Advertisement

1930 Buhranı öncesinde dünyada kapitalizm en vahşi haliyle hüküm sürmekteydi. Düşük maaşlar ve uygun yatırım imkanları ile verimlilik artmış, dolayısıyla da üretim tam gaz devam ediyordu. Ancak hesaplanmayan bir şey oldu; aşırı üretim ve insanların sürekli azalan alım gücü sonunda ortaya bol miktarda ürün çıktı ama bunları satın alabilecek az sayıda insan olduğu anlaşıldı. İşte ekonomik kriz ve sonunda dünya savaşlarına kadar giden süreç böyle başladı.

Dünya savaşları sırasında insanlık tarihinde büyük bir iç hesaplaşma yaşandı. Başta Keynes olmak üzere birçok ekonomist ve sosyal bilimci bir daha böyle krizler yaşanmasın diye yeni bir model önerdiler. Yeni ekonomik modelde devletlerin daha fazla piyasa ve ekonomiye dahil olduğu, işsizliğin düşürüldüğü ve alım gücünün artırılarak devletin büyüme garanti ettiği sosyo ekonomik yaklaşım öngörüldü. Bu yeni ekonomik modele de 'ehlileştirilmiş kapitalizm' adı verildi.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 'Ehlileştirilmiş Kapitalizm' ya da 'embeded Liberalism' dünyanın sıkı sıkıya sarıldığı bir model oldu. 1950-1960'lı yıllarda 'embeded Liberalism' hem Batı'da hem de üçüncü dünya ülkelerinde uygulandı ve yüksek büyüme oranları, gelişen orta sınıf, işçi sınıfının ve sendikaların ağırlığının arttığı bir dönem oldu. 1970'lere gelindiğinde ise ABD'nin Vietnam Savaşı ve 1973'teki petrol şoku bu modelin sonunu getirdi. ABD ve Avrupa'da enflasyon oranları % 10'ların üzerine çıktı. Üstelik ekonomik aktivite de neredeyse durmuştu. Yani ekonomistlerin en çok korktuğu 'stagflation' hem enflasyon, hem durgunluk söz konusuydu.

1980'lere gelinirken yaşanan bu krize karşı dünya tekrar derin bir arayışa girdi. Acil bir şekilde enflasyonun düşürülmesi, arkasından da yatırım yapmanın ve üretimin tekrar cazip hale getirilmesi gerekiyordu.

Ancak önce durum tespiti yapıldı ve fatura, devletin piyasanın işine çok karışmasına, sermayeye dayatılan yüksek vergi oranlarına ve iş gücünün çok fazla talepkar olmasına çıkarıldı. Dolayısıyla önce enflasyonun belini kırmak ve tasarruf yapmayı özendirmek için faizler % 15- % 20'lere kadar yükseltildi. Bu hamle önce resesyonu artırdı, işsizliği % 10'lara taşıdı ama sendikaların gücünü kırdı. Arkasından da yüksek faiz enflasyonu da bir süre sonra aşağıya indirdi.

1980'lerin başında nispeten düşmüş bir enflasyon, zayıflamış sendikalar vardı. Şimdi de yatırım yapacak olanların yani kapitalizmin baş tacı 'özel sektörün' yaratılması ve yatırım yapmanın özendirilmesi gerekiyordu. Bunun için ABD'de vergi oranları düşürüldü.Gelir vergisi oranları % 70'lerden % 28 'lere kadar indirilirken sermaye kazançı vergi oranları maksimum % 20'ler ile sınırlandırıldı.

Uygulamaya konulan yeni sistemin adı  'Neoliberalizm'di. Bu yeni ekonomik modelin en büyük dayanaklarından biri de sermaye piyasalarının geliştirilmesi ve özel sektörün hizmetine sunulmasıydı. Neoliberalizmin öngördüğü ekonomik model içinde az regüle edilen, bol ve ucuz likiditenin olduğu verimlilik esasına dayalı özel sektörün önderliğinde bir büyüme anlayışı vardı. Burada sihirli sözcük 'verimlilik'ti.

Hantal ve gereksiz pahalı mal üreten çok kuralcı devlet yapısı gidecek, yerine rekabet ve verimliliğin ön plana çıktığı, önü tamamem açılmış özel sektör önderliğinde bir büyüme modeli gelecekti. Nitekim 1980-2008 yılları arasında efsanevi ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan yönetiminde bu model uygulandı. 

İyisiyle kötüsüyle sonuçları bir sonraki yazımızda tartışalım...