Advertisement

Mart sonu açıklanan 2010 yılı büyüme rakamları, Türk ekonomisinin geçen yıl hem özel kesim, hem de kamu kesiminin tüketim ve yatırım harcamalarıyla, yani iç taleple iyi bir büyüme performansı yakaladığına işaret etti. Bununla birlikte, söz konusu özel kesim tüketim harcamalarının karşılanması için, hane halkı sadece 2010 yılında 43 milyar TL bireysel kredi kullandı. Ekonomi yönetimimiz, siyasi ve ekonomik istikrar beklentisinin güçlendiği dönemlerde, Türk halkının borçlanma cesaretinin, Türk iş dünyasının, yani büyük şirketler ve KOBİ’lerin yatırım yapma şevkinin artmasını doğal karşılıyor.

Ancak, 2008 sonbaharında patlak veren ve dünya ekonomisinin hala etkisinden kurtulamadığı küresel kriz, ekonomi yönetimimiz açısından önemli tespit ve derslerin de çıkarıldığı bir sürece işaret etti. Özel kesim, yani hem hane halkı, hem de şirket borç yükümlülüğü ciddi boyutlara gelmiş olan ABD, İngiltere, İrlanda, İspanya gibi ekonomilerin, hem de kamu mali yapısı, bütçe ve kamu borç stoku durumu hayli sıkıntılı hale gelmiş olan Yunanistan gibi ekonomilerin içine düştükleri sorunlar demeti, hem Türkiye, hem de pek çok önde gelen gelişmekte olan ekonomi açısından ders oldu. Ve, sadece kamu değil, özel sektör borçlarının sürdürülebilirliğinin önemli bir konu olduğunu gösterdi.

İrlanda’nın durumuna düşmemeliyiz

Bu nedenle, ekonomi yönetimi makul bir büyüme yapısı içerisinde, bir yandan Türkiye ciddi bir kamu mali disiplini sürdürürken, özel kesimin borçlanma sürecinin de yönetilebilir olması gerektiğini düşünüyor. Bu nedenle, 2010 yılında bankacılık sektörü kredilerindeki artış oranının yüzde 34’den, 2011 yılında en az yüzde 25 düzeyine çekilmesi arzu edilmekte. Bankaların üst yönetimleri, 2011 yılında kredi kullanımının yavaşlatılmasının, Türk Bankacılık Sektörü’nün büyüme performansı açısından önemli bir fırsatın değerlendirilememesi olarak algılıyorlar.

Ekonomi yönetimi ise, makul bir kredi portföyü genişlemesi ile, yani 2011 ve takip eden yıllarda yüzde 20-25 düzeyinde bir kredi hacmi genişlemesi ile, Türk Bankacılık Sektörü’nün milli gelire oranla, yüzde 150’nin üstüne birkaç yıl içinde çıkabileceğini, bankaların üst düzey yöneticilerinin konuyu sadece 2011 yılı perspektifinde bakıp, ilerideki yılları göz önünde bulundurmadıklarını belirtiyorlar. Başbakan Yardımcısı Babacan, uygulanan yeni ekonomi politikası modeliyle ilgili olarak, bankaların ekonomistleriyle, aynı bankaların genel müdürleri arasında bir algı farkı oluştuğuna da işaret ediyor. Bu nedenle, ekonomi yönetimi, yakın gelecekte Türk ekonomisinde bir ‘İrlanda Gerçeği’nin yaşanmaması için çaba sarf ettiklerini, bankaların üst düzey yöneticilerinin de bu durumu iyi algılamaları gerektiğini belirtiyorlar.

Merkez Bankası zorunlu karşılıkları bir kez daha arttırdı

Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) 21 Nisan Perşembe günü gerçekleştirdiği toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, temel para politikası faiz oranını yüzde 6,25 düzeyinde bırakırken, Türk Lirası ve döviz cinsinden mevduata ve katılım paylarına uygulanan zorunlu karşılık (mevduat munzam karşılığı) oranlarını arttırdı. Yapılan zorunlu karşılık oranı artışı bankalar tarafından pek beklenmese de, şaşkınlığa da yol açmadı. Tersine, finans kesimi ekonominin kısmen soğutulması ve finansal istikrar riskini, yani cari açık riskini ve fiyat istikrarını birlikte gözeten bir para politikası modeline yönelik olarak, Merkez Bankası üst yönetiminin kararlılığını bir kez daha teyit etmiş oldular.

