Seçim sonrası sert frenle, iş dünyası camdan fırlamasın
Mart ayına özgü gerekçelerine rağmen, geçtiğimiz mart ayının aylık bazda 9,8 milyar dolarlık bir cari açığa işaret etmesi, kümülatif olarak yıllık bazda 60 milyar doları geçmiş olan cari açığa yönelik önlemlerin özellikle 12 Haziran’daki genel seçimler sonrasında daha da sertleştirilebileceğine dair beklentileri güçlendirdi. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın aralık ayından bu yana yürüttüğü yeni para politikası setinin cari açığı yavaşlatmaya veya kontrol altına almaya yeterli gelmemesi halinde, gerekirse maliye politikası önlemlerinin de devreye alınması ağustos ayını bulabilir. Çünkü, seçimlerden sonra Hükümet’in resmen göreve başlaması en iyimser tahminle 5-6 hafta sürüyor.
Öncelikle, cari açıkla ilgili olarak ekonomi yönetiminin ciddi bir hedef ve öngörü sapması yaşadığını hatırlatmamız gerekiyor. 2010-2012 Orta Vadeli Programı 2009 yılının sonbaharında açıklandığında, 2012 yılı sonu için cari açık öngörüsü 28 milyar dolar düzeyindeydi. 2010 yılında 2011-2013 hedefleri açıklandığında, aynı 2012 yılı için cari açık hedefi 45 milyar dolar olarak revize edildi ve 2013 hedefi ise 47,8 milyar dolar olarak belirlendi. Oysa, 2011 yılının ilk çeyreği sonunda 60,5 milyar doları konuşuyoruz. Bu ölçüsüz sapmada, Türk ekonomisinin küresel gerekçelerle beklenenin çok üzerinde büyümesinin etkisi göz ardı edilmemeli.
Türkiye makul büyüme için 2010’dan itibaren önlem almalıydı
2009 yılı sonunda 2010 yılı için belirlenmiş olan büyüme oranı yüzde 3,5’di. Bu hedef sonrasında, yüzde 6,8 olarak revize edildi. Gerçekleşmenin yüzde 9’a ulaşması, ekonomi yönetiminin büyümeyi ve beklenenden hızlı büyüyen cari açığı kontrol etmede zorlandığını gösteriyor. Türkiye 2010 yılında ‘Mali Kural’ı tartıştığı kadar ekonomideki aşırı ısınmayı da konuşsa idi, bankacılık sektöründe neredeyse yüzde 35’lere ulaşan kredi hacmi artışına önlemler daha önceden devreye sokulsaydı, bugün cari açıktaki ivme kazanmış olan büyümenin önlenmesine yönelik olası sert tedbirleri konuşmuyor olabilirdik.
Nitekim, 30 Haziran’da açıklanacak 2011 yılı ilk çeyrek büyümesi de en az yüzde 9,5-10 arasında bekleniyor. İkinci çeyrekte alınan önlemlerle bile büyüme yüzde 5 olsa, yılın ilk yarısında en az yüzde 7-7,5 büyümüş bir Türk ekonomisi gerçeği ile karşı karşıya kalacağız. Bu gerçek, yılın ikinci yarısında, ortalama en fazla yüzde 3 büyümeyi gerektirecek. Yani, ekonominin soğutulmasına yönelik olarak frene daha fazla asılmamış gerekecek.
