Advertisement

Bazılarınız başlıktaki rakamın cazibesine kapılarak bu yazıya göz atıyor olabilir.

Emin olun ki karşı karşıya bulunduğumuz risk bu rakamın çok daha ötesinde.

Hatta bahsedeceğimiz tehlikenin boyutu para ile ölçülemez dersek abartıyor olmayız.

Başlıkta bahsi geçen rakam, ekosistemin en önemli halkalarının başında gelen bal arılarıyla ilgili.

Küresel anlamda gıda üretiminin sağlıklı ve sürdürülebilir olmasının yolu arıların gerçekleştirdiği tozlaşmadan geçiyor. Bugün bal arıları dünyadaki bitkilerin yaklaşık yüzde 85'inin polenlerini yayma misyonuna sahip. Araştırmalara göre gıdaların yüzde 90'ından fazlasını sağlayan 100 bitki cinsinden 71’inin poleni arılar tarafından yayılıyor. Bu da tarımsal üretimin sürdürülebilir, verimli ve sağlıklı olmasının sigortası niteliğinde. Bitkilerin polenlerinin arılar tarafından yayılması, üretimde artış kadar ürünlerin kalitesini de olumlu etkiliyor.

Yapılan hesaplamalara göre dünya genelinde arıların tozlaşma çalışmalarının yarattığı toplam küresel ekonomik katma değer her yıl 300 milyar dolar seviyesinde.

Aslında arıların doğada üstlendiği misyonun değeri paha biçilemez ama bazılarımız için bal arılarının ölümü ekolojik açıdan bir şey ifade etmeyebilir diye düşünerek bir de ekonomik değerini hatırlatmak istedik.

EKOSİSTEMİN SİGORTASI

Ama gelin görün ki ekosistemin sigortası niteliğindeki bal arıları insanoğlunun yine açgözlülüğünün kurbanı oluyor.

Özellikle son 20 yılda arı nüfusunda ciddi kayıplar yaşanıyor. Bölgesel bazda toplu arı ölümleri daha sık yaşanır hale geldi.

Bu konuda bir çok uluslararası kuruluş raporlar yayımlıyor ve farkındalık yaratmaya çalışıyor. Greenpeace de bunlardan bir tanesi.

Greenpeace'ın araştırmalarına göre son 20 yılda ABD, Avrupa, Ortadoğu gibi farklı bölgelerde arı nüfusu oranları yüzde 50'lere varan oranda kayıp yaşıyor.

Peki Türkiye'de durum nasıl?

Dünyadaki arı ırklarının yaklaşık yüzde 20'sini barındıran bir gen merkezi konumundaki Türkiye, hiçbir ülkede olmayan arı genetik çeşitliliğine sahip. Ama tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi bu konuda da sahip olduğumuz zenginliğin farkında değiliz.

Yedi coğrafi bölgeye ayrılan Türkiye'de her bölgenin iklim koşulu ve bitki çeşitliliği farklı. Dünyada yetişen ballı bitkilerin yüzde 70’i Anadolu kökenli ve yaklaşık yüzde 40’ı endemik tür olarak gösteriliyor.

Türkiye genelinde önceki yıllarda yüzde 10-20 olan arı ölümleri dönem dönem bazı bölgelerde yüzde 60-70'lere kadar çıkıyor. Toplu arı ölümlerine yönelik haberler geçtiğimiz yıl sık sık gündeme gelmişti. Ancak Türkiye'de arı ölümlerinin nedenini araştıran, sonuçlarını yayımlayan ve bu konuda adım atma kararlığı gösteren bir kurum duymadık. Aslına bakarsanız toplu arı ölümleri artık bir nevi kanıksanmış ve olağan hal almış gibi gözüküyor.

TARIM İLAÇLARINDA BÜYÜK RİSK

Bilinçsiz, kontrolsüz zirai ilaçlama ve aşırı kimyasal gübre kullanımı tüm doğaya zarar verirken tozlaşmanın başrol oyuncusu arılar da bu yıkımdan nasibini alıyor.

Hatta öyle ki zararları sonradan tespit edilen ve kullanılması yasak olan tarım ilaçlarının sırf stokları eritmek adına el altından ucuza satıldığı da bilinen bir gerçek.

Bu sorun sadece Türkiye'de değil dünyanın dört bir tarafında var. Zararlı ot ve böceklerle mücadele, verim artışı gibi gerekçelerle kullanımı her geçen gün artan pestisitlere karşın arı nüfusunun hızlı bir şekilde azalması son dönemde Avrupa Birliği (AB) ve ABD'yi alarma geçirdi.

AB'de son yıllarda birçok bitki koruma ürünlerinde yer alan bazı aktif maddelere yasaklama ya da kısıtlamalar getiriliyor. Özellikle son 4-5 yılda yasaklanan aktif madde sayısında ciddi bir artış söz konusu. ABD'de benzer sorunlar yaşanıyor ve Obama yönetimi bu konuda çalışmalar yaptığını duyurdu.

Her ne kadar Türkiye'de pestisit kullanımı gelişmiş ülkelere göre daha düşük gibi gözükse de söz konusu maddelerin kullanımında her geçen yıl artan bir ivme var. Türkiye'de pestisit kullanımının en yoğun olduğu bölge yüzde 27-28'lik oranla Akdeniz. Onu, yüzde 18-19 ile İç Anadolu ve Marmara bölgeleri izliyor.

Tüm bunlara bir de çevre ve hava kirliliği, monokültür tarım anlayışı, hızla değişen iklimin olumsuz etkileri ve parazit kaynaklı arı hastalıklarını da ekleyince ortaya arılar ve eko-sistem açısından oldukça riskli bir tablo çıkıyor.

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayrettin Akkaya, dünyada tozlaşma yolu ile çoğalan bitkilerin yüzde 83'ünde büyük düşüşler meydana geldiğine dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Akkaya, arıların sadece tarım sektörüne sağladığı faydayı şu örnekle açıklıyor: “Bir elma bahçesinde yeteri kadar arı kolonisi varsa yüzde 50, çilek tarlasında en az yüzde 30 daha fazla verim elde ediyorsunuz.”

Her arının bulunduğu bölgeye göre adapte olduğunu, bunun bozulmaması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Akkaya, “Bitkisel üretim yapan çiftçilerimiz sağlıklı bir şekilde üretim yapmak istiyorsa arıcılarla birlikte hareket etmeli. Böylece en büyük girdi kalemleri arasında gösterilen gübre, ilaç, hormon vermekten kurtalacaklar. Doğal üretim yapmış olacaklar” tavsiyesinde bulunuyor.
Kısacası tarımın temelinde toprak, su ve tohum ne kadar önemliyse arılar da o kadar kritik önemde.

Son söz…

Albert Einstein’in meşhur teorisini bir çoğumuz biliyoruz: “Arılar yok olursa insanlığın 4 yıl ömrü kalır.” Böyle giderse Einstein’ın teorisini test etmek hiç de zor olmayacak.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com