Advertisement

Türkiye, ekonomik ve siyasi istikrarın bir başka göstergesi olarak, neredeyse 1980’lerin sonlarından beri ikinci kez doğal ve sakin bir merkez bankası başkanlık bayrak değişimine sahne oluyor. Görevini 18 Nisan günü tamamlayacak olan Başkan Durmuş Yılmaz sonrası dönem için, başkanlık görevini Doç. Dr. Erdem Başçı’nın sürdürmesine yönelik kararname 14 Nisan Perşembe günü Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından imzalandı ve atama süreci tamamlanmış oldu. Bu vesile ile, 18 Nisan pazartesi günü muhtemelen hoş bir devir teslim törenine de şahit olacağız.

Tabi, bu atamayla birlikte, Doç. Dr. Erdem Başçı’yı, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı olarak önemli tecrübe kazandığı bir dönem sonrasında, kurumu ve para politikası süreciyle Merkez Bankası bağımsızlığı konularını yeterince özümsemiş ve şekillendirmiş bir uzman olarak, önemli bir süreç bekliyor. Hiç kuşkusuz, başlangıçta nasıl ki Başkan Durmuş Yılmaz’ın ilk atandığı günlerde ekonomi basınında (gereksiz ve işgüzar) kimi soru işaretleri, Hükümet’e yakınlık ve bağımsızlığın sürdürülmesi konusunda sıkıntı yaşanıp yaşanmayacağı tartışmaları gündeme getirilmiş ise, bu defa da, daha cılız olsa da, kimi yorumlar gündeme gelebilir.

Merkez Bankası’na bir değil, birkaç atama yapılacak

Ancak, gerek ekonomi yönetimi, gerekse de Hükümet, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı hususunda, algı olarak önemli bir mesafe kat etmiş olduklarından, ekonomi basınının da bu konuda gereksiz tartışmalara girişmesi ihtimali zayıf gözüküyor. Bu çerçevede, yeni Başkan Doç. Dr. Erdem Başçı’nın 21 Nisan Perşembe günkü ilk Para Politikası Kurulu toplantısı da önemli olacak. Başkan Durmuş Yılmaz döneminde olduğu gibi, 21 Nisan’daki PPK toplantısından da, hiç kuşkusuz karar ittifakla çıkacak.

Bu arada, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı görevine iki, PPK üyeliğine de bir atama yapılması gerekecek. Çünkü, Mehmet Yörükoğlu ve Burhan Göklemez’in görev süreleri de Durmuş Yılmaz’la birlikte bitiyor. Yörükoğlu ve Göklemez yeniden de atanabilir. Başçı’nın boşalttığı Başkan Yardımcılığı görevine de bir atama olacak. Başkan Erdem Başçı’ya en önemli desteği ise, birikimi ve deneyimi ile diğer Başkan Yardımcısı Dr. İbrahim Turhan verecek.

‘Rüya Takımı’ görevde

19 Nisan’dan itibaren Başkanlık görevini üstlenecek olan Doç. Dr. Erdem Başçı’nın kararnamesinin Köşk’te onaylandığının resmen açıklanmasından sonra, uluslararası ekonomi çevrelerinde ve uluslararası ekonomi haber kanallarında, söz konusu atama ‘Rüya Takımı’ görevde şeklinde duyuruldu. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve yeni Başkan Erdem Başçı gerek yakınlıkları, gerekse de para politikası alanındaki konulara aynı cepheden bakmaları itibariyle, iyi bir takım çalışması gerçekleştirecekleri ve iyi bir takım ruhu oluşturacakları şeklinde değerlendiriliyorlar.

Nitekim, 11 Aralık 2010 günü Türkiye Ekonomi Kurumu’nun Ankara’daki toplantısında, Merkez Bankası’nın şu an uygulamakta olduğu yeni para modelinin ana kurgusunu ilk kez kamuoyu ile paylaşan yeni Başkan Erdem Başçı, aynı anda hem fiyat istikrarı riskini, hem de finansal istikrar riskini gözeten söz konusu para politikası modelinin de en önemli savunucusu olarak ifade ediliyor. Bu nedenle, yeni Başkan Başçı’nın ‘Düşük Faiz ve Yüksek Zorunlu Karşılık Oranı’ sürecinin arkasında durmaya devam edeceği vurgulanmakta. Başbakan Yardımcısı Babacan ve yeni Başkan Başçı’nın, fiyat istikrarını gözeten ve cari açık sorununu da sürdürülebilir noktaya getirmeyi hedefleyen yeni para politikası modelinde başarılı olmaları halinde, ekonomi çevreleri ‘Rüya Takımı’ ifadesinin daha da perçinleneceğini vurguluyorlar.

