Advertisement

G20 Şanghay toplantısından ne bekleniyordu, ne çıktı?

Cuma ve cumartesi günleri yapılan G20 Şanghay Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısından, ABD dolarının değer kazanmasını önleyici, para politikaları arasında koordinasyonu ve uyumu sağlayıcı Plaza Accord (1985) türü bir anlaşma bekleniyordu, ama olmadı.

Toplantıda yapılan tartışmalar ve sonuç bildirgesine geçmeden önce, açılış konuşmasını yapan Çin Başbakanı (Premier) Li Keqiang’ın altını çizdiği hususları özetleyelim:

“Çin, yurtiçi ve yurtdışındaki kompleks ekonomik durumla başedebilecek durumdadır ve aşağıya doğru riskleri yönetebilecek birçok araca sahiptir. Küresel ters rüzgarlara karşı daha yakın makroekonomik işbirliği gerekiyor. İletişim, işbirliği ve birlikte çalışmak, finansal piyasaların istikrarı için gereklidir. G20 ülkeleri, sadece kendi büyümelerine değil, bunu sağlamak için uyguladıkları politikaların başka ülkeleri nasıl etkilediğine de dikkat etmelilier.
Sağlam, dengeli ve sürdürülebilir büyüme için yapısal reformlar gerekiyor. Küresel iyileşme devam ediyor ama güçlü, dengeli ve sürdürülebilir büyüme için yeterli değil. Oynak sermaye hareketleri, düşen emtia fiyatları, artan jeopolitik tansiyon, mülteci sorunu ve Brexit ihtimali küresel ekonominin başlıca kırklganlıklarıdır.”

G20 toplantısında yapılan tartışmalar ve sonuç bildirgesini şöyle özetlemek mümkün:

1) 2015 yılının Kasım ayında yapılan son toplantıdan bu yana aşağı yönlü risklerde ve kırılganlıklarda artış var. Küresel büyüme oranındaki düşüşün nedenleri arasında sermaye hareketlerindeki oynaklık ve emtia fiyatlarındaki düşüş öne çıkıyor.

Bu noktada şu notu eklemek lazım: İngiltere Merkez Bankası eski başkanı Mervyn King geçen hafta Londra’da yaptığı bir konuşmada şunu dedi:

“Finansal sistem düzeltilmezse yeni bir kriz kaçınılmaz olacak... Dünya ekonomisindeki dengesizlik düzeltilmezse kriz sanıldığından kısa bir süre içinde çıkacak.”

2) Sorun sadece ekonomi değil! Özellikle Avrupa’da jeopolitik gerilim sorunu var. Brexit ve mülteci sorunları önemli birer risk unsurları.

Bu noktada George Saros’un son yazısından söz etmekte fayda var: 10 Şubat tarihli “Putin IŞİD’e karşı müttefik değildir” başlıklı yazısında Saros şu tespitleri yaptı:

“ABD ve AB liderleri Putin’i IŞİD’e karşı savaşta potansiyel bir müttefik olarak görüyorlar. Deliller aksini söylüyor. Putin’in gerçek amacı AB’nin dağılmasını hızlandırmaktır. Bunu yapmanın en iyi yolu AB’yi Suriyeli mültecilerle doldurmak. Rus bombardıman uçakları güney Suriye’de sivil nüfusu bombalıyor ve insanları Lübnan ve Ürdün’e kaçmaya zorluyor. Halep’te 2 milyon insan yaşıyor. İnsanlar Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya kaçıyor. Rusya Suriye’ye bunun için girmedi, ama Putin bunun güzel bir fırsat olduğunu gördü. Putin’in Rusya’sı ile AB arasında zamana karşı bir yarış var. Soru şu: Hangisi önce yıkılacak?”

Saros’a göre Rusya 2017 yılında iflas edecek. Çünkü borçlarının büyük bir kısmının vadesi doluyor. Siyasi kargaşa bu tarihten önce çıkacak. Putin’in popüleritesi yavaşta olsa kademeli olarak Rus halkının yaşam standardının yükselmesine ve finansal istikrara dayanıyordu. Batı yaptırımları ve petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş nedeniyle Putin’in büyüsü bozuldu. Bu çöküşten kurtulabilmek için Putin, AB’nin 2017 yılından önce dağılması için çalışıyor. Böylece Avrupa’nın yaptırımlara daha fazla devam edemeyeceği hesabı yapıyor.

Şu notu da düşmekte fayda var: AB’nin Genişlemeden Sorumlu Bakanı Johannes Hahn Alman Zeit’e verdiği bir röportajda Saros’a benzer tespitler yaptı ve Rusya’yı Avrupa kıtasının altını oymakla suçladı:

“Rusya’dan Finlandiya ve Norveç’e hergün daha fazla mülteci geliyor. Yıllarca Rusya’da yaşamış Tacikler ve Türkmenler iltica ediyorlar. Üstelik AB tam da mülteci krizi nedeniyle baskı altındayken. Rusya sınırından Avrupa’ya göç akınının birden bire başlaması bir tesdüf değildir...”

