkezlerinin nasıl bir görev üstleneceği; bu konularda ne diyebiliriz?

Nihat Ergün- Bilim ve teknoloji merkezleri, bizim geç kaldığımız işlerden bir tanesi. Bugün dünyanın birçok ülkesinde bilim ve teknoloji merkezleri var. Amerika’da 350 tane var, Avrupa’da 350’den fazla var. 2 binden fazla dünyada bilim ve teknoloji merkezi var, bir kısmı son yıllarda çok hızlanan merkezler. Ama özellikle Amerika Birleşik Devletleri bu konuda vaktiyle öncülük yapmış, bunun da nimetlerini görmüş. Çünkü, bilim ve teknoloji merkezleri sayesinde toplumda bütün kesimler 7’den 70’e bilime ve teknolojiye büyük ilgi duymuşlar. İçinde yaşamışlar bilimin, hissetmişler, dokunmuşlar, bilime dokunmuşlar. Merak uyanmış insanlarda, gençlerde özellikle. Ve bilime ve teknolojik araştırmalara yönelik işin merkezini itici kuvvetini, tahrik edici unsurunu oluşturmuşlar. Biz bu konuda geç kaldık. Ufak tefek denemeler var, ama arzu edilen boyutlarda değil yani. Mevcut olanlar bile çocukları heyecanlandırıyor bazen. Şimdi biz geç kalmış bile olsak hızlı bir şekilde telafi edebiliriz. Allah’a şükür bugünkü imkanlarımız bunları yapmaya müsait. Ne yapalım diye düşünmüyoruz, parayı nereden bulalım diye düşünmüyoruz. Bütün bunları yapabilecek imkanlara sahibiz. Tabii bir sıralamaya tabi tuttuk. Önce büyük şehirlerde, 16 büyük şehirde, inşallah bunu 2016 yılına kadar gerçekleştireceğiz. Birkaç tanesi devam ediyor zaten şu anda. İstanbul, Ankara, onlar da yerlerini hazırlayacaklar. Onları da yapacağız. İlk etapta büyük şehirlerde yaklaşık 500 milyonluk bir harcama yapacağız biz Bakanlık ve TÜBİTAK olarak bütün donanımlarını biz oluşturacağız. Büyük şehir belediyeleri de mekanlarını oluşturacaklar. Ondan sonra bütün 81 ilde devam edeceğiz 2023 yılına kadar, bunu kısaltabiliriz, bu 2023 yılını eldeki imkanlara göre ve ilgili belediyelerin, yerel yönetimlerin işbirliği kabiliyetine göre bu sürenin kısalma imkanı var, 2023 olmaz da…

Kerem Alkin- Bu yıl için gündeminizde olan il var mı Sayın Bakan?

Nihat Ergün- Şu anda var gündemimizde, Konya’da devam ediyor, bitecek inşallah. Kocaeli’nde devam ediyor, bu bitecek. Bursa’da devam ediyor, onlar bitirmek üzereler inşaatlarını. Gaziantep’te belli bir öçlükte bir girişim var, o çalışıyor şu anda, onun ölçeğini büyüteceğiz. Eskişehir’de yeni küçük ölçekli bir…

Kerem Alkin- Eskişehir’in de heveskâr bir şekilde…

Nihat Ergün- Eskişehir’de küçük ölçekli bir uygulama başlatıldı, onun ölçeğini büyütecek bir çalışma yapacağız. Adapazarı’nda projeyi arkadaşlarımız, Sakarya’da hazırladılar, onlar devam ediyorlar.

Nihat Ergün- O zaman hızlı gidiyor görünüyor Sayın Bakanım.

