Advertisement

Aralık 2010 itibarıyla, Türk Ekonomi Yönetimi, demiryolu güzergâhında 'aks değişikliği' ile, 'tren'i ayrı bir raya aldı. Bu ray değişikliğinin en temel gerekçesi, küresel risklere bağlı olarak artan belirsizlik ve hayli dalgalı süreçten, Türkiye'nin fiyat istikrarı ve finansal istikrar kriterlerinin minimum düzeyde etkilenmesini sağlayacak bir makro yapıyı oluşturmaktı. Mikro bazda ise, döviz kurlarının ve faizlerin yurtiçi piyasada dalgalanma aralığını daraltmak gerekiyordu. Bununla birlikte, 2009 yılının son çeyreğinde küresel krizin ilk şokunu atlatmış olan Türk ekonomisinin beklenenden hızlı bir büyüme trendine girmiş olmasına bağlı olarak, 2010 yılındaki yüzde 9.2'lik büyüme sonrasında, Türk ekonomisini soğutmak kolay olmadı.
Bu nedenle, 2011 yılında da büyüme rakamları dünya ölçeğinde hayli yüksek gerçekleşti. 2011 yılı ortasında, Türkiye gibi seçkin ve iyi büyüme performansı gösteren gelişmekte olan ekonomilere yönelik küresel yatırım iştahı hayli yükselmişti. Bu iştahı dikkate alarak, Türk ekonomisine sıcak para girişinin hızlanmasına yönelik riski hesaplayan Merkez Bankası, temel para politikası faiz oranını aşağı çekerek, yüksek reel faiz cazibesinden kaynaklanabilecek riski, TL'nin aşırı değerlenmesi sebebiyle artabilecek dış ticaret ve cari açık riskini dengelemek istedi.

ÇEŞİTLENDİRME BAŞARILI OLDU
Tam bu noktada, 2011 yaz sonu, küresel ekonomide rüzgâr tersine döndü ve panikleyen küresel yatırımcı, Türkiye dahil, bir çok seçkin gelişmekte olan ekonomideki finansal yatırımlarını, fonlarını geri çekmeye başladı. Birçok gelişmekte olan ekonominin para birimi ve haliyle TL hızlı değer kaybetti. Söz konusu devalüasyonun enflasyona etkisi konuşulurken, üstüne gelen vergi ayarlamaları ile, bir anda kendimizi iki haneli enflasyon düzeyinde bulduk.
Bu tablo, haliyle, 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra, kademeli olarak sertleştirilen makro ekonomik tedbirlerin sertlik derecesinin daha hızlı artırılması gereğini gündeme getirdi. Merkez Bankası, faiz koridoru, zorunlu karşılık oranı tedbirleriyle, para politikasının etkinliğini artıracak, TL likiditesini sınırlayacak tedbirlere yöneldi. Üstelik, tüm bu tedbirleri ciddi anlamda eleştirildiği, piyasa algısının kırılganlaştığı bir dönemde cesaretle uyguladı. Ekonomistlerin ve piyasa profesyonellerinin salvolarına dayanarak, 9 ay sonra herkesin şapka çıkardığı bir sonuca ulaştı.

2013'ÜN MATEMATİKSEL DENKLEMİ DAHA ZOR
Bu sonbahar itibarıyla, son 5 yıla göre daha karmaşık bir matematiksel denkleme giriyoruz. Avrupa Merkez Bankası (ECB) dün, tahvil alım programını daha da genişleterek, Amerikan Merkez Bankası'nın (FED) beklenen 3. parasal genişleme (QE3) kararı öncesi, önemli adımı attı. Şimdi bu adıma bağlı olarak, bir yandan küresel durgunluk konuşulurken, bir yandan da dolar-euro genişlemesi nedeniyle, artışını sürdürecek bir küresel emtia enflasyonu riskiyle karşı karşıyayız.
Merkez Bankamız, yeni bir küresel parasal genişleme dalgası öncesi, büyük ihtimalle faiz koridoru üst bandını aşağı çekecek. Ancak, TL likiditeyi çok bollaştırır ise, yeniden hızlı büyüme sürecine giren Türk ekonomisinde, enflasyon ve cari açık riski kaldığı yerden hortlar. Yani, daha da derinleşen küresel risklere rağmen, Merkez faizi bir miktar aşağı çekse de, Türk ekonomisinin yeniden ölçüsüz ısınmamasını sağlaması gerekiyor. Aman, dikkatli olalım.