Advertisement

Bugün Resmi Gazete’de tarım ve gıda sektörünü çok yakından ilgilendiren önemli bir tebliğ yayınlandı.

Tebliğe göre Tarım ve Orman Bakanlığı, gerektiğinde patates, domates, kuru soğan ve sarımsak, fasulye, patlıcan, sivri biber, zeytinler, kırmızı mercimek, portakal, mandarin, limon, karpuz, elma, zeytinyağı ve fraksiyonları, kümes hayvanlarının etleri ve sakatatları, yumurta ve tereyağı ihracatında dönemsel düzenleme yapmaya yetkili kılındı.

Bugün itibarıyla başlayan uygulama 31 Aralık'a kadar devam edecek.

Yani daha öz bir ifadeyle bakanlık, an itibariyle bu ürünlerin ihracatına yönelik yasaklama veya kısıtlama kararı alabilir.

Zaten, karara ilişkin sektör paydaşlarının yorumları da bu yönde…

KARAR SEKTÖRÜ NASIL ETKİLER?

Dikkat ederseniz tebliğde yer alan ürünlerin neredeyse tamamı son dönemde fiyat artışları ile gündeme geliyor.

Fiyatı artan tarım ve gıda ürünlerine yönelik ihracat yasak ve kısıtlama kararlarına son yıllarda daha sık başvurulur oldu.

Kuru soğan, patates, limon ve dökme zeytinyağı gibi ürünlere yönelik benzer kararlara geçtiğimiz yıllarda şahit olduk.

Ama bugün gelinen noktada alınan kararların çok da işe yaramadığı aşikâr.

O yüzden bugün alınan kararları yorumlarken, konunun dününe bakıp doğru tespitlerde bulunmak ve analiz yapmakta fayda var.

Çünkü, Resmi Gazete’de yayınlanan tebliğ ile yolu hazırlanan olası kısıt ya da yasak hamlesinin etkileri kısa vadede olumlu gibi gözükse de orta ve uzun vadede sektörde ciddi hasarlar yaratacaktır.

Hatta deyim yerindeyse sektörün ayağına kurşun sıkmakla eşdeğer bir risk yaratabilir.

Neden mi?

İhracat pazarları, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği açısından kritik önemdedir.

Hatta arz-talep-fiyat dengesi açısından Türkiye gibi ülkelerde enstrüman niteliğindedir.

Eğer depolanması çok mümkün olmayan, raf ömrü kısa ürünlerden bahsediyorsak, üreticiyi arz fazlası yaşandığında korumanın ve fiyatta istikrar sağlamanın yolu ihracat pazarlarından geçer.

Bu yorumumuza karşılık, “İyi tamam da içeride tüketici ürünü pahalıya yiyor. Tüketicinin günahı ne?” diye sorabilirsiniz.

İşte o noktada bugün gıda enflasyonunu konuşurken ve ona göre bir politika belirlerken(!) biraz da nedenlerine bakmak lazım.

Örneğin tarımsal ihracat neden son aylarda daha cazip hale geldi?

Bunda kurdaki aşırı ve ani yükselişin etkisi olabilir mi?

2021 yılına 7,5 seviyesinde başlayıp, yılsonunu 13,5 seviyesinde kapatan ve bugün aynı seviyelerde seyreden dolar kurunun gıda fiyat artışlarında hiç mi etkisi yok?

Tarımsal girdi maliyetlerindeki sert yükselişten, enerji, ambalaj, lojistik gibi değer zincirinin tamamındaki toplam maliyet artışlarında kurdaki yükselişin hiç mi yansıması yok?

Kaldı ki bugün Türkiye’nin ürettiği yaş meyve ve sebze miktarı yıllar içerisinde değişmekle birlikte ortalama 55-60 milyon ton aralığında seyrediyor.

İhracata giden yaş meyve ve sebze miktarı ne kadar dersiniz?

Hemen cevap verelim.

Ortalama 5 milyon ton.

Dolayısıyla 60 milyon tonda sağlanamayan fiyat istikrarının çözümü 5 milyon tonluk ihracata yönelik bir kararla mı sağlanacak?

Kaldı ki ihracat ilk kez bu yıl yapılmıyor ki?

Bize göre bu karar kısa vadeli palyatif bir çözüm bile değil. Tam tersine bu karar sektörde orta ve uzun vadede ciddi hasarlar yaratabilecek bir sorun oluşturabilir.

Zira, ihracat pazarları kolay kazanılmıyor.

Artık rekabet en üst seviyede ve kaybedilen pazarlar başka ülkeler tarafından anında dolduruluyor. Ve o pazarları yeniden kazanmanın bir maliyeti var.

Nasıl bir maliyet olduğunu kısaca özetleyelim…

İhracat pazarlarına getirilecek olası kısıtlama ya da yasaklar, önümüzdeki dönemde arz fazlası yaşanan meyve ve sebzelerin fiyatını aşırı şekilde düşürerek üreticinin elinde kalmasına ve zarar etmesine neden olacak.

Bu da bir sonraki sezon o ürünlerin ekilişlerinden kaçışı körükleyeceği için karşımıza arzda daralma ve yüksek gıda enflasyonu ile yeniden çıkacaktır.

Diyebilirsiniz ki “O zaman da ithalat kapıları açılır ve ürün ithal ederiz.”

Bu da kısa vadeli ve yıkıcı bir stratejidir.

Zira, içerideki üretimi sekteye uğratacak ve üretim motivasyonunu düşürecek her politika, çiftçinin tarımsal üretimden kopuşunu hızlandırır.

Dolayısıyla bugün çözüm gibi görünen bu hamleler aslında orta ve uzun vadede ülkeyi tarım ve gıda üretiminde daha dışa bağımlı hale getiren adımlardır.

Hep söylediğimiz şeyin altını çizerek bir kez daha yineleyelim.

Planlamadan uzak, ithalata dayalı bir tarımsal üretim modeli sürdürebilir değildir.

Kur baskısı altındaki girdi maliyetleri ile yapılan tarımsal üretimde üretici enflasyonu kaçınılmazdır.

Üretici fiyatlarındaki istikrarsızlık tüketici fiyatlarını her zaman kırılgan hale getirecektir.

Ve bunun çözümü ihracata kısıtlama ya da yasaklama getirilmesi değildir.

Bu önlem(!) sorunu ileride çok daha büyütecektir.

Yazımızın başlığındaki sorumuzun cevabına gelirsek...

Tarım sektöründeki kronik sorunları çözmeden, yapısal reformları gerçekleştirmeden yasak ve kısıtlamalarla gıda enflasyonu düşmez.

Son bir not…

Bir dönem, tarım ürünlerindeki fiyat artışlarından çiftçi sorumlu tutuluyordu. Sonra üreticiler aklandı ama bu sefer de aracılar, tüccarlar ve haller hedef gösterildi. Daha sonra gıda enflasyonunda hedefe zincir marketler konuldu. Şimdi de gözler ihracatçılara çevrildi.

Sorunu sadece belirli kesimlerde aramak ve sektör paydaşlarını sorumlu tutarak hedef tahtasına oturtmak yerine artık karar alıcıların şapkayı önüne koyup düşünme ve az da olsa özeleştiri yapma vakti gelmedi mi?

İrfan Donat – Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com