Advertisement

BigTech kategorisinde anılan altı dev şirketi incelediğimiz serinin şimdilik sonuna geldik. Yazılarımda Kuzey Amerika doğumlu ve çok uluslu olarak nitelendirilen altı büyük teknoloji devinin finans sektörüne ilgisine mümkün olduğunca detaylı ve uzun perspektifli mercek tutmaya çalıştım. Bu incelemelerin sonunda genel bir değerlendirme yapmak gerekirse aynı anda farklı endüstrilere, yeni iş kollarına ilgi duyan şirketlerin bu durumu yönetmekte zorlandıklarını söyleyebilirim. Uzun vadeli stratejiler belirlemek ve ısrarla odaklarını, yatırımlarını sürdürmek büyük teknoloji şirketleri için oldukça zor. Zira değişen rekabet şartları, yenilenen yönetim ekipleri ve yatırımcı beklentileri bu şirketlerin “göle maya çalar” gibi bir görünüm vermelerine sebep oluyor. Ayrıca kendi ana iş kollarındaki yoğun gündemleri finans sektörüne yeterince odaklanmalarına engel oluyor.

Biz bu filmi görmüştük…

Aslında benzer bir durumu son 20 yıldır birçok ülkede yerel telekom şirketlerinin finans sektörüne ilgisi ile görmüştük. Bu girişimlerin hepsi, çok güçlü ve iddialı başladıktan sonra zaman içinde bir kendi ana iş odaklarına çekilerek ses ve data taşımaya döndüler. Ancak bugün bile zaman zaman bu tür çabaları tekrar etme arzularını görüyoruz. Aralarında elbette başarılı örnekler var ancak çoğunun finans sektörüne yönelik girişimlerinin akıbeti pek de parlak olmadı. Demek ki, “bir koltuğa iki karpuz” sığmıyor.

Savaşan egolar…

Belki de tüm sorunların kökünde elimizdeki sınırlı iş yapış şekilleri yatıyor. Sanayi devrimi sonrası gelişen modern işletmecilik, teknoloji devrimi sonrası öğrendiğimiz iş ortaklıklarına rağmen yeterince evrilemedi. Önemli sektörler, dev şirketler agresif rekabetle gevşek iş birlikleri arasında bocalamaya devam ederken başka bir modele ihtiyacımız olduğu açık. İngilizce ’de “coopetation” olarak geçen, Türkçe ’ye “rekaberlik” olarak aktardığımız iş birliği içinde rekabet kavramı henüz soyut tanımlardan gerçek örneklere dönüşemedi. FinTech’lerin bu alanda ortaya koyduğu örnek rekaberlik modellerinin BigTech’ler tarafından dikkatle incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Düzenleyiciler GAFAM’ın peşini bırakmıyor…

BigTech’lerin bu hırsının önünde ciddi engeller de var. “Her şeyi ben yapayım” isteği birçok ülke ve bölgede kaygı yaratıyor. Bu kaygılar da beraberinde yasal düzenlemeleri getiriyor. Bu noktada en çok çalışmayı Avrupa Birliği yapıyor. Birçok sektörde olduğu gibi teknolojide de tekelleşmeyi önlemek isteyen AB, GAFAM üyelerinin peşini bırakmıyor!

AB, son olarak geçen yıl GAFAM üyeleri için iki farklı yasa tasarısını uygulamaya koydu. Oldukça radikal düzenlemeler içeren Dijital Piyasalar Yasası (DMA) ve Dijital Hizmetler Yasası (DSA) adlı bu düzenlemeler, yapılması ve yapılmaması gerekenlerden oluşan uzun bir liste içeriyor. Teknoloji devlerinin dijital pazarlara hâkim olmasını engellemeye çalışan düzenlemeler, son üç yılda Avrupa’da yıllık geliri en az 7,5 milyar euro olan, piyasa değeri 75 milyar euro olan, en az üç AB ülkesinde hizmet veren şirketleri içerecek şekilde ayarlandı. Yasayı ihlal edenleri, yıllık gelirlerinin yüzde 10’una kadar para cezası bekliyor. Hatta Silikon Vadisi şirketlerine dünya çapındaki cirosunun yüzde 20’sine kadar bir para cezası uygulanabilecek. AB’nin bu konuda ne kadar ciddi olduğunu bugüne kadar GAFAM üyelerini uyguladığı milyar euroluk cezalardan biliyoruz.

Öte yandan aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok ülke de verilerin nasıl saklanacağı konusunda hassas bir yaklaşıma sahip. Örneğin Türkiye, yabancı şirketlere verileri ülke dışına çıkarma yasağı getirdi. Keza Hindistan’ın da aynı hassasiyete sahip olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım da büyük devlerin pazara hızlı girmesini engellediği gibi yatırım miktarını da artırmasına yol açıyor.

Sözün özü;

“Batmayacak kadar büyük” eşiğini çok zaman önce aşan BigTech’ler, yeni sektörleri yutarak “Bölünemeyecek kadar büyük” olmak istiyor. Bu uzun ve zorlu yolda gelişmeleri hep birlikte merakla izliyoruz.

Sonunda “Büyük Rekabet” ya da “Büyük İş birliği” göreceğiz!