Nihat Ergün- Tabii tabii. Hızlı gidiyor, 2023’ün öncesinde de bunları bitirme imkanına sahip olacağız. İstiyoruz ki, öğrenciler, öğretmenler, veliler, gençler, orta yaşlılar, bütün bunlar bilime ve teknolojiye o bilim merkezlerinde dokunsunlar, yaşasınlar. Sosyal bilimlerle ilgili alanlar da olacak, sadece teknolojik alanlar değil, yani önemli bazı sosyal bilimlerle ilgili bölümleri de orada görecekler. Bazı sosyal bilim uygulamalarını bizatihi orada yaşayacaklar. Ve bunun Türkiye’de bilimin ve teknolojinin gelişmesine çok büyük katkı sağlayacak unsurlardan birisi olacağını şahsen düşünüyorum. Buna paralel bir başka uygulamayı daha getiriyoruz. Bilim ve teknoloji ataşeleri…

Kerem Alkin- Yurt dışında.

Nihat Ergün-Tabii, yurt dışında. Şimdi dünyanın değişik ülkelerinde bilim ve teknoloji ataşeleri oluşturuyoruz. Şu anda bizim yurt dışı teşkilatımız bulunmuyor Bakanlık olarak, ama Dışişleri Bakanlığımızla protokol yaptık, onlar bazı kadrolarını bize tahsis ediyorlar. Biz Bakanlığımıza alacağımız birtakım müşavir arkadaşlarımızı Dışişleri Bakanlığı üzerinden bilim ve teknoloji ataşesi olarak atayacağız. Mesela 2 tane Amerika Birleşik Devletleri’ne, bir doğu yakısında, bir batı yakısında, bir tane Almanya’da Avrupa’yı merkez alarak, belki bir tane Londra’da aynı zamanda, Çin’de, Japonya’da, Hindistan’da, daha sonraki süreçlerde belki Kore’de, Moskova’da. Yani bilim ve teknolojinin inkişaf ettiği ve gelişme istidadı göstermiş olduğu merkezlerde kademeli olarak bizim de orada bir bilim ve teknoloji ataşemiz olacak. Hem o ülkelerdeki bizim bilim adamlarımızın, araştırmacılarımızın, teknoloji şirketlerimizin faaliyetlerini koordine edecek, onlarla temas, onlarla ülke arasındaki irtibatı sağlayacaklar, hem de o ülkelerdeki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek...

Kerem Alkin- Türkiye’ye aktaracaklar.

Nihat Ergün- Tabi. Yakından takip ederek güzel örnekleri ülkemizle paylaşmak ve ülkemizde de bu işlerin hızlı bir şekilde inkişaf etmesine destek olmak amacıyla bu tür mekanizmaları getiriyoruz.

Kerem Alkin- Bu çerçevede çeşitli aktif bakanlıklarımızın ataşelerinin sayısının arttığına da şahit oluyoruz. Belki bazen ataşeler birlikte strateji yürüterek örneğin bilim ve teknoloji alanındaki bir önemli uluslararası şirketin Türkiye’de yatırım yapmasına, belki Başbakanlık Yatırım Destek Ajansıyla birlikte belki hareket ederek bunların daha hızlı işlemesine de imkan sağlayacaklar.

Nihat Ergün-Tabi ki tabi ki. Bunlar birlikte çalışacaklar, yani devlet organizasyonu sonuç itibarıyla bir bütündür, kimse kimseden müstakil değildir. Bilim teknoloji ataşelerimiz o ülkedeki bir teknoloji şirketinin Türkiye’ye ne tür katkılar sağlayabileceğini, ne tür yatırımlar yapabileceğini, o teknoloji şirketinin Türkiye’ye kazandırılmasının, o teknolojinin Türkiye’ye kazandırılmasının ne büyük avantajlar sağlayacağını gördüyse eğer, bunu oradaki diğer bakanlık müşavirlikleriyle paylaşarak, Başbakanlık Yatırım Ajansıyla paylaşarak, ilgili kurumlarla paylaşarak onun transferiyle ilgili çalışmaları kuşkusuz birlikte yürüteceklerdir. Bu, kimsenin tek başına halledeceği bir mesele değildir.

