Advertisement

Japon Yeni'nin geçen sonbahardan bu yana, dolar karşısında yüzde 16, Euro karşısında ise yüzde 19 değer yitirmesiyle alevlenen "kur savaşları"na yönelik tartışma ve spekülasyonlar, doğal olarak, bu dönem Rusya Federasyonu'nun ev sahibi olması nedeniyle Moskova'da gerçekleşen G-20 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları toplantısına da yansıdı. 16 Şubat Cumartesi günü Moskova'da sona eren toplantıda, bakanlar ve merkez bankası başkanları Japonya'ya doğrudan atıfta veya eleştiride bulunmadan, kurlarda rekabetçi amaçlar için hedefleme yapmayacakları yönünde ortak karar aldılar. "Kur savaşları"na yönelik tartışma, dün Avrupa Merkez Bankası (ECB) Yönetim Konseyi üyesi Ewald Nowotny'nin, Euro'nun değerini düşürmek için döviz piyasalarına acil bir müdahaleye ihtiyaç duymadıkları yönündeki açıklamasıyla devam etti.
Küresel kriz patlak verdikten sonra, 2009 sonbaharından itibaren gelişmekte olan ekonomiler ağırlıklı olarak alevlenen "kur savaşları" tartışması, 2010 sonbaharında unutulmuştu. Ama ne zaman ki 2012 yılı mart ayında, sadece Çin değil, ABD'nin de Almanya'yı dünya mal ihracatında geçtiği görüldü; bu defa ABD, AB ve Japonya arasında yeni bir "kur savaşları" kavgası başladı. 2012 yaz başına doğru 1.22 doların dahi altını test eden Euro-dolar paritesi, ABD'nin 3. parasal genişleme kararı sonrası, bu defa 2013 başında 1.37 doları da gördü ve şimdilerde 1.32-1.36 dolar aralığında kendini dengelemeye çalışıyor. Almanya, pariteye istikrar gelmesinin bile kendi ihracatı ve büyümesi açısından anlamlı olacağını vurgulamakta.

SORUN TL'NİN DEĞERİ DEĞİL, ENFLASYONDAKİ DALGALANMA
Küresel ölçekte, ülkelerin para birimleri arasında değer mekanizmasına yönelik tartışmalar bu yönde devam ederken, TCMB'nin Tartılı Efektif Reel Kur Endeksi'nin 120 puanı geçmesi, TL'nin küresel rekabetteki konumuna yönelik tartışmaları da yoğunlaştırdı. Bu nedenle, sırf reel kur endeksindeki genel tablo çerçevesinde, piyasa bugünkü TCMB Para Politikası Kurulu toplantısından, faiz koridorunu aşağı çekeceğini, eşzamanlı olarak da zorunlu karşılıklar aracılığıyla bir kademe daha sıkılaştırıcı tedbir alacağı yönünde karar bekliyor.
Ancak geçen hafta iki yazımda da dillendirmeye çalıştığım hususlar dikkate alınır ise "kur savaşları" veya "Tartılı Efektif Reel Kur" derken, sepet kur ile hem dolar-TL, hem de Euro-TL makul düzeylerdeyken, Türkiye'nin esas enflasyondan yana sorun yaşamakta olduğu sanki göz ardı ediliyor. Sorun TL'nin diğer paralar karşısındaki değerinden çok, TL'nin enflasyondan dolayı değer kaybı, enflasyondaki dalgalanma. Bu konuda da, Merkez Bankası'nın yapabilecekleri sınırlı. Çünkü, esas Türk ekonomi yönetiminin fiyat endekslerini ciddi ölçüde etkileyen sektörlerdeki fiyat belirleme çarpıklıklarını masaya yatırması gerekiyor.

ENFLASYON KADAR HUKUKİ MEVZUAT VOLATİLİTESİ DE SIKINTI
Enflasyondaki volatilitenin sebep olduğu yapısal sorunların yanı sıra bir diğer sıkıntımız da Türkiye'deki iş dünyasına, sektörlere yönelik hukuki altyapıda gözlenen volatilite. Türkiye'nin "orta gelir tuzağı"ndan kurtulması için iyi işleyen hukuk sistemi ve eğitim sisteminden söz ediyoruz. Demokrasiden söz ediyoruz. Ama, "antidemokratik" Çin neden bu kadar doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekiyor, yeterince konuşmuyoruz.
Çünkü Çin, merkezi ve yerel yönetimleri aracılığıyla, gelen yabancı sermayeye, en az 10 yıl değişmeyecek veya değişse bile, alınan yatırım kararının etkilenmeyeceği mevzuat garantisi veriyor. Biz ise sıklıkla, ya o sektöre yönelik teşvik uygulamasının koşullarını değiştiriyoruz ya da o sektöre yönelik vergi avantajlarını veya muafiyetini kaldırıyoruz. Makro alandaki reformlar, mikro alana yansımıyor. Ekonomi yönetiminin ve Merkez Bankası'nın başarıları gölgede kalma riskiyle karşı karşıya.