Advertisement

Chicago Üniversitesi’nden John Mearsheimer’in son kitabı “Liderler Neden Yalan Söyler?” başlığını taşıyor. Chicago Üniversitesi’nde siyasal bilimler konusunda uzman olan Mearsheimer, dünyadaki bazı liderlerin uluslararası düzeyde yalan söylemelerinin nedenlerini araştırmış. Önce yalanları sınıfladırıyor. Birinci tür yalanlar “ülkeler arasında” söyleniyor. Bu yola sıkça başvurulmasa bile örnekleri yine de mevcut. Küba krizi sırasında Sovyetler Birliği Lideri Kruşçev’in balistik füzeler konusundaki gücünü abartması ya da Yunanistan’ın bütçe açığını ya da kamu borç tutarlarını düşük göstermesi bu tür yalanların örneklerini oluşturuyor. İkinci çeşit yalanlar “korku ticareti” yapmak amacını taşıyor. Bush’un Irak’ın nükleer gücü konusunda Kongre’yi ikna etme çabaları ya da İkinci Dünya Savaşı’na ABD’yi sokmak için Başkan Roosevelt’in bir Alman denizaltısının kendi destroyerine saldırısını abartması, toplumda korku yaratarak isteklerini yaptırmalarının örnekleri olarak ortaya konuluyor. Üçüncü bir yalan çeşidi ise “stratejik saklama” adını taşıyor. Yanlış giden stratejik uygulamaları saklamak amacı ile bu tür yalanları liderler söylüyorlar. Bir başka yalan çeşidi de “milli efsane yaratmak”. Yunanlıların Türklere nasıl kahramanca karşı koydukları konusunun okul kitaplarında yer alması ya da Amerika’yı keşfedenlerin yarı tanrı olarak kabul edilmeleri gibi örnekler milli efsaneler yaratarak halk nezdinde itibar sağlamayı hedefliyor. Sonuncu çeşit yalanları ise “liberal yalanlar” oluşturuyor. Burada “liberal” kelimesi “geleneklerle çatışan” anlamında kullanılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği ile beraber hareket edebilmek için Churchill ve Roosevelt’in anlaşarak Stalin’i kamuoyuna iyi adam gibi gösterme çabaları da bu tür yalanlara örnek gösteriliyor. Yalan söyleyen liderlerin bunu vatanlarına iyilik yapmak için başvurdukları da kitapta altı çizilen başka bir nokta. John Mearsheimer yukarıda sayılan beş çeşit yalanın sıkça söylenmesi durumunda seçmenlerin doğru karar verme yeteneğinin zedeleneceğini, kırılgan demokratik ortamlarda halkın diktatörlüğe doğru eğiliminin artmasına neden olabileceğini vurguluyor. Bizde ise bu davranışın örnekleri oldukça fazla. Biraz düşünün, bir çoğunu hatırlayacaksınız.

Bankaları öldürmenin formülü
Forum İstanbul toplantısında konuşan John Hopkins Üniversitesi profesörlerinden Steve Hanke, Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklara dayanan son para politikası uygulamalarını “bankaları öldürmenin formülü” şeklinde niteleyerek ağır bir biçimde eleştirdi. Merkez Bankası’nın bankaların kaynaklarının bir kısmının kendisine faizsiz olarak yatırılmasını isterken, öte yandan da Açık Piyasa İşlemleri ile bankalara faizle para sağlamasının bu kuruluşları vergilemekten başka bir anlam taşımadığını söyleyen Prof. Hanke, arzulanan sonuçların alınması için para arzının daraltılması gerektiğine vurgu yaptı. Kanımca Hanke haklı. Faiz toplam talebi düşürecek bir araç olarak kullanılamayınca, yapılacak iş para arzını kısmaktan geçiyor. Ancak bir noktanın daha açığa kavuşması gerekli. Unutmayalım, parasal büyüklüklere dayalı para politikası 70’li ve 80’li yıllarda defalarca denendi. Para arzı reel olarak azaltılınca büyümenin nasıl bir anda fren yaptığı kötü hatıralar olarak hafızalarda kaldı. O nedenle de 90’lı yıllarda enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasına geçildi.