Kerem Alkin- Sayın Bakanım, 7-8 Mayıs tarihlerinde İkinci Türk Arap Sanayi İşbirliği Konferansı gerçekleşecek. 13-14-15 Aralık tarihlerinde Cumhurbaşkanlığı makamının himayelerinde Uluslararası İşbirliği Platformu’nun 3. Boğaziçi Bölgesel Ortaklık Zirvesi var. Türkiye bu ve buna benzer zirvelerle 1. ve 2. kuşak komşu ülkelerle Türkiye arasında bilim, teknoloji, sanayi tüm bu alanlarda önemli işbirliğine imza atma gayreti içerisinde, sizin de geçen hafta sonu Azerbaycan ziyaretiniz dikkate alındığında ne tür fırsatlar ve ortak proje üretme imkanları sağlıyor bu tür beraberlikler?

Nihat Ergün- Şimdi baştan konuştuğumuz noktaya bir daha değinirsek Türkiye ekonomisi üretime dayanan bir ekonomi, sanayi üretimine dayanan bir ekonomi ve bunu yüksek katma değere, ileri teknolojiye transfer etme sürecinde olan bir ekonomi ve bu yönüyle büyüyen, gelişen bir ekonomi. Bu dikkat çekici yönü Türkiye’nin, bu herkesin dikkatini çekiyor, komşularımızın da doğal olarak dikkatini çekiyor. Ve komşularımızda da hem üretime dayalı bir ekonominin gelişmesi ve yerleşmesi petrol olanlar, petrole dayalı olmanın yanında, petrolden dayalı olmaktan çıkarak tamamen petrole, gaz gelirlerine, petrol gelirlerine bağlı bir ekonomi olmaktan çıkarak ülkelerinde sanayi girişimciliği desteklemek. Petrolü ve gazı olmayanların zaten bunu yapması lazım, yani ülkelerinde girişimciliği desteklemesi, güçlendirmesi ve sanayi üretimini güçlendirmesi lazım. Bu konuda kendilerine en yakın hissettikleri doğal beraberlik içerisinde olabileceklerini düşündükleri ve başarılı olmuş, bir başarı hikayesi oluşturmuş bir ülke olarak Türkiye’yle işbirliği yapmak istemeleri son derece norma. Biz de açıkçası, komşularımıza, akrabalarımıza, etrafımıza faydalı olma arzusunda olan bir ülkeyiz, yani kimseye karşı gizli saklı aman ona bir şey vermeyelim, ona bir şey yapmayalım, onu durduralım, onu engelleyelim çabası içerisinde bir ülke olmadık hiçbir zaman. Yani elimizdeki imkanları komşularımızla, akrabalarımızla, dost ve müttefik ülkelerle her zaman paylaşma eyleminde olduk, bu eylemimiz de devam ediyor. Arap Ligi ülkeleri de aynı şekilde. 2010 yılında bu gündeme geldi. Yani Türkiye ile Arap Ligi ülkeleri arasında bir sanayi işbirliği konferansı tertip edilsin ve mümkünse bu periyodik hale getirilsin diye 2011 yılının Aralık ayında İstanbul’da bunu gerçekleştirdik birincisini. Ve orada 400’e yakın iş adamı Arap ülkelerinden geldiler, bakanlar, bürokratlar, teknokratlar geldiler ve Türkiye’de muhataplarıyla yan yana getirildiler. Birkaç gün yuvarlak masa toplantıları yapıldı, karşılıklı iş görüşmeleri yapıldı, o ülkelerde girişimcilik nasıl geliştirilebilir, sanayi nasıl geliştirilebilir konularında fikir alışverişinde bulunuldu. Bunu sürdürelim kararını aldık ve şimdi ikincisini işte 6-7-8 Haziran tarihlerinde Libya, bir onlar üstlendiler, illa bizde yapalım, biz işte yeni bir dönem başlatıyoruz, bu döneme başlarken bu girişimcilik konusunu, sanayi üretimi konusunu toplumumuzda yaygınlaştırmamız lazım, toplumu motive etmemiz lazım, bizde yapalım. Herkes kabul etti, biz de uygun gördük ve şimdi bu önümüzdeki hafta başında Libya’da ikinci toplantı, biz de oraya katılacağız günübirlik de olsa. Yine iş adamlarımız, değişik sektörlerden iş adamlarımız gidecekler, kendi tecrübelerini, birikimlerini onlara aktaracaklar, Türkiye’de girişimciliği geliştirmekle ilgili neler yapıyoruz, teknolojiyi geliştirmekle ilgili hangi ar-ge desteklerini veriyoruz, teknoparkları nasıl kuruyoruz, organize sanayi bölgelerini nasıl oluşturuyoruz, bunlarda hangi başarıları elde ettik bütün bunları onlarla paylaşmak ve onların da sanayi üretimi konusunda ileri adımlar atmasına imkan vermek istiyoruz. Mesela yatırımcılarımız o ülkelerde yatırım yaptıkları zaman sadece yatırım götürmüyorlar, aynı zamanda istihdam meydana getiriyorlar, aynı zamanda ihracat oluşturuyorlar o ülkelerden, aynı zamanda teknoloji transfer etmiş oluyorlar, aynı zamanda iş yapma biçimi götürüyorlar, iş yapma tarzı. Mesela Mısır’daki firmalarımız, 2 önemli iş yapma biçimi götürdüler Mısır’a. Bunlardan bir tanesi basit gelecek bize şimdi de, orası için önemli. İşçiler ilk defa servisle işe gidip gelmeye başladılar, yani Mısır’da bir fabrikada, Türklerin kurmuş olduğu bir fabrikada bu başladı ve yaygınlaşmaya başladı. Aaa insanlar servisle işe gidip geliyorlar. Yani işe nasıl gidip geleceğini düşünen fabrikada çalışanlar, şimdi servisle gidip gelmeyi öğrendiler ve bu iş yapma biçimine doğru Mısırlı iş adamları yöneldiler. Başlangıçta zor gelmiş olabilir ama, verimliliği sağlamak açısından bu önemli bir unsur.

