Advertisement
İSTANBUL ABONE OL

İnsanlık olarak kolay unutulmayacak tarihi günler yaşıyoruz. Bir kısım insanlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en önemli olay diyor, bir kısım insanlar daha da ileri götürüyor, 1929 Büyük Buhranı’ndan sonraki en önemli olay diyor.

Tabii olayın büyüklüğünü ve vahametinin ne olduğunu ileriki yıllar çok daha iyi anlayabileceğiz. Ama kesin olan bir şey var ki; hiçbir devletin, hiçbir kurumun, uluslararası boyuttaki şirketlerin dahi simülasyonlarında yer almayacak derecede; insanlığın sosyal ve ekonomik tüm hareketlerini kilitleyen bir sürecin içine girdik. Sağlıkta yaşadığımız insani kayıplar bir yana insanları eve kapayan ve talep denen, ekonominin en olmazsa olmaz aktörünü ortadan kaldıran bir süreç bu.

Ve bu tabii her şey çok hızlı gelişti. Yani önceden belirlenen bir takvim içerisinde olmadı bu olup bitenler. Bu nedenle yönetilmesi de kabullenilmesi de hakikaten çok çok çok zor olan bir konuyla karşı karşıyayız. Sağlık açısından, dünyanın bu travmayı çok iyi karşıladığını ve başarıyla yönettiğini söylemek hiç kolay değil. Görüyoruz ki her ülke kendi başını çaresine bakmaya çalışıyor. Avrupa Birliği gibi hem kurumsallaşmış yapıda dahi bu konuda ortak bir anlayış, ortak bir mücadele, ortak bir planın çok eksik olduğunu gördük.

Ekonomide ise insanları içeriye kapatan, petrolden, sanayi ve tüketime kadar birçok alandaki talebi bıçak gibi kesen bir kriz bu. Ekonominin en önemli kuralının talebin oluşması olduğunu adeta yaşayarak öğreniyoruz. Talep şalterini bir anda indirdiğinizde neler olduğunu görüyoruz. Şu anda ekonomide kapanan bütün kanallar, dünyanın finans kurumları tarafından para enjekte edilerek açılmaya çalışılıyor. Piyasalara para pompalayarak bünyeyi sağlam tutmaya çalışan bir gayret ve çaba var. Ama bunun ne kadar, nasıl etki edeceğini, önümüzdeki haftalarda, aylarda daha net görebileceğiz.

Ülkemizde, vatandaşlarımızdan tüm kurum ve kuruluşlarımıza kadar bu süreçten en az hasarla çıkmayı esas alan bir anlayış birliği içindeyiz. Bu konuda başta Sayın Sağlık Bakanımız olmak üzere tüm başhekimlerimiz, doktorlarımız, tıp camiasının hastabakıcısı, hemşiresi, sağlığın tüm görevlileri hakikaten olağanüstü bir sınavdan geçiyorlar. Yanı sıra Türkiye’nin bu süreçte güçlü bir sağlık alt yapısı olduğu da anlaşıldı. Bütün bunların hepsi birleştiği zaman da çok şükür birçok ülkeden çok daha başarılı bir gidişat içindeyiz. Bu büyük mücadeleye karşın, maalesef, aralarında tıp dünyamızın çok değerli bilim inşalarının da olduğu kaybettiklerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Ekonomimizde sadece bir tek sektör etkilenmedi. Hizmet, turizm, gayrimenkul, sanayi, ihracat... Yani her boyutuyla herkese olumsuz yansıyan bir krizle karşı karşıyayız. Hal böyle olunca tabii hükümetin elindeki imkân ve kaynakları da en dengeli ve en akılcı şekilde yönetmesi gereken bir süreç oluşuyor.

Süreç başladığı zaman biz üç tane temel konunun altını çizmiştik:

Bir: Firmaların nakit ihtiyacının mümkün olduğu kadar sürecin başında sağlam tutulması.

İki: İstihdamın kesinlikle ve kesinlikle bir zayiata uğramadan korunması.

Üç: Kamu alacakları noktasında firmalarımızın rahatlatılması.

Bu üç konu da ilk alınan önlemler paketinde olabildiğince programa yansıdı.

Tabii bunlar ana kararlar ama bunun yanında birtakım daha mikro kararlarda da sürecin daha rahat geçirilmesi, en azından daha az hasarla geçirilmesi adına birtakım uygulamalar yapılıyor.

Şimdi artık bunun bir kazaya benzetecek olursak, kaza sonrası tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarına başlamalıyız. Bizim yeni normale dönüşü, bu rehabilitasyon dönemini iyi planlayarak hazırlanmamız gerekiyor. Çünkü bu krizi bir tünel olarak görürsek, tünele girdiğimiz noktadaki gerçeklerle tünelden çıkacağımız noktadaki gerçekler aynı olmayacak.

