Avrupa demokrasisi finansal krizlerde etkin çalışmıyor. Sorunları çözmede iki beden küçük geliyor.
Demokrasinin beşiği kabul edilen Yunanistan'ın zor duruma düştüğünde bu uyumsuzluğu açıkça gözledik. Demokratik yapı ve uygulamaların krizi çözmede yardımcı olmadığını fark ettik.
Bilinçli ve "cebini" düşünen Avrupalı seçmenlerin şirket ya da ülke kurtarmalarına olumlu yaklaşmadıkları açık. Bunu bilen Almanya ve Finlandiya gibi ülkelerin yöneticileri bir buçuk yıla yakın süredir kıvranıyorlar. Sorunu çözebilecek olumlu adımları atamıyorlar.
Seçmenin ilk bakışta doğru gibi görünen bu yaklaşımının, ana hedefler düşünüldüğünde pragmatik olmadığı ortaya çıkıyor.
Evet, ülke ya da şirket kurtarmaları onaylanacak bir davranış değil. Finansal ahlakı bozan, ileride "kâr benim, zarar devletin" anlayışının sisteme hâkim olması gibi önemli bir hastalığa yol açan kurtarmaları kimse onaylamıyor.
Ne var ki Yunanistan gibi bir ülkenin bu duruma düşmesine yıllarca gözlerini kapamak da Avrupa demokrasisinin bir ürünü. Başlangıçta unutulan bazı kuralları yumurta kapıya dayanınca yeniden hatırlamak demokrasiyle bağdaşmıyor.
Çarşamba günü yapılan Sarkozy, Merkel ve Papandreu görüşmesinden çıkan sonuçları da mevcut demokrasinin bir yansıması olarak niteleyebiliriz.
Toplantıdan "Biz ancak bu kadar yapabiliyoruz, Yunanistan'ı devre dışı bırakmayız, Euro'yu koruyacağız" mesajından başka somut bir sonuç ortaya çıkamıyor.
ALMAN ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARINDA BELİRSİZLİKLER
Böylesi bir demokratik anlayışla düzenlenen AB sözleşmesindeki ülke kurtarmalarına izin vermeyen 125. maddeye ilişkin Alman Anayasa Mahkemesi kararı başlangıçta olumlu karşılandı.
Mahkeme biraz da yumuşayarak Yunanistan'a söz verilen yardımların anayasaya aykırı olmadığına karar verdi.
Burası tamam da 30 sayfayı aşan kararın gerekçesini okuyanlar ya da yorumlayanlar şeffaf ve açık olmayan bazı cümlelerle karşılaşınca şaşırıyorlar.
Örneğin, mahkeme Euro Bölgesi ülkelerinin garantisiyle tahvil çıkarımından bahsetmemekle birlikte eğer ülkelerin borçluluklarını üstlenme süreklilik gösteriyorsa, çok büyük miktardaki borçları içeriyorsa ve diğer hükümetler kendi eylemleriyle verilen garantilerin ödenmesine sebep oluyorlarsa, Alman hükümetinin bu tür bir sistemi kabul etmemesi gerektiğini söylüyor. Euro tahvil çıkarımında Almanya'nın katkısını önlüyor.
Bir taraftan seçmen, öte yandan ise yargı Avrupa demokrasisinin krizle başa çıkmasına izin vermiyor.
***
CARİ AÇIK OLMASAYDI...
Dün açıklanan istihdam verilerine göre bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla haziran ayında işgücü piyasasına 1 milyon 38 bin yeni kişi girmiş. Aynı dönemde yaratılan istihdam ise 1 milyon 423 bin kişi.
Bunun sonucunda da işsizlik geçen yılın haziran ayında yüzde 10.5'ten bu yıl yüzde 9.2'ye düşmüş.
Demek ki G-20'ler içinde ikinci yüksek büyümeyi gerçekleştirmemiz istihdam piyasasına olumlu yansımış.
Büyüme verilerine bir kez daha baktım. 2011 yılının ilk yarısında iç talep yüzde 15.5
oranında artarken, dış talep büyümeyi yüzde 5.3 oranında aşağı çekmiş. Sonunda ortalama yüzde 10.2 oranında büyümüşüz.
Dış denge dediğimiz cari işlemler açığı. Bunun işgücü piyasası açısından anlamı, ticaret yaptığınız ülkelerin istihdam yaratmalarına katkı yapmaktır.
Eğer biz bu kadar açık vermeseydik aynı miktarda istihdamı ülkemizde yaratacak ve işsizlik oranını daha da aşağı çekme olanağını bulacaktık.
Cari açığa sadece "döviz" açısından bakmamak gerekir.