Bir başka şey, insanlar bizim 60’lı, 70’li yıllardaki gibi sefer tasıyla fabrikalara yemek götürüyorlardı veya kimse bazısı götüremiyordu, akşama kadar aç çalışıyordu. Şimdi ilk defa öğlen yemeği veya vardiyasına göre akşam yemeği, fabrikada yemek verilmeye başladı. Bu alışkanlıkları, bu iş yapma biçimlerini de bizim yatırımcılarımız o ülkelere transfer ediyorlar, aynı zamanda teknoloji, yatırım, istihdam, üretim, ihracat da götürülüyor ama, bunun yanında bir iş yapma biçimi de götürülüyor.

Kerem Alkin- MÜSİAD, TUSKON, sanayi ve ticaret odalarımızın başkanları ve temsilcileriyle yaptığımız sohbetlerde örneğin bu Arap Baharı’nda sırf bu gerekçelerle zaten mesela Mısırlıların ve diğer ülkelerdeki insanların fabrikalarımızı ciddi anlamda koruduklarını, kendilerine eleştiri geldiğinde de, siz ne diyorsunuz kardeşim, biz ömrümüzde ilk defa eve servisle bırakılıp evden servisle alındığımızı ve kendimize öğlen ve akşam yemeği çıkarıldığını görüyoruz, elbette ki koruyacağız, demek ki bu böyle de oluyormuş dediklerini duyuyoruz. Yani bu yönüyle bakıldığı zaman, Türk iş dünyasının bu alışkanlıklarını, bu iş yapma becerisini bölgeye taşıması herhalde çok büyük değer taşıyor.

Nihat Ergün- Amacımız her açıdan etrafımıza güzel örnekler verebilmektir, yani güzel örnekler verebildiğimiz müddetçe o ülkelerde bize karşı olan sevgi, sempati daha da artacaktır. Bizim başka ülkelere karşı bir husumetimiz yok. Tarihte bir sürü beraberliklerimiz var tarihsel süreç içerisinde, yani bir emperyal hedefe sahip bir ülke de değiliz, kimsenin toprağında gözümüz de yok. Ama bunlar bizim akrabalarımız, bunlar bizim komşularımız ve biz bu topraklarda 1000 yıldır beraber yaşıyoruz, acı tatlı günlerimiz oldu, bugün biz iyi bir istikamette ilerliyoruz, onların da iyi bir istikamette ilerlemesine katkı sağlamak amacındayız, bunda da eminim başarılı oluyoruz. Zaman zaman bazı ülkelerde sıkıntılar çıkabiliyor belki ama Suriye gibi falan. Ama genel olarak Türkiye’nin bu süreci başarılı olarak götürdüğünü görmemiz lazım.

