Advertisement

IMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları Washington DC’de başlıyor. Aynı zamanda Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) de yıllık toplantıları yapılıyor. 2008 yılından bu yana bu toplantıların gündemi pek fazla değişmedi. Hep şu sorular soruldu: Avrupa’nın hali ne olacak? Küresel büyüme nasıl hızlandırılacak? Amerikan ekonomisi ne zaman normale dönecek? Gelişmekte olan ekonomileri bekleyen zorluklar neler? Nasıl bir finansal yeniden yapılandırılmaya gidilmeli?

Son birkaç yıldır parasal genişlemenin sonuçları değil de, Amerika’da parasal sıkılaştırmanın sonuçları öne çıktı. Küresel likiditenin eskisi kadar bol olmayacağı beklentisi altında uluslararası likidite bağımlısı haline gelen gelişmekte olan ekonomilerin yaşayabileceği zorluklar tartışılmaya başlandı. Finansal sektörün yeniden yapılandırılması hem IMF’nin hem de IIF’nin gündeminden çıkmıyor. Avrupa’da stres test sonuçlarının bu ay sonuna doğru açıklanacak olması, bu konuyu daha da sıcak tutuyor. IMF yine küresel büyüme tahminini düşürdü. Dolayısıyla büyümenin hızlandırılması gündemin yine ön sıralarında.

KIT DEĞİL, SEÇİCİ

IIF’nin periyodik olarak yayınladığı “Sermaye Akımları” raporuna göre, aslında bu yıl gelişmekte olan ekonomilere akan uluslararası sermayenin yine bir trilyon doları aşacağı tahmin ediliyor. Geçen yıla göre 60 milyar dolar civarında küçük bir azalma söz konusu. Azalmanın tümü Rusya’dan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, gelişmekte olan ekonomilere akan uluslararası sermayenin kıt olduğu söylenemez.

Bu yılı diğer yıllardan ayıran en önemli özellik, uluslararası sermayenin daha seçici hale gelmesi. Gelişmekte olan ekonomilere akan uluslararası sermayenin önemli bir bölümü Asya kıtasına gidiyor. Doğu Avrupa ve Latin Amerika, uluslararası sermaye çekiminde bu yıl göreli olarak gerileme içinde.

Amerikan ekonomisine yönelik gelen iyi haberlerin gelişmekte olan ekonomileri hırpalayabileceği beklentisi söz konusu. Bu beklenti nedeniyle de Amerika’dan ne zaman iyi haber gelse, gelişmekte olan ekonomilerden az da olsa bir sermaye çıkışı yaşanıyor. Bu ülkelerin paraları değer kaybediyor. Halbuki, IIF tahminlerine bakacak olursak, önümüzdeki dönemde de gelişmekte olan ekonomilere akan uluslararası sermayede ciddi bir azalma söz konusu değil, hatta artma yaşanabilir. Sorun, uluslararası sermayenin kıtlığı değil, giderek daha seçici hale gelmesi gibi görünüyor.

OLUMSUZ AYRIŞMAMALIYIZ

Giderek daha seçici hale gelen uluslararası sermaye akımları karşısında Doğu Avrupa bölgesindeki Türkiye gibi ülkelerin (şimdilik göreli olarak olumsuz bir biçimde ayrışıyorlar) yanlış yapma lüksleri yok. Geçenlerde Fitch kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye ekonomisine yönelik görüşünü değiştirmemiş olması çok olumlu bir olgu. Tehditkâr demeçler vermek yerine, diğer kredi derecelendirme kuruluşlarının da benzer bir tavır almalarına çalışmamız önümüzdeki dönemde dalgalı denizlerde seyrederken, Türkiye’nin olumsuz ayrışmasını bir ölçüde sınırlayabilir. Aynı zamanda uluslararası sermayenin dikkatini çekebilecek bazı hikâyeler yazmamız, göreli konumumuzu güçlendirebilir.

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde bazı gelişmeleri olağan karşılayıp hazır olmalıyız: Uluslararası sermaye akımları oynak olacak; daha yüksek getiri için daha fazla risk almayı kabullenen bazı yatırımcılar Amerika gibi “sakin liman” olan piyasaları daha fazla tercih edecek; döviz kurlarında dönemsel hareketlilik yaşamak olağan hale gelecek; göreli düşük ekonomik büyümeyi kabullenmek durumundayız; Avrupa ekonomilerinde canlanmayı biraz daha beklemek durumundayız; uluslararası sermaye göreli olarak kıtlaşmasa da, daha maliyetli olmasını kabullenmek zorundayız.