Advertisement

* Covid-19 sürecinin ekonomik etkilerini kısa vadeli geçici görmemek, iyimser senaryolarda bile 1,5 -2 yıllık bir sürece hazırlıklı olmak gerekiyor.

* Ülke olarak üretim faktörlerimizi korumak, işgücü ve sermayenin kayıplarını telafi etmeye çalışmak öncelikli olmalıdır.

* Bunu başarabilmek için kredileri teşvik etmek önemli bir araç olabilir fakat borçlanma ile yaratılan talep ve gelir kısa süreli düşünülmelidir.

* Sürdürülebilir büyüme gerçek gelir ile yaratılabilir.

* Dış talep ve finansman imkanlarının sınırlı olacağı bir ortamda, koordineli bir para ve maliye politikası ile bütünsel bir plan eşliğinde süreci yönetmek başarı şansını arttıracaktır.

Nisan ve Mayıs aylarına ilişkin veriler geldikçe Covid-19’un hem küresel ekonomiye hem Türkiye Ekonomisine etkilerini daha iyi görmeye başlıyoruz. Türkiye ekonomisine ilişkin geçen hafta gelen büyüme verileri beklentinin altında kaldı. Yıllık bazda 1. çeyrek büyümesi yüzde 4,5 oldu. 11 Mart sonrası izolasyon süreci olmasaydı büyüme yüzde 6 civarı olabilirdi. Çok farklı bir döneme girdiğimiz için ilk çeyrek büyüme verileri önümüzdeki döneme yönelik çok fazla fikir vermiyor ama Mart ayındaki yaklaşık 20 günün bile büyümeyi ne kadar olumsuz etkilediğini görmüş olduk. İlk çeyrek büyümesinin yapısı büyük oranda 2019 yılı 4.Ç büyümesine benzer gerçekleşti. Kamu ve kredi desteğinde özel tüketim öncülüğünde iç talebe dayalı bir büyümenin geldiğini gördük. 2. çeyreğe ilişkin öncü veriler oldukça sert bir daralma içinde olduğumuza işaret ediyor. Örneğin Satınalma Yöneticileri (PMI) verisi Nisan ayında 33,4 seviyesine düştükten sonra Mayıs ayında 40,9 seviyelerine geldi. Sektörel güven endeksleri de PMI verileri gibi Mayıs ayında biraz toparlasa da ortalamalarının çok altında seyrediyor. Haziran ayı, tabloyu pozitif yönde bir miktar değiştirebilir ama veriler 2. çeyrekte çift haneli bir daralmaya işaret ediyor.

Küresel ekonomi 1929 buhranından bu yana en sert daralmayı yaşayacak ve bu büyük oranda bu yılın ikinci çeyrek rakamlarından kaynaklanacak. Ekonomilerin açılmaya başlamasıyla üçüncü ve dördüncü çeyrekte toparlanma beklentileri yükseliyor. Hemen hemen birçok ülke için de benzer beklentiler bulunuyor. Buradaki önemli varsayım, izolasyon sürecinin başarılı bir şekilde devam etmesi, pandeminin ekonomileri tekrar durduracak kadar bir yükseliş içinde olmamasıdır. İyimser varsayım altında bile dünya ekonomisinin yüzde 3-4, ABD ve Avrupa’nın yüzde 8-10 daralacağı beklentilerini dikkate alırsak, izolasyonların tekrar başlaması durumunda daralmanın çok daha büyük boyutta olacağını tahmin etmek yanlış olmayacaktır. Yine iyimser senaryolar 2019 yılı 4.çeyrek seviyesinde üretim düzeyine gelmemizin 2021 dördüncü çeyrek ile 2022 yılının ilk yarısında olabileceğine işaret ediyor. Toparlanmanın zaman alacak olmasının nedeni özellikle hizmet sektörlerinde yaşanacak talep artışının zaman alacağı ve buradaki gelir ve istihdam kaybının tüm sektörleri etkileyeceği beklentisidir.

Bu tablo, Türkiye Ekonomisi açısından birkaç noktaya dikkat etmemiz gerektiğine işaret ediyor. Covid-19 sürecinin ekonomik etkilerini kısa vadeli geçici görmemek, iyimser senaryolarda bile 1,5 -2 yıllık bir sürece hazırlıklı olmak gerekiyor. Ülke olarak üretim faktörlerimizi korumak, işgücü ve sermayenin kayıplarını telafi etmeye çalışmak öncelikli olmalıdır. Bunu başarabilmek, talep yaratabilmek için kredileri teşvik etmek önemli bir araç olabilir fakat borçlanma ile yaratılan talep ve gelir kısa süreli düşünülmelidir. Pandeminin ve buna bağlı ekonomik sorunların artması ve uzaması durumunda kredilerin geri ödeneme riskleri artar.

Bizi uzun bir süreç bekliyor görünüyor. Sürdürülebilir büyüme gerçek gelir ile yaratılır. Dış talep ve finansman imkanlarının sınırlı olacağı bir ortamda, koordineli bir para ve maliye politikası ile bütünsel bir plan eşliğinde süreci yönetmenin başarı şansını arttıracağını düşünüyoruz. Hazine ve Maliye Bakanlığı, çıkaracağı özel tertip tahviller ile Merkez Bankasından dolaylı yoldan elde edeceği finansman imkanını karşılıksızlık ifade eden transfer harcaması şeklinde sektörel desteklere aktarabilir. İşsizlik sigorta fonu ile beraber transfer harcamaları işgücünün gelir kaybını telafi için kullanılabilir. Vergi ötelemeleri yerine vergi indirimleri, ayni ya da maddi sabit maliyet destekleri devreye girebilir. Tüm bunlar bütçe açığını ve kamu borç stoğunu olumsuz etkileyecektir. Fakat para ve maliye politikaları böylesine olağanüstü dönemlerde destekleyici yönde olmalıdır. Kamu borcunun GSYİH’ya oranının düşük olması Türkiye Ekonomisinin güçlü bir yönüdür. Bu durum, içinde bulunduğumuz süreçte artış yönünde tolere edilebilecek bir alan yaratmaktadır. Önümüzdeki birkaç yıl, küresel ekonomi için sadece Covid-19 değil, yüksek borçluluk, gelir dağılımı sorunları, iklim değişikliği önlemleri, siyasi ve jeopolitik riskler açısından da zorlu bir dönem olmaya aday görünüyor. Bu dönemde, üretim faktörlerimizi ve varlıklarımızı korumak büyük önem taşıyor. Arkasından gelen süreçte Türkiye Ekonomisinin tasarruf eden, yatırım yapan, verimli üreten ve ağırlıklı dış taleple büyüyen yapısal değişim geçirmesi sürdürülebilir büyümenin anahtarı olacaktır.

Erhan Aslanoğlu