Kerem Alkin- Sayın Bakanım, yerli otomobil projesinin geleceği açısından baktığımızda izlenen strateji açısından baktığımızda yeni teşvik sisteminin sağladığı veya sağlayacağı fırsat pencerelerini nasıl değerlendirmek gerekiyor, ama bir yandan da gerek Bakanlığınızın çabalarıyla gerekse de üniversite-sanayi işbirliği, mesela Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin 10 milyon dolar harcayarak bir çarpışma test merkezi yaptığını, ancak mesela üzücü bir şekilde bu test merkezinden yeterince yararlanılamadığını ya da kurumların başvurmadıklarını görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye bu teşvikler sayesinde çarpışma testi farklı test merkezleri oluştururken, rüzgar tünellerini inşa ederken içerideki firmalarımızı da herhalde bu imkanlardan yararlanmaya ikna etmemiz lazım.

Nihat Ergün- Kuşkusuz bunlar yapılırken, yani sektörle birlikte yapılması daha etkin hale getirir bu tür çalışmaları. Ama burada şunu görüyoruz ki, Türkiye’de otomotiv sektörünün merkezinde karar alma noktasında olanlar bu testleri hangi istikamete yönlendiriyorlarsa o istikamete gidiyor. Yani karar alma noktasında bunları yönlendirecek nitelikte olmak lazım. Onun için diyoruz ki, Türkiye’de yerli otomobil markası oluşturmak, tasarımı, dizaynı, teknolojisi, testleri, bütün bunları, hepsini yapan bir ülke haline gelmemiz lazım. Zaten test merkezleri konusunda yeni kararlar aldık, şu anda otomotiv test pisti merkezi laboratuarlarıyla ilgili geniş kapsamlı bir çalışmayı Türk Standartları Enstitümüz yürütüyor. Alternatif yerler üzerinde ciddi bir çalışma yaptı, karar aşamasına geldi, sektör de bunun içerisine katılacak, sektörle birlikte bu çalışmalar daha sağlıklı bir şekilde yürütülecek. Ama Türkiye büyüyen bir ekonomiye sahip, iş pazarı otomotivde iş pazarı genişleyen, ihracat potansiyeli gün geçtikçe artan bir yapıya sahip. En iyi üretim sistemlerini kullanan, kusursuz otomobil üreten, bu birikime, teknolojiye sahip olan bir ülke, markası yok. Yani üretimi var, değişik markaları Türkiye’de güzel şekilde üretebiliyoruz, onlara katma değer koyuyoruz, onlara teknoloji katıyoruz, bazen tasarım katıyoruz onlara, ama o tasarım yine onların oluyor, yani bize ait bir şekilde olmuyor. Bizim burada bir marka ortaya koymamız ve pazara bu şekilde de girmemiz lazım. Başka markaların da Türkiye’de yatırımını ayrıca teşvik etmemiz lazım. Yani Türkiye’de üretim yapmayan markaları da Türkiye’de üretim yapmaya davet ediyoruz, yani Volkswagen gibi, efendi işte Ford gibi, Ford’un başka üretimleri var ama, otomobil üretimi yok, Opel gibi mesela, bunların ayrıca Türkiye’de üretim yapmalarını teşvik ediyoruz. Ama Türkiye’nin marka da yapması lazım. Efendim işte bu biraz zahmetli, olabilir tabi ki, ama imkansız bir şey değil. Mesela geçen hafta Schröder’in bir konuşması vardı, İstanbul’da Otomobil Zirvesi’nde OYDER’in. İşte bu 150 yıllık bir mazisi var, bu iş biraz zor iştir biraz para gerektirir, biz zaten yapıyoruz, biz yapalım siz bize parça yapın, siz yedek parçalar imal etmekte mahir olun gibi bir söz ifade etti. Yani bu bir Alman Başbakanı olarak kendi ekonomilerini düşünmesini ben normal karşılıyorum, çünkü Almanya ekonomisinin yüzde 20 veya 25’inin otomotiv sektörüne dayandığını kendisi de orada ifade etti. Yani çok büyük bir ağırlığı var Alman ekonomisinde otomotiv sektörünün. Geç kalınmış bir iş bu. Yok, geç kalınmış bir iş değil, yani bugün öyle bir gelişme oluyor ki, kimin kimi ne zaman geçeceği belli değil.Yani düne kadar Korelilerin otomobili değil, otomobil yolu yoktu.

