Boyner: Kur politikası bir refah politikası unsuru olamaz
TÜSİAD Başkanı Boyner, ülke yönetimlerinin veya merkez bankalarının ülkelerin para birimlerinin reel değerini kalıcı olarak değiştiremeyeceğini söyledi
İSTANBUL (A.A) - 07.12.2010 - Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, ülke yönetimlerinin veya merkez bankalarının ülkelerin para birimlerinin reel değerini kalıcı olarak değiştiremeyeceğini, kur politikasının bir refah politikası unsuru olamayacağını belirterek, ''Korkarım siyasetçilerin ülkeleri adına kısa dönemler için gerçekleştirdikleri ulusal optimizasyonlar toplamda küre için hayırlı sonuçlar doğurmayacaktır. Bundan sonraki çabamız, siyasetçileri küresel, yenilikçi ve müzakereci bir tutuma ikna etmek olacaktır'' görüşünü bildirdi.
Boyner, TÜSİAD tarafından yayımlanan Görüş Dergisi'nin Aralık sayısında yer alan ''Merkez bankaları reel kuru değiştiremezler, refah yaratamazlar'' başlıklı makalesinde, her kriz döneminde ekonomi teorilerinin bir kez daha masaya yatırıldığını, genellikle kötü veya eksik yönetim sorunlarının neden olduğu krizlerin hesabının iktisatçılara ve iktisadi paradigmalara çıkarıldığını kaydetti.
Reel kurun zayıf bir teorik alan olduğu için sıklıkla istismar edilen bir politika aracına döndüğünü dile getiren Boyner, dış ticaret dengelerinde ortaya çıkan önemli dalgalanmaların, maliye politikasındaki başarısızlıklar, para politikasındaki zayıflıklar ve mikro verimlilik problemlerinin, sanki bir kur politikası tercihinin sonucuymuş gibi değerlendirildiğini, merkez bankası başkanlarının görevden alındığını veya ağır eleştiriye maruz bırakıldığını, kur politikalarının sıklıkla değiştirildiğini ifade etti.
Boyner, şöyle devam etti:
''Son G20 Maliye Bakanları toplantısında, akıllarımızı oldukça zorlayacak ve inanmakta güçlük çektiğimiz bir cari açık kontrolü de önerildi. Bu gelişmeleri büyük ölçüde krizin yarattığı geçici infial önerileri olarak görüp, temel iktisadi paradigma ve temellerden ayrılmamak gerektiğine inanıyoruz. Öncelikle bilmemiz gerekiyor ki, ülke yönetimleri ve/veya Merkez Bankaları ülkelerin para birimlerinin reel değerini kalıcı olarak değiştiremezler. Yani bir birim yerli paranız ile daha fazla yabancı ürün almanızı Merkez Bankası başkanınız sağlayamaz. Keza hükümetiniz kur politikasını değiştirerek, örneğin dalgalı kurdan sabit kur politikasına geçerek, alım gücü yüksek bir ülke yaratamaz veya cari işlemler açığını kapatamaz.
Bu kurumların uyguladıkları politikalar, tercihler 'yanlış' olabilir ve ülke bu yanlış tercihten dolayı kayba uğrayabilir; örneğin enflasyon beklentisini iyi ölçemeyen bir Merkez Bankası veya kamu açıklarını karşılıksız kamu tahvilleri ile kapatan bir hükümet, kurun değerini kısa dönemde dalgalandırabilir. Kısa bir süre için ekonomik birimler, yabancı paraları ile çok mal alabildiklerine inanabilirler veya tam tersi yabancı paralarının pula dönüştüğü kanısına kapılabilirler. Ama reel kur muhakkak çok geçmeden değerini bulur; yani kur politikası bir refah politikası unsuru olamaz.''
-''DALGALI KUR İDEAL POLİTİKA TERCİHİ''-
Dalgalı kur politikasının dengeli kurun oluşabilmesi için ideal politika tercihi olduğunu belirten Boyner, bazı piyasalarda olduğu gibi bu piyasanın da aksayabileceğini, oyuncu sayısının yetersiz olabileceğini, piyasanın yeterince derin olmayabileceğini ve piyasa mekanizmasının aksayabileceğini kaydetti.
Boyner, ''Ancak bu durum zaten sıklıkla karşılaşılan ve Merkez Bankaları tarafından minör müdahalelerle aşılabilen bir problemdir; bu sürecin başarısı için de Merkez Bankası yönetiminin özerk olması gerekmektedir'' ifadesini kullandı.
