Advertisement

Asya ve Latin Amerika coğrafyasında enflasyon tedirginliğin ciddi ölçüde hissedildiği ve buna paralel olarak işaret edilen coğrafyadaki önde gelen gelişmekte olan ekonomilerin merkez bankalarının fiyat istikrarı duyarlılığına bağlı olarak kademeli faiz artışı sürecine geçtikleri bir dönemde, gözler hiç şüphesiz Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve ABD Merkez Bankası’nın (FED) üzerinde. ECB, kurulduğu günden küresel krizi kadarki dönemde, santim ödün vermediği ortodoks duruşunda zik zaklar çizerken, neredeyse imkansız gibi gözüken işlemlere de imza atıyor ve tahvil alımlarında şeffaflıktan kaçıyor. Euro Bölgesi’nde enflasyon yüzde 2,4’e yükselmiş olmasına rağmen, ECB’nin yüzde 2 düzeyindeki enflasyon hedefi aşılmış olmasına rağmen, ECB’nin patronu Trichet ‘ben enflasyonun neden yüksek seyrettiğinin farkındayım, rahatsız da değilim, benden kısa vadede faiz arttırımı beklemeyin’ demeye getiriyor.

FED Başkanı Bernanke’nin mesajları da Trichet’in altında kalmıyor. ABD ekonomisindeki toparlanmanın hayli meşakkatli yürüdüğünü belirten Bernanke, ABD’nin FED’in desteğine ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Yani, iki başkan da ‘bizden kısa vadede para politikası sürecinde, genişletilmiş modelden, sıkılaştırma sürecine çok hızlı geçiş beklemeyin’ demeye getiriyorlar. Aslında, iki başkan da dolaylı bir parite savaşı içindeler. FED yönetimi, bugünkü ekonomik koşulların ışığında zayıf dolar stratejisine oynuyor. ECB ise, kendisinden beklenen faiz arttırım sürecine başlaması halinde, euro-dolar paritesinin 1,38-1,46 dolar bandına yükseleceğini, bu durumda başta Almanya olmak üzere, önde gelen Euro Bölgesi ülkelerinin ihracat performansının bundan etkileneceğinin farkında. Oysa, 2011 yılında önde gelen Euro Bölgesi ülkelerinin büyümeye devam için ihracat performansına ihtiyaçları var. Bu nedenle, Trichet’in açıklamalarının yakın vadede bir faiz arttırım ihtimaline işaret etmediğini gören küresel piyasalarda euro-dolar paritesi 1,38 doların üzerinden 1,37 doların altına geriledi.

Merkez bankaları için en zorlu sınav dönemi başladı

Merkez Bankası yönetimimiz, siyasi baskıya boyun eğerek adım attığı yakıştırmalarını ciddi bir haksızlık olarak görmesinin yanı sıra, döviz kurlarının ve faiz hadlerinin geldiği düzeyin de sanki kendilerinin beklentisinin üzerinde gerçekleştiği yönündeki kanıyı da hayretle karşıladığını ifade ediyor. Başkan Durmuş Yılmaz, bu yakıştırmalara rağmen, kızmadan ve gücenmeden, ısrarla Merkez Bankası neyi niçin yapmaya çalıştığını açıklamaya devam edecekleri görüşünü yinelemekte. Bununla birlikte, sadece TCMB için değil, önde gelen merkez bankalarının tümü açısından 2011 yılının 2010 yılı ölçüsünde kolay geçmeyeceği görülüyor. Çünkü, küresel emtia fiyatlarındaki tırmanışın sebep olduğu maliyet enflasyonu baskısı, 2011’de 2010’a göre çok daha ciddi ölçülerde tehdit unsuru olacak.

TÜFE tamam, ama ÜFE sinyal veriyor

İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) 1 Şubat Salı günü açıkladığı ocak ayı enflasyon verilerinde, İstanbul’un TÜFE’si konumundaki Ücretliler Geçinme Endeksi’nin aylık bazda yüzde 1,01 gerilemesi, buna karşılık maliyet enflasyonun göstergesi olan Toptan Eşya Fiyatları Endeksi’nin yüzde 2,81 artması, ekonomi çevrelerinde, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ocak ayı enflasyon verileri için ipucu teşkil etti. Nitekim, 3 Şubat Perşembe günü açıklanan veriler, TÜFE’nin aylık bazda yüzde 0,41 arttığına, ÜFE’nin yani maliyet enflasyonun ise yüzde 2,36 arttığını gösterdi. İTO’nun yıllık enflasyon oranları talep enflasyonunda yüzde 4,86, maliyet enflasyonunda ise yüzde 13,33 düzeyinde gerçekleşirken, TÜİK’in yıllık enflasyon oranları talep enflasyonunda yüzde 4,9, maliyet enflasyonu ise yüzde 10,8 olarak gerçekleşti. İTO’nun enflasyon oranları bir kez daha öncü gösterge olma özelliğini teyit etmiş oldu.

Her ne kadar TÜİK’in TÜFE yıllık bazda enflasyon oranı yüzde 4,9 ile son 41 yılın, temmuz 1970’den bu yanaki en düşük yıllık enflasyon değerine gelmiş olsa da, çekirdek enflasyon değerleri de tatminkar olsa da, piyasada bu tablonun ikinci el faiz oranlarını beklenen ölçüde yansımadığına şahit olduk. Şubat ayında da yıllık enflasyonun bir miktar daha gerilemesi, mart ayı sonunda da yüzde 5 veya altında kalması şaşırtıcı gözükmüyor. Aylık enflasyon oranı beklentisi yüzde 0,25-0,30 düzeyinde olmasına ve gerçekleşen aylık enflasyon beklentinin üstünde kalmış olmasına rağmen, yıllık enflasyon geriledi. Esasen, bu tablo Merkez Bankası’nın ekonomi çevreleriyle paylaştığı beklentiyle de örtüşüyor. Merkez Bankası’nın faiz kararında önemli etkisi olan H ve I kodlu çekirdek enflasyon oranları da bir sıkıntıya işaret etmiyor. Buna rağmen, finans kesimi açıklanan enflasyon oranlarını yeterince kucaklamadı. Tersine, 2. el Hazine kağıdı faiz oranları bir miktar yükseldi. Bunun bir gerekçesi, acaba maliyet enflasyonun ciddi bir farkla çok yukarıda olması mı?

Nitekim, maliyet enflasyonu baskısı Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve ABD Merkez Bankası (FED) için de bir tehdit. Ancak, her iki merkez bankasının artan enflasyon riski nedeniyle faiz arttırmaları, zaten yeterince toparlanmamış, hareketlenmemiş ekonomileri için ve devam eden işsizlik sorunu açısından yeni bir açmaz anlamına gelecek. Buna karşılık, fiyat istikrarı riski artıyor olmasına rağmen, bir para politikası önlemi almamaları da, aynı merkez bankalarının saygınlığını tehdit ediyor. Bu nedenle, başta bizim Merkez Bankası olmak üzere, önde gelen merkez bankalarının tümünü, artan küresel emtia fiyatları ve buna bağlı olarak yükselen maliyet enflasyonu riski en kritik baş belası konu olarak tehdit edecek ve kredibilite açısından zorlayacak.