Kerem Alkin- 1970’li yıllarda bizden daha geri bir ekonomiydi.

Nihat Ergün- Otomobili sürecek yolu yoktu, ama şimdi dünyaya değişik otomobil markalarını üreten ve satan bir ülke haline geldi. Değişik elektronik sektöründe, bilgi ve iletişim teknolojilerinde önemli adımlar atan bir ülke haline geldi. Onun için bugünkü dünya, eskisinden daha hızlı ilerleme kaydedilen bir dünyadır her alanda, otomotiv sektöründe de. Dolayısıyla geç kalmış olabiliriz, geç kaldıysak zaten bir an evvel yapmamız lazım o nedenle. Ve yapmak imkansız değil, bugün herkesin hızlı bir şekilde bunu telafi etmesi mümkün. Birisi otomobil yapıyor diye başkaları otomobil yapmaktan vazgeçmiyorlar, yüzlerce, binlerce marka var bu sektörde sürekli çıkan, çalışan. Birisi cep telefonu yaptı diye ötekiler vaz mı geçiyorlar cep telefonu yapmaktan? Birisi bilgisayar yaptı diye, ötekiler bilgisayar yapmaktan vazgeçmiyorlar, yeni markalar giriyor piyasaya. Bazı ülkelerde çok iyi yazılıcılar var diye öbür ülkeler yazılımcı geliştirmekten vaz mı geçiyorlar? Mesela niye biz buzdolabı yapıyoruz, niye çamaşır makinesi yapıyoruz ki? Zaten yapan var, çok daha iyi yapan da var. Vazgeçiyor muyuz? Böyle bir şey olmaz yani, vazgeçmeyeceksiniz. Türkiye’de bir şey yaratmanın, bir marka yaratmanın zevkini yaşaması lazım sanayicinin. Sadece para kazanmanın zevkini değil, para kazanırsınız büyük tüccar olursunuz, herkesin ürettiğini dünyanın her yerine satarsınız mesela çok büyük para kazanırsınız, ama hiçbir şey aratmazsınız. Bir tasarım ortaya koymak, bir marka ortaya koymak sizin markalarınızın pazarda, dünyada dolaşması, dünyada en çok marka başvurusu yapılan ülkelerden birisiyiz biz patent enstitüsüne, Avrupa birincisiyiz şu anda. Niye marka başvurusu yapıyor bizim insanlarımız biliyor musunuz? O markanın pazarda dolaşması için değil, kendine göre bir marka oluşturuyor, ya ileride birisi bunu almasın diye gidiyor marka tescili yaptırıyor zarfa koyuyor, dolabında duruyor marka. Ya dolapta duran markayı ben ne yapayım kardeşim ya? Marka dediğin pazara çıkacak.

Kerem Alkin- Doğru.

Nihat Ergün- Pazara çıkmıyorsa, dolapta markam var benim, dolaptaki markan senin olsun, kahveci markası gibi olur o, kahveciler de biliyorsun markayla çay satarlar.

Kerem Alkin- Doğru.

Nihat Ergün- Küçük pullar, plastik pullarla.

