Advertisement

İş hayatındaki rekabet, zaman zaman şirketler ve finans kurumları arasında öyle bir rekabet baskısı oluşturuyor ki, küresel krizin çıkış nedenini oluşturan hatalar dizisine göz göre göre seyirci kalınabiliyor. Bankalar arasındaki rekabet, uluslararası bir kriter olarak finansal kaldıraç oranında 1’e 13 kuralının hiçe sayılmasına sebep teşkil edebiliyor. 1 birimlik sermaye ile en fazla 13 birimlik finansal işlem yapılması gerekirken, batması engellenememiş olan ABD merkezli uluslararası finans kurumu Lehman Brothers’da bu oranın 1’e 43, ABD merkezli diğer yatırım bankalarında küresel krizin hemen başlangıcında 1’e 30 düzeyine ulaştığına şahit oluyoruz.

ABD’nin saygın iktisatçıları, bankaların üst düzey yöneticilerine dönüp “göz göre göre bu haltı nasıl yediniz?” diye sorduklarında ABD’nin ve dünyanın önde gelen finans gruplarından Citigroup’un eski üst düzey yöneticisi Chuck Prince, "as long as the music is playing, you've got to get up and dance. We're still dancing."diyebilmişti. Yani, Citigroup eski CEO’su ölçüsüz rekabet koşullarında rakip banka hatalı işlemler yapsa da, eğer müşteri kapıyorsa, sende aynı hatalı işlemleri göze alıp müşteri kaybetmeyeceksin, demeye getiriyordu. Sonunda, ‘piste dağıtırcasına dans’ bizi küresel kriz sürecine getirdi. Acıdır, özellikle Anglo-Sakson bankalar, yani ABD ve İngiliz finans kurumları yaşanan krizden yeterince ders çıkarmış gözükmüyorlar. Bu nedenle, küresel emtia, hammadde kontratları üzerinde, vadeli işlem piyasalarında açığa işleme dayalı spekülasyon ne yazık ki kaldığı yerden devam ediyor.

BDDK’nın etkin denetimi sayesinde itibar kazandık

2001 Krizi’ni yaşamamıza sebep olan süreç biz de farklı gelişmedi. Ölçüsüz hırslar ve önüne gelene verilen banka kurma izinleriyle, 90’lı yıllarda Türk Bankacılık Sektörü’nde banka sayısını 82’ye yükselttik, ne sektör temsilcisi olan STK’lar, ne de kamu otoritesi ‘Türk Bankacılık Sektörü bu kadar bankayı kaldırır mı’ demedi, diyemedi. Ve, krizden sonra sektör önemli bir yeniden yapılanmadan geçti ve unutulmayacak dersleri beynine kazıdı.

Ancak, 2006’dan itibaren sektörde rekabet koşullarının yeniden sertleştiğine ve Batılı ekonomilerdekine benzer ölçüde, piyasada ‘müziğin yükseldiğine’ ve kimi bankaların kendini müziğin ritmine kaptırdığına şahit olduk. O dönemde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) bankaları yakın markaja almasa ve sermaye yeterliliği oranlarını yükseltmese, biz de 2008’de küresel krize bankalarımız arasında rekabetin ölçüsünün ciddi oranda kaçtığı ve finansal kaldıraç oranlarının ciddi risklere işaret ettiği bir ortamda yakalanabilirdik.

Oysa tam tersi oldu ve o günlerde BDDK’ya sermaye yeterliliğini niçin yükselttiği ve sektörü niçin bu derece ince eleyip, sık dokuyarak denetlediği noktasında eleştiri getiren sektör temsilcileri, 2009 ve 2010 yıllarında, bu sıkı duruş sayesinde, BDDK’nın kararlı tutumu sayesinde, Türk Bankacılık Sektörü’nün uluslararası düzeyde ciddi itibar kazandığına şahit oldular. Dolayısıyla, kamu otoritesi tarafından yapılan etkili ve mantıklı düzenlemelere kısa vadede tepki gösterilse de, orta ve uzun vadede makro ekonomik risklerin minimize edilmesi ve finansal istikrarın sürdürülebilmesi açısından hayli önemli düzenleme ve uygulamalar olduğu anlaşıldı.

TCMB’den BDDK mesajı


Merkez Bankası’nın 23 Mart günkü Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı sonrasında açıklanan kararlar, zorunlu karşılık (mevduat munzam karşılığı) oranlarının yükseltilmesi, bankacılık sektörü tarafından eleştirilse de ve kimi açılardan kızgınlıkla karşılansa da, Merkez Bankası da BDDK’nın 2007’den itibaren sağlam durduğu pozisyona benzer bir duruş sergiliyor :” Kısa vadede aldığımız kararlara tepki gösterilse de, kızılsa da, orta ve uzun vadede bu kararlarla ne kadar kritik önemde adımlar attığımız, finansal istikrar için ne tür önlemler aldığımız anlaşılacak”.

Başkan Durmuş Yılmaz’ın 14 Mart’ta İstanbul’da gerçekleştirdiği bir konuşmada verdiği mesajlar, 2010 başlarından bu yana, dış talepteki durgunluk sebebiyle cari denge hızla bozulurken, Türkiye de dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarında son dönemde görülen yükselişin, iç ve dış talebin toparlanma hızları arasındaki ayrışmayı arttıracağı endişesine işaret etmiştir. Bu duruma, hızlı kredi artışı ve cari dengedeki bozulmanın eşlik etmesi ise, Başkan Yılmaz tarafından finansal istikrarla ilgili endişeleri arttıran bir gelişme olarak tanımlanmıştır.

