Advertisement

2011 yılına ekonomi alanında damgasını vuracak başlıklar arasında, hiç kuşkusuz TCMB’nin yeni para politikası modeli ve bankacılık sektörünün kredi hacmindeki artışın yavaşlatılmasına yönelik adım ve önlemler damgasını vuracak. Bankaların üst düzey yöneticilerinin sitem dolu açıklamaları zaman zaman gündemin ilk sıralarına çıksa da, ekonomi yönetimi cari işlemler açığı sorununun Türk ekonomisi için yakın gelecekte sürdürülemez hale gelmemesi için, makro ekonomi politika setinde kararlılığını ısrarla vurguluyor.

Esasen, ödemeler dengesiyle ilgili performans kriterlerinin artık G-20 ülkelerinin makro ekonomik karşılaştırmasında önemli bir kriter haline geleceği görülmekte. Nitekim, uluslararası sermaye hareketleri konusunda liberal görüşün kalesi konumunda olan Uluslararası Para Fonu (IMF) bile, artık gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler için sıcak para veya kısa vadeli sermaye hareketlerinin makro ekonomik etkisi ve ülkelerin sıcak paraya yönelik önlem modelleri üzerine rapor hazırlayabiliyor. Yani, devletin ekonomideki düzenleyici ve denetleyici rolüne atıfta bulunan yeni Keynesyenci görüşün dahi artık IMF uzmanlarında kabul gördüğüne şahit oluyoruz.

Hükümet’in sağladığı siyasi istikrarın etkisi göz ardı edilmemeli

Gerek Başbakan Erdoğan’ın önceki hafta gerçekleştirdiği Londra temasları esnasında, bir araya geldiği uluslararası finans kuruluşlarının temsilcilerine verdiği mesajlar, gerekse de ekonomi yönetiminin altını çizdiği hususlar, eğer Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, bağımsızlığını da koruyarak, fiyat istikrarı için mücadelesini etkili bir şekilde yürütebiliyor ise, eğer bankalar ağır bir küresel krizin yaşandığı 2009 ve 2010 yıllarında karlılıklarını koruyabilmiş ve arttırabilmişler ise, bankaların sermaye yeterliliği ve kredibilitesi uluslararası takdir görmüş ise, bunda siyasi iradenin başarısına işaret etmekte.

Hükümet’in, kamu maliyesi alanında, gerek Bütçe performansı, gerekse de kamu borçlanmasında gösterdiği disiplin, küresel krizin etkilerinin azaltılmasına yönelik olarak alınan kararlar ve atılan adımların vakitlice sona erdirilmesi ve piyasalar açısından siyasi istikrarın devamına yönelik kararlılık, 2009 yılındaki yüzde 4,8’lik daralma sonrası, 2010 yılında Türk ekonomisine yüzde 8,9’luk büyüme getirdi. Bu nedenle, ekonominin tam anlamıyla profesyonel bir bakış açısı ve anlayışla yönetilmesi hususunda Bakanlar Kurulu’nda gösterilen siyasi iradenin, hem ekonomi bürokrasisi, hem de özel sektörün işini kolaylaştırdığı vurgulanıyor. Bu noktada, özel sektörün kar odaklılığı anlaşılır olsa da, ekonomi yönetiminin düzenleyici ve denetleyici tavrının, Türk ekonomisinin yakın geleceği için kritik sorunlar yaşanmaması açısından, özel sektör tarafından da doğru algılanması gerektiği vurgulanmakta.

Babacan: ‘Bankalar kararlara uymalı’

Başbakan Yardımcısı Babacan, bankaların tepki gösterdiği son düzenlemelerin önemini ve gerekliğini bir kez daha hatırlatarak, devletin yaptığı düzenlemelere özel sektörün uyması gerektiğinin altını çizdi. Hiç kimseni aynı gemide olup da ‘bu geminin selameti beni ilgilendirmez, ben geminin üzerindeki alışverişimle nasıl para kazanırım, gemi batmış çıkmış, altında delik varmış, bu beni ilgilendirmez’ diyemeyeceğini ifade eden Babacan,  banka genel müdürleriyle polemik yaratacak açıklama yapma usulleri olmadığını da hatırlattı.

Bakan Babacan, Devletin, ilgili otoritelerin, kamu kuruluşlarının düzenleme ve denetleme görevinin altını çizerek, bankaların da bu düzenlemelere uymakla mükellef olduklarını vurguladı. Bankacılık sektörü verilerinin her hafta dikkatle takip edildiğini ve edileceğini belirten Babacan, uygulanan ekonomik politika ve hedefler doğrultusunda gerekirse ilave önlemler alınacağını da söyledi.