Kerem Alkin- Onlar da hep gözde durur.

Nihat Ergün- Ona döner yani, kahveci markası değil ki bu bizim işimiz. Yani markayı pazara çıkarmak lazım, markayı aratmanın, tasarım yaratmanın, Cenab-ı Allah’ın insana verdiği en büyük kabiliyettir bir şeyi yaratmak, bir marka, bir tasarım ortaya koymak, bir yenilik ortaya koymak, kendi kabiliyetinden verdiği bir şeydir yani, ilahi bir kabiliyettir bu. Bu kabiliyeti insan sergilemeli, ar-ge’ci yapıyor bunu, tasarımcı yapıyor, inovatif şeyleri insanın yapma kabiliyeti var. Yani herkesin var bu kabiliyeti öyle mi, bizim mi yok. Cenab-ı Allah herkese verdi verdi, bize mi vermedi yani? Böyle bir şey yok. Biz bunun üzerinde durduğumuzda eminim yapacağız, yani sanayicimiz biraz idealist olacak, buna para harcayacak, bunun için çaba harcayacak, sadece kar maksimizasyonuyla olmaz bu işler.

Kerem Alkin- Fakat bir yandan da bakıyorum açıklamalara, otomotiv endüstrisindeki profesyonel üst düzey yöneticiler sanki biraz Schröder gibi onlar da nedense yerli markanın üretilebileceği konusunda hem biraz bir şeyler yapmak istiyorlar, hem de biraz çekingenlik içindeler. Açıklamalarda yapılabilecek olandan çok, neden yapılamaz gibi bir açıklamalar görüyorum hep CEO’ların açıklamalarında. İşte yüzde 40 katma değer isteniyor, böyle katma değeri nasıl yapacağız, otomotivde öyle bir katma değer yok. Japonya bile yerli otomobil yapıyorum diyemez gibi açıklamalar görüyorum.

Nihat Ergün- Bak şimdi yerli otomobil sözümüzü sulandırmaya kimsenin hakkı yok. Biz hiç kimseden hiçbir parça almayalım, dünyayla entegrasyonumuzdan vazgeçelim, biz başkasına birçok parça satıyoruz ama, kimse bize bir parça satmasın, cıvatasını bile biz yapalım böyle bir şeyden bahsetmiyoruz. Bundan bahsetmek, bu projeyi, bu düşünceyi sulandırmaktır. Biz böyle aşırı milliyetçi hislerle hareket eden Türkiye’yi her şeyi kendi üreten, başkasından bir şey almayan, başkasına bir şey satmayan bir ülke haline getirelim diye bir düşüncemiz olabilir mi? Marka meydana getirmek marka, marka sizin olur, tekerleği istediğiniz yerden alırsınız. Tekerleğin de bir markası var ayrı bir konu ama, yani sizin işte akünüzün de bir markası var, aküyü de mi siz üretiyorsunuz? Bakın bakalım bütün otomobillerin markalarının aküleri kimin? Adam akü fabrikasını kurmuyor ki, akü fabrikasını kurmuş olandan aküde markalaşmış olandan, iyi, kaliteli aküsü olandan alıyor. Otomobil fabrikası kuran lastik fabrikası da mı kuruyor? Yok. Lastiği başkasından, jant fabrikası da mı kuruyor otomobil fabrikası kuran? Yok, kurmuyor. Yani krank mili fabrikası da mı kuruyor, diferansiyel fabrikası da mı kuruyor, ABS fren sistemleri fabrikası da mı kuruyor, egzoz fabrikası da mı kuruyor? Kurmuyor, bunların hepsi yan sanayisi var. Bunlar o yan sanayide üretiliyor, o üretme gücüne, kabiliyetine sahip misiniz, bunları bir marka altında, yeni bir teknolojiyle bir marka altında toplamaya, yeni bir bakış açısıyla bir marka altında toplamaya muktedir misiniz, bunu pazara sürmeye muktedir misiniz siz buna bakıyoruz biz, mesele budur. Yoksa cıvatası bile efendim işte Alkin Hoca tarafından üretilecek, başkasınınkini kabul etmeyiz, adı Mehmet olacak, Ali olacak, Ahmet olacak, sermayesi, işçisi, mühendisi, makinesi bizim olacak. Böyle bir ekonomi nerede var? Yani bunu bu boyutlara götürüp de böyle bir düşünceyi yozlaştırmaya, böyle bir düşünceyi sulandırmaya da kimsenin hakkı yok.