TCMB’den önlemlerin gerekçesi olarak 4 prensip

Türk ekonomisinde gözlenen bu gelişmeler, TCMB üst yönetimi açısından, politika faiz oranlarından başka politika araçlarının da etkin bir şekilde kullanımını gerektirmektedir. Yakın gelecekte de sürmesi beklenen günümüz zorlu mali ortamında, Merkez Bankası, finansal istikrarı korumak için para politikalarının dayanacağı dört temel prensibin altını çizmektedir. Bunlardan ilki, Türk finans kurumlarında, küresel kriz sürecinin başlangıcında ABD bankalarında gözlenen yüksek kaldıraç oranlarının önüne geçmek ve bankalarla reel sektörün borçluluk oranlarını ılımlı seviyelerde tutmaktır.

İkinci prensip, hane halkı mevduatlarının yanı sıra, özel sektörün ve kamu sektörünün borçlanma vadelerini uzatmaktır. Üçüncü prensip, yüksek cari açığı bulunan yükselen ekonomilerin yumuşak karnı olan yabancı para pozisyonunun hem kamu sektörü hem de özel sektör açısından güçlendirilmesidir. Dördüncü prensip ise reel sektörün, Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası gibi araçların yardımıyla döviz riskini daha iyi yönetebilmesidir. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, fiyat istikrarı ve finansal istikrar riskini birlikte gözeterek, TCMB’nin kısa vadeli sermaye girişleri ve kredi büyümesindeki hızlanma sonucu hızla artan makro dengesizlikleri gidermek üzere Kasım 2010’da miktarsal sıkılaştırma sürecini başlattığını hatırlatmaktadır.

Başkan Yılmaz, bu amaçla, borç verilebilir fon arzını kısıtlayarak hızlı kredi artışını kontrol altına almak için zorunlu karşılık oranlarını yükselttiklerini belirtmektedir. TCMB üst yönetiminin göz önünde bulundurduğu diğer bir husus, sermaye girişlerinin vadesini uzatmak oldu. Bu husus, sermaye hesabının kalitesinin artırılması, vade uyumsuzluklarının azaltılması ve döviz kurunun ekonomik temellerden bağımsız hareket etmesinin engellenmesi açısından önem arz etmektedir. Başkan Yılmaz, bu amaca yönelik olarak, ihtiyaç duyulduğunda kısa vadeli faiz oranlarında fazladan dalgalanmaya imkân sağlamak amacıyla politika faizini indirip gecelik borçlanma ve borç verme faiz oranları arasındaki koridoru genişlettiklerini hatırlatmaktadır.

TCMB alınan önlemlerden umutlu
 
Merkez Bankası üst yönetimi, ilk bakışta oldukça karmaşık görünmesine karşın, PPK’nın benimsediği bu yeni çerçevenin, özünde geleneksel enflasyon hedeflemesi çerçevesinden çok da farklı olmadığını belirtmekte. Bu iki çerçeve arasındaki tek fark; politika aracı olarak daha önce bir haftalık repo faiz oranı kullanılırken, mevcut durumda kısa vadeli faiz oranları, zorunlu karşılık oranları ve faiz koridoru araçlarını içeren bir “politika bileşimi”nin kullanılmasıdır.

Hem enflasyonla hem de makro-finansal risklerle başa çıkmak için, Merkez Bankası üst yönetimi elindeki araçları doğru bileşimle kullanmayı hedeflemektedir. Bu çerçevede, Başkan Durmuş Yılmaz, para politikası duruşunun, yalnız politika faiz oranlarının seyri ile değil, kendisinin de altını çizmiş olduğu tüm politika araçlarının bir bileşimi ile belirlendiğinin altını çizmekte. Geleneksel enflasyon hedeflemesi çerçevesi gibi, bu politika bileşimi de ileriye dönük bir yapı arz etmekte ve ekonomik görünüme dayanmakta. Politika bileşiminin tam kompozisyonu, fiyat istikrarına ve finansal istikrara etki eden unsurlara göre belirlenmekte. Başkan Durmuş Yılmaz’a göre, bu politikaların başarısını değerlendirmek için henüz erken olsa da, TCMB’nin gözlemlediği ilk etkiler umut vaat ediyor.

Finansal istikrar riski para politikası modellerini de etkileyecek

Kısacası, yaşanan son kriz gelişmekte olan ülkelerin yükselen ekonomik gücünü ön plana çıkardı. Aynı zamanda küresel sistemdeki, özellikle de finans piyasalarındaki kırılganlıkları da gösterdi. Başkan Durmuş Yılmaz’a göre, finansal istikrarın politika yapıcılar için endişe yaratan bir konu haline gelmiş olması merkez bankalarının para politikası çerçevelerinin yeniden şekillendirmesinde etkili olacak gözüküyor. Küresel dengesizliklerin üstesinden gelebilmek için önemli adımlar atılmış olsa da, daha kat edilmesi gereken bir yol bulunmakta.

Başkan Yılmaz, bu yolda, yalnızca ekonomi politikalarının değil, aynı zamanda onları şekillendiren ekonomik ve kurumsal altyapının da gözden geçirilmesi gerektiğine işaret ediyor. Merkez Bankası yönetimimiz açısından, yeni bir dünya düzenine yönelik arayışlar, hem teorik hem de pratik düzlemde devam ederken; bu yeni düzenin öngörülebilirliği, dengesi ve sürdürülebilirliği, onu en iyi şekilde yansıtacak bir altyapı oluşturmaya yönelik işbirliği ve eşgüdüm çabalarına bağlı olacak gözüküyor.