Babacan, hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren düzenlemeyle de yeni kabine yapılanmasında ekonomi bakanlıklarında değişiklik olacağını belirtti. Bir Ekonomi Bakanlığı'nın kurulmasının AK Parti’nin aşağı yukarı 9-10 yıllık bir tasarısı olduğunu belirten Bakan Babacan, aynı zamanda sosyal hizmetlerle alakalı bir bakanlığın da söz konusu olacağına işaret etti. Başbakan Erdoğan’ın Londra temaslarında seçim sonrası oluşturulacak yeni kabinede bakan sayısını 20 ile sınırlamayı hedeflediklerini belirtmesi sonrası, iş dünyasında ekonomi yönetiminin hangi bakanlıkların çatısı altında nasıl birleştirileceği veya şekilleneceği merak konusu.

Bankalar: ‘Sektörün iddiasını arttırması açısından tarihi fırsat kaçıyor”

Türk Bankacılık Sektörünün önde gelen isimleri ise, sektörün 2011 yılında reel sektöre kullandırmayı hedeflediği kredi hacmindeki artışı yavaşlatmak suretiyle, cari açık üzerinde etkili bir sonuç elde edilebileceği görüşüne katılmıyorlar. Daha da ötesi, söz konusu yeni para politikası modelinin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) ve Hazine Müsteşarlığı’nın, hatta Maliye Bakanlığı’nın eş zamanlı, ek düzenlemeleriyle ancak etkili olabileceği görüşü pek çok ekonomist tarafından dile getiriliyor.

Kimi bankacılar, Türk otomotiv pazarındaki ithal otomobil payını dikkate alarak, otomobil kredilerindeki artışın göreceli olarak yavaşlatılmasının Türkiye’nin nihai mail ithalatı, yani tüketim malı ithalatı açısından anlamlı olabileceğini ifade ederken, konut kredilerindeki artışı yavaşlatmanın doğrudan cari açık üzerinde bir etkisi olmayacağını vurguluyorlar. Çünkü, Türkiye’de konut ve genel anlamda her türlü inşaat yatırımı yüzde 100’e yakın Türk malı inşaat malzemesi ile gerçekleşiyor. Bu nedenle, eğer cari açık üzerinde etkili bir sonuç hedefleniyor ise, sektörel bazda daha derin analizlere girip, sektörlerin tek tek ithalata bağımlılığının analiz edilmesi ve buna bağlı olarak kredi türlerine yönelik daha ayrıntılı politikalar, daha selektif politikalar üretilmesi gerektiğini hatırlatıyorlar.

Kimi bankacılar ise, küresel kriz sonrası dönemde, Türk Bankacılık Sektörü’nün dünya bankacılık sektöründeki önemli rakip ülkeler ile arasındaki uçurumu, farkı kapatmak adına, ciddi ölçülerdeki aktif büyüklük farkını kapatmak adına tarihi bir fırsat yakalamışken, sektörün 2009 sonundan itibaren yakaladığı ve en az 2012 yılı sonuna kadar sürdürmesi gereken büyüme trendine sekte vurulmasının doğru bir strateji olmadığını belirtiyorlar.

Ekonomistlerin bir bölümü ise, bankacılık sektörünün kredi hacmindeki artışı sınırlamanın, Türkiye’nin 2023 stratejileri ile örtüşmediğini belirtmekteler. Türk ekonomisinin yüzde 5,5 ile 6 arasında ortalama büyüme trendi yakalaması gereken bir süreçte, bankacılık sektörünün kredi hacmindeki artışı kontrol altında tutarak cari açık sorunu ile mücadelenin, bu defa da ekonomiyi 2023 büyüme ve istihdam hedeflerinden uzaklaştıracağı düşünülüyor.

Bu nedenle, ekonomi yönetiminin şu an için uygulamakta olduğu ekonomi yönetimi modeli hem cari açığın, hem de enflasyonun aynı anda kontrol altında tutulması açısından etkili sonuç verme ihtimali gösterse de, orta vadede özel sektör yatırımlarının devamlılığı, büyüme ve istihdam hedefleri ile uyumlu hale getirmek adına ne tür düzeltmeler yapılabileceğini birlikte göreceğiz. Bu arada, temmuz ayından itibaren cari açıktaki yükselişin bir türlü istenen ölçüde yavaşlatılamaması veya durdurulamaması halinde, daha sert önlemlerin devreye girme ihtimalini unutmayalım.