Kerem Alkin- Yüzde 40 katma değer yaratması lazım teşvikten yararlanması diyorlar. Orada acaba alt düzenlemelerde otomotiv endüstrisi için ne yapılabilir bu yerli marka projesi için Sayın Bakanım?

Nihat Ergün- O işin katma değer konusu, bir formülü var onun, o formüle bakarsa arkadaşlar, kendi düşündükleri gibi olmadığını göreceklerdir. Yani OECD ülkelerinde belirlenmiş bir katma değer formülü var. O katma değer formülü esas alınarak Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü o cari açıkla ilgili Türkiye’de üretilecek ürünlerin katma değerini ona göre hesap edecek. Yani aynı şeyi söylemediklerini görecekler o formüle baktıkları zaman.

Kerem Alkin- Dolayısıyla lütfen ifade ve projenin özü sulandırılmasın, biz bu konuda kararlıyız diyorsunuz.

Nihat Ergün- Tabi. Yani şimdi mesela tasarım yapacaksa birisi, nakit teşvik verilmiyor diyor bazıları. Siz yeni yerli bir marka otomobilin tasarımını mı yapacaksınız, bunun için ar-ge yapıyorsunuz değil mi? 2 sene sürüyor bu. 2 sene sürüyor ve siz buna 100 milyon para harcıyorsunuz. Ben size bunun 60 milyonunu nakit olarak veriyorum. İşte size nakit destek. 100 milyon harcadığınız, yeni bir otomobilin tasarımıyla ilgili yaptığınız harcamanın 60 milyonunu defaten nakit olarak veriyorum. Ayrıca bununla ilgili yapmış olduğunuz harcamaların da hepsini diğer ar-ge destek mekanizmalarıyla vergi muafiyetine tabi tutup minimum düzeyde maliyetlerle bu harcamayı yapmanızı sağlıyorum. Bir de üstelik üstüne de yüzde 60’ını da nakit olarak veriyorum. Hani nakit desteği? Daha tasarım safhasında bir marka oluşturma, bir model oluşturma safhasında başlıyor destekler, ondan sonra yatırım destekleri, ondan sonra üretim safhasında, belki markalaşma safhasında ilave destekler. Şimdi mesela hurda indirimi gibi teşvikler geldiğinde bütün bunlar bizi farklı bir çerçeveden olaya bakmaya götürecektir.

Kerem Alkin- Doğru.

Nihat Ergün- Türkiye’de üretilen araçların teşviki konusu, hurda teşvikiyle birlikte ele alınması gereken bir konu. Bizim hala otomobilde özellikle, sadece iç pazarımızı yüzde 30 oranında tatmin ediyor Türkiye’deki üretilen araçlar, yüzde 70’i ithal araçlar. Türkiye’de üretilenler Türkiye tüketicisini tatmin etmiyor. Gerçek bu değil mi? Gerçek bu. Ve ilk defa bu sektörde 2011 yılında ithalatçı durumuna düştük, mutlak ihracatçıydık, kaç yıl böyle devam etti. Hatta bu konudaki dış ticaret fazlamız 5 milyar doların üzerine çıktı, şimdi 2 milyar dolar civarında 2011 yılında bu sektörde açık verdik. Böyle mi gidecek? Sadece otomobilde iç pazar birkaç yıl içerisinde 1 milyon rakamına ulaştığında 300 bin aracı Türkiye’de üretilen araçlar, 700 bin araç dünyanın başka ülkelerinde üretilip gelen araçlardan oluşacaksa o zaman otomotiv sektörü böyle başını iki elinin arasına alıp düşünmesi icap eder.