Advertisement

Merkez Bankası’nın son toplantısında politika değişimine gitmemesi ve özellikle de en azından önümüzdeki toplantıya kadar zorunlu karşılık oranlarına dair yeni bir karar alınmayacağını belirtmesi, hem bono hem de döviz piyasasında para politikası baskısının belirgin olarak azalmasına neden oldu. Ancak takip eden dönemde iç piyasaların seyrine baktığımızda düşüşlerin güçlenmekte zorlandığını gördük. Bunun enflasyondaki düşüşün kısa da olsa bir süre daha devam edeceği, Hazine’nin iç borçlanma gereğinin miktar olarak ciddi anlamda azalacağı Mart-Nisan dönemlerinden hemen önce yaşandığını da düşünecek olursak, ilk bakışta Türkiye’nin yapısallarında göreli bir zayıflamanın fiyatlandığını söylemek sanırım yanıltıcı olmaz. Nitekim BDDK’nın haftalık bankacılık sektörü verilerine göre 4-11 Şubat arasında yerel bankaların bono piyasasında nette satıcı konumunda kaldıkları görülürken, Merkez Bankası verileri de yurtdışı yerleşiklerin aynı dönemde net alıcı olduklarını gösteriyor. Yine Hazine verilerine göre 2010 yılı sonu itibarıyla iç borç stokunun alıcılarına göre dağılımında ilk sırayı %62.9 ile bankaların aldığı (%25.7 kamu bankaları, %30.7 özel bankalar, %5.5 yabancı bankalar) yurtdışı yerleşiklerin payının ise %12.5 ile sınırlı olduğu düşünülecek olursa önümüzdeki dönemde yerel bankaların iştahının sınırlı kalacak olması faizlerdeki olası düşüşleri de engellemeye aday görünüyor. Ayrıca güçlü kredi büyümesinin 11 Şubat itibarıyla devam etmesi ve ekonomik aktivitenin ivmesini koruduğu oranda da bu eğiliminin sürecek olması yılın kalan döneminde zorunlu karşılık oranlarında Merkez Bankası’nın yeni artırımlara gitmesi olasılığını da canlı tutuyor. Bu belirsizlik ortadan kalkmadıkça da yerel bankaların devlet iç borçlanma senedi portföylerini büyütme konusunda isteksiz davranacakları anlaşılıyor. Böyle bir ortamda da sadece yurtdışı yerleşiklerin alımları ile faiz düşüşünün kalıcı olabilmesi mümkün görünmüyor.
 
Döviz cephesinde ise ekonomik büyümeye paralel kaynak ihtiyacı, resmi rezervlerin kısa vadeli dış borç stokunu karşılama oranının 2005 yılından bu yana en düşük seviyelere gerilemiş olması, uygulanan düşük faiz politikası ile birlikte 2011 yılı görünümü için önemli olmaya devam ediyor. Ve tüm bunlar TL’nin Kasım ayından bu yana yaşadığı değer kaybını geri alması potansiyelini ciddi anlamda sınırlandırıyor. Nitekim Merkez Bankası verilerine göre 2010 yılında kısa vadeli dış borç stoku 28.8 milyar dolar artarak 78.5 milyar dolara ulaşırken, döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borç stokunu karşılama oranı da %39 puan düşerek %103’e geriledi. Kısa vadeli dış borç stokunun 2010’daki artışında en büyük payı bankaların döviz kredileri ve yurtdışı yerleşiklerin mevduatlarındaki artış aldı. Geçici BDDK haftalık verilerine göre vade ayrımını bilemesek de yurtdışı bankalara borçların 2011’ın ilk bir buçuk ayında da artmaya devam ettiğini ancak (TCMB verilerine göre) bu artışın büyük oranda Merkez Bankası döviz rezervleri ile dengelendiğini görüyoruz. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın Kasım ayından bu yana uyguladığı politikaların da desteğiyle döviz riski göstergelerindeki bozulma duraklamış görünmekle birlikte kırılganlıkların sürmesi yakın dönemde kurlardaki düşüşü sınırlandırmaya devam edebilir.

Bundan sonra sürdürülebilir faiz-kur seviyelerinde en önemli test/belirleyici yılın ikinci yarısında enflasyonun izleyeceği seyir olacak gibi görünüyor.