3) Tüm ülkeler için aynı reçete uygulanamaz, yani tek çözöm yok. Ekonomik büyümeyi artırmak için para, maliye ve yapısal tüm politika araçlarının, tek başlarına veya ülkelerin durumlarına göre kollektif olarak kullanılması gerekiyor.

G20 sonuç bildirgesinde dengeli büyüme için para poltikasının yeterli olmadığı vurgusu var. Ancak düşük faiz oranlarının toplam talebi artırmakta etkisizliğine çözüm olarak IMF’nin önerdiği gibi birlikte kamu harcamalarını artırma önerisi hakkında da oybirliği yok.

Bu noktada uluslararası kurumların ve ülkelerin maliye politikasına dönüşle ilgili duruşları hakkında biraz ayrıntı vermek gerekiyor: IMF, G20 toplantısı öncesinde küresel iyileşmeye yönelik artan risklere vurgu yapmış ve büyümeyi destekleyici acil ve kapsamlı bir aksiyon çağrısı yapmıştı. Toplantıda IMF, ABD, Çin ve Japonya kamu harcamalarının artırılmasını savundu. OECD de maliye politikası, özellikle de seçici alt yapı yatırımlarına kamu harcaması yapılması çağrısı yaptı. Almanya koordineli bir şekilde kamu harcamalarının artırılması önerisine karşı çıktı. Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble “büyümeyi fonlamak için borçlanmak sadece ve sadece ekonomileri zombileştirmeye yarar” dedi. Herkes para politikasında limite ulaşıldığında hemfikirken Almanya hem para, hem maliye politikasında sınıra gelindiğini ve tek çözümün yapısal reformlar olduğunu savundu. Schaeuble şunu söyledi: “Açıkça bugün, özel ve kamu sektörü borcu, bankaların ve hane halklarının yüksek kaldıraç düzeyi, yapısal reformların yapılmaması, sürdürülebilir büyümeyi engellemektedir.”

Netice itibariyle G20 sonuç bildirgesine büyümeyi artırmak, istihdam yaratmak ve güven sağlamak için maliye poltikasını esnek birşekilde kullanmanın yararlı olacağı ifade girdi.

4) Sorunlar olmasına rağmen bazı önemli yükselen piyasa ekonomisi ülkelerde büyüme halen güçlü. Majör ekonomilerde ılımlı büyümenin devam etmesi bekleniyor. 2018 yılına kadar dünya büyüme oranına yüzde 2 ilave yapmak için daha fazla şeyler yapılmalı. Küresel piyasaları vuran oyanaklıktaki son nöbetler küresel ekonominin bilinen temellerini ihmal etti.

Bu noktada Fed’e bir atıf yapmakta yarar var: Hem Yellen hem de Fischer, küresel finansal piyasalarda yaşanan oynaklıktaki artışı izlediklerini, daha önce de benzer sıkıntılar yaşandığını ama bu sıkıntıların ABD ekonomisinde kalıcı iz bırakmadığını ifade etmişlerdi. Öte yandan FOMC’de oy hakkı var olan Cleveland Fed Başkanı Loretta Mester’ın cuma günü yayımlanan bir söyleşide söylediklerini de hatırlatalım: “ABD ekonomisinin temelleri sağlam. Merkez bankası bu yıl içinde kademeli faiz artışı rotasında kalmalı.”

ABD 2015 yılı son çeyrek büyümesi ikinci tahmini beklenenden iyi geldi. Bu hafta PMI, Bej Kitap ve ADP verileri sonrasında, cuma günkü tarımdışı istihdam verisi de iyi gelirse Fed’in mart ayında faiz artırım ihtimali fiyatlanacaktır. Bu çerçevde bence G20 sonuç bildirgesinin ılımlı da olsa küresel toparlanmanın altını çizmiş olması, Çin Başbakanı’nın Çin ekonomisine ilişkin yukarıdaki olumlu tespitleri, Fed’in mart ayında faiz artırımı için elini rahatlatacak niteliktedir.

5) Majör ekonomilerin ihracatlarını teşvik için ulasal paralarını devalüe etmeleri kaygı vericidir. Çin ekonomisinin yavaşlaması, Borsasının düşmesi, Yuan’ın zayıflaması ve ülkeden sermaye kaçışları kaygı veriyor.

Netice itibariyle G20 ülkeleri rekabetçi devalüasyonlardan kaçınmayı, rekabetçiliği artırmak için kur hedeflemesi yapmamayı ve politkalarında şeffaf olmayı tahhüt ettiler.

Öte yandan Çin Merkez Bankası Başkanı’nın şu sözleri de dikkat çekti ve yeni bir parasal genişlemenin işareti olarak yorumlandı:

“Çin’in yüksek tasarruf oranı yatırıma dönüştürülebilir durumdadır. Hükümetin aşağıya doğru risklere karşı önlemleri ve para poltikası alanı mevcuttur. Çin, halen para politikasında sınıra gelmedi ve aşağıya doğru riskleri yönetebilecek birçok politika aracına sahiptir. Maliye politikasının proaktif olması; vergi oranlarının düşmesi ve harcamaların artması lazım. Yuan’ın sürekli değer kaybetmesi için bir neden yok. Uzun dönemde döviz kuru hareketleri ekonomik temelleri yansıtır.”

...

@VedatOzdan