12 Haziran sonrası önlemler daha da detaylandırılabilir
Bu noktada, ekonomi yönetiminin 12 Haziran’daki seçimlerden sonra, devreye alabileceği tedbirler yeni Hükümet kurulana kadar, siyaset üstü iki kurum olarak, yine Merkez Bankası ve BDDK ağırlıklı gidebilir gözüküyor. Başta TİM, İTO, İSO, TGSD ve GYODER olmak üzere, Türk iş dünyasının nabzını tutan kritik önemdeki kuruluşların üst düzey danışmanlığını yürütmekte olan Dr. Can Fuat Gürlesel, 12 Haziran’daki seçimler sonrasında alınabilecek tedbirleri, kurumlar bazında şu şekilde toparlıyor:
1.MERKEZ BANKASI’NIN OLASI YENİ ÖNLEM SEÇENEKLERİ:
- Türk Lirası ve döviz tevdiat hesaplarındaki zorunlu (munzam) karşılıkları 23 Haziran ve 21 Temmuz PPK toplantılarında yeniden ve önemli ölçüde arttırmak;
- Bankaların diğer borçlanmaları ve yükümlülükleri üzerinde de ilave karşılıklar tesis etmek ve oranlarını yükseltmek;
- Bankalara 1 haftalık repo ile sağlanan TL likiditesini kademeli olarak azaltmak;
- Döviz alım ihalelerini hızlandırmak ve döviz rezervlerini daha hızlı arttırmak politika faiz oranlarını yükseltmek
2.BDDK’NIN OLASI YENİ ÖNLEM SEÇENEKLERİ:
- Bankaların sermaye oranlarını yeniden düzenlemek ve ithalatı finanse eden krediler için daha yüksek sermaye yeterliliği talep etmek;
- Bankaların likidite yeterlilik (TL ve özellikle döviz) oranlarını yükseltmek;
- Bilanço dışı kalemlerin genişlemesini sınırlamak, bunun için sermaye yeterlilik oranlarını artırmak, bilanço dışı işlemler için karşılık ayırmak, bilanço dışı işlemlerin yapıldığı piyasalardaki teminat oranlarını yükseltmek;
-Kredi kartı kullanımını zorlaştırmak; gelire göre limit, taksitlendirmenin azaltılması veya kaldırılması, asgari ödeme tutarı vb gibi kriterlerin yükseltilmesi,
3.HÜKÜMETİN, MALİYE’NİN OLASI ÖNLEM SEÇENEKLERİ:
- Kısa vadeli sermaye girişlerini sınırlandırmak için girişlerde ve çıkışlarda vergilendirme;
- Tüketim malları üzerindeki ÖTV’yi artırmak;
- Enerji fiyatlarında ayarlamaya gitmek ve vergileri yükseltmek;
- Doğrudan ithalata yol açan krediler üzerindeki kesintileri (KKDF) artırmak;
- Bütçede faiz dışı fazlayı artırmak;
- Döviz kazandırıcı hizmetleri daha çok desteklemek;
Bankaların bilanço dışı kalemleri mercek altında
Ekonomi çevrelerinde en fazla tartışılan, bununla birlikte henüz piyasalara çok fazla yansımamış olan tartışma ise, bankaların bilanço dışı kalemlerinin bilanço içi kalemlerle bire bir aynı büyüklüklere ulaştığı gerçeği. Ekonomi yönetiminin yeni bir para politikası setiyle yönetmeye çalıştığı finansal istikrar riskini ve fiyat istikrarı riskini azaltmaya yönelik önlemlerin ağırlıklı olarak bankacılık sektörü bilanço kalemleri üzerinden yönetilmeye çalışılması, bankaları belirli bir karlılık düzeyini sürdürebilmek ve bilanço kalemleri üzerindeki baskıyı dengelemek adına, beklenenden daha yüksek düzeyde bilanço dışı kalemlerle işlem yapmaya yönlendirdi. Bu nedenle, salt bankacılık sistemi üzerinden kontrol altına alınmaya çalışılan cari açık riski, esasen orta vadede finans sistemi ve reel sektör için başka tür riskleri de beraberinde getiriyor.
Bankaların bilanço dışı kalemlerindeki büyüme riskinin yanı sıra, özel sektörün ve özellikle reel sektörün dış borç yükünü arttırtan bir süreçle de karşı karşıyayız. Bankalarımızın elektrik ve doğalgaz dağıtım ihalelerinin finansmanına sıcak bakmamaları başta olmak üzere, belirli bir düzeyin üzerindeki projeler için reel sektör proje kredisi amaçlı olarak yurtdışına yükleniyor. Bu durum, Merkez Bankası’nın finansal istikrar raporunda altını çizdiği reel sektör döviz açık pozisyon riskinin de büyümesi anlamına geliyor.
Sözün özü, ekonomi köşe yazarları ve akademisyenler açısından, seçimler nedeniyle detaylandırılamadığı düşünülen finansal istikrar (cari açık) riski ve fiyat istikrarı (enflasyon) riskine yönelik önlem paketi, aralık ayından itibaren daha ayrıntılı bir paket olarak devreye alınsa idi, seçimler sonrasında beklenen ‘fren etkisi’ bu ölçüde sert olmayabilirdi.
Ekonomi yönetiminin de, eğer beklenenden daha sert bir fren yapma hedefi var ise, arabanın ön ve yan camlarından ekonomi aktörlerinin dışarı fırlamaması adına, emniyet kemeri takılmasına yönelik kimi uyarıları gecikmeden dile getirmesi yararlı olabilir.