Son dönemde petrol fiyatlarında yaşanan hızlı artış ve daha da önemlisi devam eden belirsizlik dünyada zaten ön plana çıkmış olan enflasyon tedirginliğini bir miktar daha artırdı. Aslında bir ikilemle karşı karşıyayız, her ne kadar yükselen petrol fiyatlarının ilk etkisinin enflasyonist olacağı şüphe götürmeyecek olsa da, son global kriz sonrasında henüz gelişmiş ekonomilerin “çıkış stratejisi” uygulamaya başlamamış olmaları yakın dönemde yeniden büyüme konusundaki tedirginliğin de ön plana çıkabileceğine işaret ediyor. Tabii ki burada bölgesel istikrarsızlıklar ve arzda olası azalmaya yönelik kaygılarla yükselen petrol fiyatlarının nasıl bir dengede oturacağı çok önemli ama “normal zamanlarda” olmadığımız da çok açık. Gelişmiş ekonomilerde faiz artırım beklentileri yavaş yavaş öne alınıyor olsa da “kriz politikalarından çıkış” için hala önümüzde uzun bir zaman var gibi görünüyor ve bu da tek başına dünya ekonomisindeki temel sorunun büyüm e olmaya devam ettiğinin bir göstergesi aslında.
Türkiye’de ise azalan risk iştahı ithal enerjiye bağımlı cari açığı hızla artan bir ülkede piyasaların yükselen petrolle birlikte negatif bir havaya bürünmesine neden oldu. Panik bir satış baskısından söz edemeyiz ama havanın bir süre daha negatif eğilimde kalma olasılı güçlü görünüyor. Bu noktada Şubat ayı enflasyonunun kötü bir sürpriz yapmaması yakın dönemde dengeleyici bir rol oynamaya aday. Çünkü yıllık enflasyonun kalıcı olmayacaksa da %4’e yaklaşarak yeni bir tarihsel dip yaptığı bir dönemdeyiz. Ancak Merkez Bankası bilançosunun mevcut kompozisyonu ve para arzı gelişmelerine baktığımızda aslında son dönemde uygulanan sıradışı para politikalarının yönetiminin gitgide zorlaştığını açıkça görüyoruz.
Zorunlu karşılık oranlarında Aralık ve Ocak aylarında gerçekleştirilen toplam %3.4 puanlık ortalama artışın yarattığı likidite açığı nedeniyle TCMB’nin piyasaya gerçekleştirdiği net fonlama (APİ) 24 Şubat itibarıyla Kasım sonuna göre %54 artarak 32 milyar TL’ye ulaştı. Aynı dönemde para tabanındaki artış ise %34’e yükseldi. APİ fonlamasının para tabanına oranı da %33’e çıktı. Diğer bir deyişle para tabanının üçte biri doğrudan Merkez Bankası tarafından sağlanan fonlamanın bir sonucu. Aynı dönemde kamunun TCMB’deki toplam mevduatında (20 günlük hareketli ortalamalara göre) %14 düşüş oldu, Merkez Bankası rezervleri ise %4 artarak 82.4 milyar ile istikrarlı seyrini korudu. Para arzındaki (M2=Dolaşımdaki para + vadesiz ve vadeli TL ve YP mevduat) yıllık büyüme de 11 Şubat itibarıyla %19.4’lük düzeyi ile yaklaşık bir yıl önceki seviyesinin (%11.9) belirgin şekilde üzerinde bulunuyor. Aynı dönemde enflasyonun yaklaşık yarı yarıya azaldığını da dikkate alırsak bugün itibarıyla uygulanan para politikası bileşiminin para arzında belirgin bir reel artışa neden olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu da enflasyon tedirginliğinin önümüzdeki dönemde azalmasına engel olacak diğer bir neden olabilir.
Sonuç itibarıyla her ne kadar finansal istikrara yönelik uygulanan politika bileşimi güven verici olmuşsa da, para politikası son global kriz sonrasında kendisine verilen yükleri taşımakta zorlanıyor. Zaten para politikasının fiyat istikrarının temin edilmesi dışındaki gücü de başlı başına tartışmalı bir konu...