Şu anda bir kere birinci önceliğimiz sağlık, sağlık, sağlık diyerek tünelden az hasarla ve birbirimize bu hastalığı bulaştırmadan çıkabilmek. Sonrasında ekonomik hayatımızda, ulaşımdan hizmete, alışverişten ticarete kadar yeni disiplinlere tanıklık edeceğiz. İşte bunları iyi tespit edip hazırlanmalıyız.

Bir kere şunu söyleyeyim: Böylesi dönemde Türkiye'nin belirli sektörleri, sağlık sektörümüz başta olmak üzere, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan gıda, temizlik malzemeleri, temel ihtiyaçlar sektörlerimizin tüm oyuncuları; tarımda üreticisinden hammadde tedarikçisine, bunların nakliyesini yapan lojistik firmalarından sanayinin farklı farklı konularında bütün zorluklara rağmen üretim yapanlara, bunları perakendeye taşıyıp depolardan perakendeye ulaştıran ve buralardan da tüketiciye ulaştıran tüm ağlara kadar ne kadar güçlü bir ekonomik disiplinimiz olduğunu gördük. Özellikle bu yönetilirken teknolojiyi de ne kadar iyi kullandığımız anlaşıldı. Altyapı hizmetleri ve teknoloji kullanan personel konusunda gelişmişliğimiz bence güzel bir sınavdan geçti. Ve bu büyük sınav da başarıyla verildi. Bürokraside bu işte görev yapan arkadaşlarımıza da teşekkür etmek istiyorum. Onlarda da hiçbir aksama olmadı. Başta gümrükler. Her şeye rağmen ihracatın belirli ürünlerde devam ettiğini görüyoruz.

Tabii her kriz doğru yönetildiği takdirde bir fırsatı da beraberinde getiriyor. Şirketler açısından pandemi sonrası yakın geleceği değerlendirecek olursak, teknoloji alt yapısı çok güçlü olan her sektör, kurum ve firmaların yeni dünyanın parlayan yıldızları olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Tabii kısa vadede şunu da görmemiz gerekiyor ki; bu alanda zayıf olan özellikle küçük ve orta ölçekli şirketleri zor günler bekliyor. Çünkü yeni dönemde küçük işletmelerin rekabet şansalar çok zor olacak. Bu da ölçek ekonomisin önemini ve değerini daha da artıracak.

Şimdi bugün geldiğimiz noktada kuşkusuz alışılagelmiş tedarik zincirlerinde önemli kırılmalar olacaktır. Özellikle dünyanın, Çin başta olmak üzere tedarik zincirinde Uzakdoğu’ya bağımlı yapısı artık gözden geçirilecektir. Daha esnek ve daha güvenli alternatifler üzerinde çalışılarak devreye alınacaktır. İşte bu noktada; sahip olduğu teknoloji, üretim gücü, genç nüfusu ve bölgesel lojistik avantajları ile Türkiye’nin yeni tedarik zincirinde, güçlü tedarik merkezi olma noktasında bir fırsatının olacağını düşünüyorum. Geçmişten gelen sanayi gücümüzle birçok sektörde çok büyük bir tedarik merkezi olma imkanını yaratabilirsek, önümüzdeki dönemde ülkemiz için elde edeceğimiz en büyük kazanım bu olur.

Şunu bir kez daha gördük ve görüyoruz ki; Türkiye üretmek zorunda. Üretim gücünü ayakta tutmak zorunda. İstanbul Sanayi Odası olarak bu anlamda bu süreçte ilk kısa vadeli sorumluluğumuzun çalışanlar açısından üretim çarklarında hijyenik ortamı oluşturmak olduğunu düşünüyoruz. Sanayi firmalarımızın bu süreçteki o yeni normal döneminde çalışmaları, fabrika içindeki hijyen kuralları, çalışanlarımızın güvenliğini nasıl sağlayacaklarına dair de bir yol gösterici, bir danışmanlık çalışmasına en kısa zamanda başlıyoruz. Bizim İSO olarak pandemi sonrası önceliğimiz üretimi çalışanlar açısından daha sağlıklı bir ortam oluşturarak ayakta tutmak şeklinde olacak.

Toplum olarak bu zor günlerle büyük bir mücadelenin içindeyiz. Acı kayıplarımız olsa da, sevdiklerimizi daha az görüyor olsak da, geleneklerimizi yerine getiremediğimiz buruk bir Ramazan yaşıyor olsak da bu zor günlerin sonunda ülkemiz için çok güzel günlerin geleceğine gönülden inanıyor ve umudumu koruyorum.

Erdal BAHÇIVAN

İSO Yönetim Kurulu Başkanı