Advertisement

Fransa temerrüde düştü; Dolar Rupi karşısında %34 değer kaybetti; Almanya’da yıllık enflasyon %13 olarak gerçekleşti; Japonya’nın dış ticaret açığı 80 milyar Dolara dayandı. Derecelendirme kuruluşları İngiltere’nin görünümünü negatife çevirdi. Okuyunca gerçek üstü görünüyor değil mi? Oysa ülkelerin isimlerini değiştirmiş olsaydık, eminim bunlar eminim hepimize gayet olağan gelecekti.

İşte bu sebeple şu “Gelişmekte Olan Ülkeler” (veya “Pazarlar”) konusunu tekrar bir gündeme getirmek istedim.

-Arafta kalmak

Her şeyden önce şu soruyu ısrarla sormalıyız; açıkça da yanıtlamalıyız: Neden, ama neden halen “Gelişmekte Olan Ülkeler”, “Gelişmiş Ülkeler” arasına girmediler? Bu soruya yanıt vermeden önce ufak bir parantez açmak istiyorum: Vaktiyle “Az Gelişmiş Ülkeler” (Underdeveloped) ifadesi yerine “Gelişmekte Olan Ülkeler” (Developing) kullanılmaya başlandığında bir önceki terime göre nispeten daha ılıman bir tanımlama yaratılmıştı. Sonrasında “Gelişmekte Olan” ve “Gelişmiş” arasında kalmış ülkeler için “Emerging Markets” tanımı ortaya atıldı. Bugün ülkemizin de içlerinde bulunduğu dünyadaki birçok önemli ekonomi de bu kategoriye giriyor.

Öte yandan farklı kurumlar bu listeye farklı ekonomileri dahil ediyor. Türkiye ise tartışmasız bir şekilde bu grupta yer alan ülkelerden. Açıkçası Developing ya da Emerging sıfatlarının benim nazarımda pek farkı yok. Ya da daha doğru bir ifadeyle, aralarındaki farkın çok büyük bir anlamı yok. Burada kritik nokta “Developed” tarafına terfi etmek.

Şimdi dilerseniz yanıtımıza geçelim:

1) Endüstrileşme Öncesi (Tarım Toplumu)

2) Endüstrileşme (Sanayi Toplumu) 

3) Endüstrileşme Sonrası (Hizmet Toplumu ve akabinde Bilgi Toplumu) şeklinde en basit anlamda yakın zamanı üç kesite ayırdığımızda; ikinci evreyi henüz hakkıyla tamamlayamadan; yani sanayileşme kısmını hazmetmeden bugünü yakalamaya çalışan ekonomilerde sınıf atlamada gerçekleşmiyor.

Her biri farklı gelişmişlik düzeylerinde olsalar da, Gelişmekte Olan Ülkeler ile ilgili bazı müşterek tespitler yapabiliriz.

1. Öncelikle ekonomi ile ilgili sorunlar baş gösterdiğinde daha çok semptomlara yönelik tedaviler, anlık çözümler, yamalar ile ilerleniyor. Gerçek anlamda yapısal reformların aslında geri planda kaldığını görüyoruz.

2. Her ne kadar kantitatif büyüklüklerde önemli noktalara gelinmiş olsa da (örnek: SGP’ne Göre GSMH); kalitatif kriterlerde gerilerde kalınıyor (örnek: Kişi Başına Düşen Milli Gelir). Ayrıca piyasalardaki liberalleşme oranı halen kısıtlı seviyede.

3. Toplumsal ve politik açıdan bazı istikrar ve güven sorunları göze çarpıyor. Bununla birlikte yatırımcılar açısından daha yüksek getiri ve daha büyük riski bir arada sunuyor. İşte bu yüzden de piyasalarda her iki yönde de sert dalgalanmalar olabiliyor. Orta sınıfın gelişimi yavaş ilerliyor. İki ileri, bir geri derken; ilerleme sağlanıyor olsa da; bir noktada sıkışılıp kalınıyor. Bir başka yazımda mercek altına almış olduğum “Orta Gelir Tuzağı”na yakalanıyorlar.

4. Marka, teknoloji, katma değerli ürün ve hizmetler, yenilikçilik gibi kavramlar yerine, ucuz iş gücü ve doğal kaynaklar / zenginlikler ön plana çıkıyor. Bu da küresel ticarette dezavantajlı ve uzun vadede tehlike çanlarının çalacağı bir konum yaratıyor.

5. Endüstrileşme Öncesi toplumdan miras kalan belli ölçüde geleneksel tarım ve hayvancılık ağırlığını ekonomide hissettirmeye devam ederken, rekabetçi avantaj sağlanmış bazı sektörlerde belli ölçüde endüstrileşme gözlemleniyor. Paralelde ise hizmetlerin ekonomideki yeri artıyor ve bilgi toplumuna ait bazı atılımlar da gerçekleştiriliyor. Adeta farklı zaman kesitleri aynı anda birlikte yaşanıyor. Aradaki öncüllük – ardıllık ilişkisi göz önüne alındığında, bu belirli noktalarda bazı zenginlikler yaratıyor olsa da; daha büyük resimde yönetilmesi zor ve kaotik bir yapı getiriyor.

-Hepsinden önemlisi

Bunlar ilk göze çarpan noktalar. Ama bazen bu ülkeler ile ilgili o kadar çok şey yazılıp çiziliyor ki; Gelişmiş Ülkeler diye bir kategorinin varlığı unutuluyor. Yeryüzünde ekonomi ile zorlu sınavlar vermeyen hiçbir ülke yok. Öte yandan Gelişmiş Ülkeler de yerlerinde saymıyor ve gelişmeye devam ediyorlar. Zaten dünya rekabetçilik ligine, sadece son senedeki sıralama ile sınırlı kalmadan; bir trend analizi şeklinde eğildiğimizde bunun yansımalarını görmekteyiz. Aradaki fark kapanıyor mu, açılıyor mu, aynı mı kalıyor; hatta “aradaki o fark” nedir, ne kadardır; aylarca tartışabiliriz. Ya da Yunanistan bir alt lige mi düşecek; Güney Kore ve Tayvan süperlige çıktı mı; Çin çıksa ne önemi var; çıkmasa ne önemi var diye de tartışabiliriz.

Gene de en kritik tartışmanın, yukarıda beş maddede özetlemeye çalıştığım sarmaldan çıkış yolları üzerine odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Madem ki sorunları biliyoruz; artık çözümleri konuşmalıyız. Çünkü böyle devam ettiği takdirde, yakın zamanda “Gelişmekte Olan” değil, “Gecikmekte Olan” ekonomiler olarak anılmak söz konusu…