Maliye Politikası bacağı tam başarı için şart

Merkez Bankası’ndaki görev değişikliği sonrasında, yeni Başkan Erdem Başçı’nın, cari açık riskine yönelik olarak kurgulanan para politikası modelinin, mutlaka maliye politikası alanında devreye alınması gereken ek önlemlerle güçlendirilmesi, desteklenmesi gerektiği yönündeki görüşleri daha kuvvetli dillendirip dillendirmeyeceği de merak ediliyor. Görevini 18 Nisan’da tamamlayacak olan mevcut Başkan Durmuş Yılmaz, son bir aydır gerçekleştirdiği konuşmalarında, Merkez Bankası’nın yalnız bırakıldığını dillendirmeye başlamıştı.

Bununla birlikte, ekonomistlerin hemen hemen tümü, genel seçim tamamlanana kadar, maliye politikası alanında, vergi ağırlıklı ve/veya aynı anda bütçe harcamalarının kısıldığı bir önlem paketi beklemiyorlar. Köşe yazarlarının bir kısmı ise, 2010 yılındaki bütçe ve kamu harcamaları ile, Hükümet’in cari açığa, ekonominin çok ısınması ve ithalatı özendirici harcamalar ile olumsuz yönde katkı sağladığını iddia etmekteler. Söz konusu yazarlar, beklenenden yüksek bir büyüme performansı ile geride bırakılan 2010 yılında, yüzde 8,9’luk büyüme hızının, beklenenden yüksek de vergi geliri getirdiğini ve bu nedenle, hayli bonkör kamu harcamalarının bu yüksek vergi geliri ile kamufle olduğunu, 2010 yılında aslında Hükümet’in kamuda pek de mali disiplin uygulamadığını vurgulamaktalar.

Türkiye’nin sonu İrlanda’ya benzemesin

Bu nedenle, cari açığın kontrolüne yönelik olarak, seçimlerden sonra kurulacak yeni Hükümet’in, hemen temmuz ayı başından itibaren, gerek Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, gerekse de Maliye Bakanlığı üzerinden, iç talebi ve bankaların kredi kullanımını yavaşlatacak ek tedbirleri süratle devreye sokması tavsiye ediliyor. Aksi durumda, bu tempoyla bu yıl 60 milyar doları da aşmasından endişe duyulan cari açık, milli gelire oranla yüzde 8’lere dayanacak. Bu kadar yüksek bir cari açık oranı ise, Türkiye’nin ekonomi alanındaki zafiyet noktası, yumuşak karnı olarak eleştiri konusu olmaya devam edecek.

İş dünyası ise, cari açığın kontrol altına alınması amacıyla alınacak önlemlerin ekonomide ciddi bir soğumaya sebep olması ise, Türkiye’nin büyüme ve istihdam hedefleriyle örtüşmeyeceği yönüyle eleştiriyor. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın üst düzey yönetimi ‘biz Türkiye’nin İrlanda örneğine dönmesini istemiyoruz’ diyorlar. Yani, 1990’lı yıllarda İrlanda’nın ortaya koyduğu ekonomik dönüşüm başarısı ‘İrlanda Mucizesi’ne dönüştükten sonra, İrlanda’nın bu dönüşümü sağlarken hane halkı ve özel sektör şirketlerin ciddi bir borç yükü altına girmelerini ihmal etmesinin, 2008’de patlak veren küresel krizde, İrlanda açısından bir felakete dönüştüğü hatırlatılıyor. Bu nedenle, Merkez Bankası Türk ekonomisinin İrlanda’nın durumuna düşmemesi için, hem bankaları, hem de özel sektörü finansal istikrar riski için etkili bir şekilde uyarması sürdüreceklerini belirtiyorlar.