Advertisement

Euro Bölgesi liderlerinin üzerinde tepindikleri buz tabakası artık iyice inceldi. Bu kez de piyasaları tatmin etmeyen ve gerçek çözümden uzak yarım yamalak bir çözüm stratejisiyle ortaya çıkarlarsa, küresel düzeyde telafisi çok güç bir zararla karşı karşıya kalınabilir. 2008 sonu ile 2009 yılı başındaki krizi arayabiliriz. Avrupa ateşle oynuyor.

Geçen hafta Avrupa Finansal İstikrar Fonu‘nun (EFSF) büyüklüğünün 440 milyar Euro’dan 2 trilyon Euro’ya çıkarılabileceği dedikodusu tüm çevrelerde memnuniyet yarattı. Büyük bir olasılıkla dedikoduyu çıkaran Fransız yetkililerdi. Memnuniyet yaratmasının nedeni, Avrupalı liderlerin en sonunda piyasaları şaşırtacak, krizin önünden koşma olasılığı olan bir plan üzerinde çalışıyor izleniminin oluşmasıydı. Haberin asılsız çıkması “Avrupalı liderler zaten doğru dürüst bir şey yapamazlar“ görüşünü güçlendirdi.

YÜKÜ GÜÇLÜ OLAN TAŞIR
Anlaşıldığı kadarıyla Fransızlar EFSF’in bir banka gibi çalışıp Avrupa Merkez Bankası’ndan borçlanabilen ve gerektiğinde ek sermaye ihtiyacı içindeki bankalara destek verebilecek bir birim olmasını arzu ediyorlar. Almanlar ise EFSF’in bir sigorta şirketi gibi çalışmasını istiyorlar. Bu şekliyle EFSF’in ihtiyacı olan para daha az olacak. Almanlar haklı olarak Avrupa Merkez Bankası’nın devrede olmasını kabul etmiyorlar. Daha da önemlisi, en fazla ek sermaye ihtiyacı içinde olan bankaların Fransız bankaları olduğundan hareketle, Almanlar kendi koydukları para ile Fransız bankalarının kurtarılmasına razı değiller. Bu hafta sonu toplanan Avrupalı liderler EFSF’in nasıl ve ne şartlarda borçlanmakta zorlanan ülke bonolarını satın alabileceğini ve satabileceğini tartışacaklar. Büyük bir olasılıkla bu konu üzerinde anlaşacaklar. Ama, Avrupa bankalarının nasıl düzlüğe çıkarılabileceği konusu daha çok tartışılacak gibi görünüyor. İkinci bir zirve yapılması kaçınılmaz gibi görünüyor. O zirveden de radikal bir kararın çıkma olasılığı fazla değil. Galiba sorunun kökeninde Avrupa Birliği’nin gerçek bir birlik olmaması var. İyi günlerde ortaklıkları yürütmek kolaydır. Kötü günlerde ise “ortakların yükü eşit paylaşması“ gibi bir kural rafa kalkar. Yükü en iyi taşıyabilecek olan yükü sırtlar, ortaklık kurtulur. Yaşamayı becermiş bütün ortaklıklarda durum böyledir. Almanya bu rolü oynamak istemiyor ya da oynayamıyor. Dolayısıyla, ortaklığı kurtarabilecek çözüm de bulunamıyor. Güçlü olup da yükü taşımaya razı olmayanların ortaklığı kurtarması mümkün olamaz.

FELAKETİN DAVETİ
Yunanistan’ın borç krizi ile başlayan süreçte, Avrupa’nın şimdi üç sorunu var: Yunanistan ve EFSF’den destek alan İrlanda ve Portekiz sorunlardan ilki; ilk sorunu çözemediğinden potaya giren İtalya ve İspanya’nın piyasalarda itibarının giderek erozyona uğraması; ilk iki sorunu çözmeye yönelik zaman kazanılmaya çalışılırken Avrupa’nın bazı büyük bankalarının likidite sıkışıklığına girmeleri ve ek sermaye ihtiyacı göstermeleri. Yunanistan’ın borçlarının bir bölümü bir biçimde silinecek. Tartışma “yüzde 40’ı mı yoksa yüzde 60’ı mı silinsin?“ noktasında. Bu konu artık ilginç olmaktan çıktı. Ne yapılırsa yapılsın, Yunanistan temerrüde düşmüş olacak. Yunanistan sorunu masadan kalktığında, İrlanda, Portekiz, İspanya ve İtalya önemli ölçüde rahatlayabilir. Bankaların durumu ise çok daha nazik bir konu. Zaten anlaşmazlığın odak noktasında da bu konu var. Avrupa’da bankacılık sorununun çözümü Yunanistan sorununun çözümüne benzetilirse, felaketin davet edilmesi olacak. Bankalar daha da küçülebilecekler. Kredi çöküşü yaşanabilecek. Küresel finansal piyasalar 2008-2009’dan daha büyük bir bunalıma girebilecek. Avrupalı liderler ateşle oynuyor, üzerinde tepindikleri buz tabakası bu nedenle giderek inceliyor.