Ümit Boyner şunları ifade etti:
''Çin, müdahaleli dalgalı kur uygulamak suretiyle ülkesinin refahını artırabilmekte midir? Eğer denge kurun üstünde (aşırı değerli) veya denge kurun altında (aşırı değersiz) bir fiyat ile sürekli alışveriş yapılıyorsa ya Çin Hazinesi/Merkez Bankası batacaktır ya da Çin vatandaşları sürekli fakirleşecektir. Sürekli fakirleştirilmelerine rağmen yönetim değişikliği söz konusu olmayan bir ülkeden bahsettiğimize göre ikinci yanıt doğru yanıttır. Yaratılan katma değeri üretim faktörleri yerine sürekli kasasında tutan bir firma ne kadar sürdürülebilir ise böyle bir kur politikası uygulayan bir ülke de aynı derecede sürdürülebilir niteliktedir.
Sarkacın öbür ucunda ABD var ve yine Merkez Bankasına yüklenen hayali sorumluluklar var. ABD hem ağır bir kamu-özel borç yükü altında bulunuyor, hem de büyüme perspektifi önemli ölçüde darbe almış durumda. Çin'in sürekli cari işlemler fazlası vermesi sürdürülebilir olmadığı gibi, artık ABD'nin de sürekli artan bir cari işlemler açığı vermesi sürdürülebilir değil. Üstelik 1-2 trilyon dolarlık ABD temelli gevşetme veya mali yardım programına ek olarak, 600 milyar dolarlık son parasal enjeksiyon, iki ülke Merkez Bankası arasındaki kavgayı iyice derinleştirmiş durumda. Bu girişim ABD içinde de son derecede ciddi bir muhalefet ile karşılaşmıştır. Rezerv para üretme yeteneği olan ülkeler bu kriz esnasında ve sonrasında önemli bir itibar kaybı ile karşılaşmışlardır; ABD Merkez Bankasının son hamlesi ise, artık 'bağımsız merkez bankacılığı' ve 'denge kuru' gibi olguların daha sıklıkla çiğneneceği izlenimini vermektedir.''
-''ABD VE ÇİN KRİZDEN ÇIKIŞI TEHLİKEYE ATAN TUTUM İÇİNDE''-
Bu sürecin maalesef akıl dışı bir yarışa doğru gittiğini ve iki önemli ekonominin kendi ülke menfaatlerini korumak isterken bütün bir küreyi ve krizden çıkışı tehlikeye atan bir tutum içinde girdiğini vurgulayan Boyner, son Seul Zirvesinin de bu oluşan yarığın derinleşeceğine işaret ettiğini belirtti.
''G20 zirvesi, 'G2' problemleri çözülmeden ilerleyemeyecek gibi gözüküyor. Bir tür savaş dönemi atmosferinin hakim olduğu Seul Zirvesinde de görüldüğü gibi, ne ABD'nin ne de Çin'in sorunları, salt iktisadi temelde ele alınarak çözülebilecek nitelikte gözükmüyor'' görüşünü bildiren n Boyner, şöyle devam etti:
''Bir de, bu yeni savaş, kur bloklarının arasında kalan ve bu iktisadi temelden yoksun çekişmenin parçası olmamasına rağmen küresel ekonomik faaliyetin azalması nedeniyle önemli zararlar yazan ülkeler mevcut. Avrupa Birliği bu denklemde yeterli güce sahip bir oyuncu görüntüsü veremedi. Nitekim Almanya kendini AB denkleminden de ayrı tutmayı yeğledi. Tüm bu gelişmeleri, uzun dönemde kur riskini tamamen ortadan kaldıracak olan küresel bir para politikası ve mali düzenleyici modeline geçişin sancıları olarak da okumak mümkün. Ancak Keynes'in yerinde tespiti çerçevesinde 'Uzun dönemde hepimiz ölüyüz'.
Korkarım siyasetçilerin ülkeleri adına kısa dönemler için gerçekleştirdikleri ulusal optimizasyonlar toplamda küre için hayırlı sonuçlar doğurmayacaktır. Bundan sonraki çabamız, G20 ülkelerinin iş dünyası örgütleri olarak, siyasetçileri yerel denklemler ve geleneksel bakış açıları yerine, küresel, yenilikçi ve müzakereci bir tutuma ikna etmek olacaktır. Aksi durumda, reel kurun ve son kertede büyümenin yegane belirleyicisi olan üretkenlik ve verimlilik politikaları yerine, merkezi yönetimlerin baskısı altında miyopik ve politik etki altında hareket eden merkez bankaların yarışmasına şahit olacağız.''