PPK, TL mevduat ve katılım payında, vadesiz ve 1 aya kadar vadeli olan mevduata ve katılım payına uygulanan zorunlu karşılık oranını yüzde 15’den 16’ya yükselterek, esasen bankaların kısa vadeli tasarrufları özendirmek yerine, 3 ay ve daha uzan vadeli tasarrufları daha fazla özendirmelerini arzu ettikleri yönünde de mesaj veriyor. Bankalar ise, şu ana kadarki zorunlu karşılık oranlarına yönelik artışları, kısmen mevduat faiz oranlarını düşürerek mevduat müşterilerine, kısmen de Hazine’nin gerçekleştirdiği borçlanma ihalelerindeki faiz oranlarını yükselterek Hazine’ye yansıttılar. Ancak, ekonomi yönetimi bankalar da ellerini taşın altına sokmaya ikna oluncaya kadar, dolayısıyla ekonominin istikrarı için 2011 yılı karlarından fedakarlık etmeye ikna oluncaya kadar, yeni para politikası modelinde dozajı daha da sertleştirmeyi hedeflediğini hissettiriyor.

Geçen seferki hata telafi edildi

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun mart ayında TL mevduat ve katılım paylarına uygulanan zorunlu karşılık oranlarını ciddi oranda arttırırken, döviz mevduatına uygulanan karşılıklara dokunmaması, bankaların artan zorunlu karşılık yükü nedeniyle MB’na aktaracakları kaynağı oluşturmak için, kısmen Hazine kağıdı portföylerini satmalarına, kısmen de döviz birikimlerini bozdurmalarına sebep oldu. Bu nedenle, mart ayı sonundan başlayarak ve özellikle nisan ayının ortalarına kadar dolar kurunun bir ara 1,50 TL’nin dahi altını test ettiğine şahit olduk.

Döviz kurlarının, şirketlerin dönemi gelen vergi ödemeleri, ya da bankaların yükümlülüklerini yerine getirmek için döviz bozdurmaları nedeniyle gerilemesi, hiç şüphesiz cari açık sorununun kontrol altına alınması hedefiyle örtüşmüyor. Bu nedenle, Merkez Bankası, geçen defa alınan kararların kurlar üzerindeki dolaylı etkisini hesaba katarak, bu defa bankaların bilançolarındaki kısa vadeli DTH’lar (döviz tevdiat hesapları) ve kısa vadeli döviz yükümlülükleri için zorunlu karşılık oranlarını yüzde 11’den 12’ye yükseltti. Böylece, bankaların TL zorunlu karşılık artışını karşılamak üzere döviz rezervlerini bir miktar kullanma ihtimali, döviz zorunlu karşılıklarının artmasıyla önlenmiş oldu. Bu para politikası adımının döviz kurları üzerinde nisan sonundan başlayarak bir etkisi olup olmadığını birlikte göreceğiz.

6. ayın sonunda önlemler daha da sertleşebilir

Bununla birlikte, Merkez Bankası’nın her ay iki kez açıkladığı beklenti anketinin nisan ayına rast gelen ikincisinde, 100’e yakın ekonomistin tahminleri ile oluşan ankette, bir önceki aya göre yıl sonu dolar kuru beklentisi 1,59 TL’den 1,56 TL’ye geriledi. Yıl sonu cari açık beklentisi ise 53,5 milyar dolardan 55,5 milyar dolara yükseldi. Merkez Bankası’nın beklenti anketinde yıl sonu enflasyon beklentisi ise yüzde 6,9. Bu tablo, temmuz ayına geldiğimizde, ekonomide halen istenen ölçüde soğuma belirtileri yok ise, ekonomi yönetiminin süreci daha da sertleştirebileceği anlamına geliyor.