Cep telefonu ya da bilgisayar kullananlar bilir, ayarları ile oynadığınızda ve işin içinden çıkamadığınızda son çare olarak ‘Fabrika ayarları’ tuşuna basarsınız ve  telefon ya da bilgisayar orijinal haline geri döner. Yani daha iyi bir kullanımı olması için yaptığınız hamleler işe yaramazsa başladığınız noktaya geri dönmek çoğu zaman mümkündür.

Ancak söz konusu olan eğer bir elektronik alet değil de örneğin  10 sene önceki krizden ders almış ve büyük reformlarla azalarak ama güçlenerek yola devam eden bankacılık sektörü ise ve siz de bu sektör üzerinde ‘deneysel çalışma’ yapıyorsanız, fabrika ayarlarına dönmek her zaman kolay olmayabilir.

Önce ‘Bankalar çok para kazanıyor, daha fazla vergi versin’, sonra ‘Mevduat dağılımında % 10'un üzerinde ağırlığı olan banka kalmasın', daha sonra ‘Kredi oranlarını % 25 e çeksinler' ve en sonunda da ‘promosyon yapmasınlar’ gibi her birinin hazmedilmesi uzun sürebilecek hükümler verirseniz sonunda sektör ‘S.O.S’  vermeye başlayabilir.

Grafikte de görüleceği gibi 2 ay içinde ‘Batık' denilen Avrupa Bankaları ortalama % 15 yukarıda ve ABD bankacılık hisseleri % 1 yukarıdayken, Türk Bankacılık endeksinin  % 15 aşağıda olduğu görülüyor. ‘Geçen sene bu endeks % 30 primliydi, satış yemesi normal’ denilebilir. Bir yere kadar haklı olduğunu düşündüğüm bu açıklamaya itirazım şu noktada: Endeksin düşmesi veya çıkması nihayetinde hissedarlarını ve bankaların kendisini ilgilendirir ama eğer genel olarak sektör üzerinde karlılık ve kredibilite anlamında soru işaretleri yaratılırsa, o zaman bundan bütün ekonomi zarar görür.

Bütün dünyanın önce mali sektörü canlandırıp arkasından reel ekonomiye can suyu aktarmaya çalıştığı noktada her biri yerinde istekler olsa dahi, sektöre taşıyabileceğinden fazla hedefi aynı anda vermek doğru bir strateji olmayabilir.

Advertisement