Advertisement

Ekonomi büyüdükçe, cari işlemler açığı artar. Artık bunu herkes öğrendi. Küresel krizin derinleşmesinden az evvel, ekonomik büyüme durma noktasına geldiği halde, ağustos 2008 itibarıyla cari işlemler açığı on iki aylık bazda o dönemin rekorunu kırıp 49.2 milyar dolar olmuştu. Cari işlemler açığının milli gelire oranı da o dönemin rekorunu kırıp 2008 yılının üçüncü ayı itibarıyla yüzde 6.2 olmuştu.
Küresel krizin derinleşmesine tepki veren önde gelen gelişmekte olan ülkelerden biri Türkiye oldu. 2009 yılının ekim ayı itibarıyla cari işlemler açığı 12.2 milyar dolara kadar geriledi. 2009 yılının üçüncü üç ayı itibarıyla on iki aylık bazda ekonomi reel olarak yıllık yüzde 7.9 küçülmüştü. Cari işlemler açığı/milli gelir oranı 2009 yılı sonunda yüzde 2.3 olmuştu.
Ekonomik büyüme ile cari işlemler açığı arasındaki sıkı ilişki otuz yıl önce de riskti, bugün de. Ekonomik büyümenin yüksek olduğu dönemlerde bu risk daha da büyük oluyor. Bu yıl uzun dönemli ortalama büyümenin oldukça üzerinde bir büyüme performansı gösteren Türkiye ekonomisi için cari işlemler açığı risk olarak sıkça dile getirildi. Kredi derecelendirme kuruluşları bu riski öne çıkararak Türkiye ekonomisinin kredi notunu artırmayacaklarını, hatta düşürebileceklerini dahi ima ettiler.
Hem büyüyelim hem de cari işlemler açığı risk olmasın gibi bir yaklaşım gerçekçi değil. Türk Lirası'nın değer kaybı yoluyla dış talebe dayalı büyümeye devam edip cari işlemler dengesini düzeltmek hiç gerçekçi değil.

BÖYLE OLMAYABİLİRDİ
Bu yıl sonu itibarıyla Türkiye ekonomisini yakından izleyenler bir başka riski daha dile getirmeye başlayacaklar: Enflasyon. Büyük bir olasılıkla bu yıl sonunda cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 10'u aşacak. Aynı zamanda, yıllık enflasyon da yüzde 10'un üzerinde olacak. Bu oranlarla belli başlı gelişmekte olan ülkeler içinde Türkiye şampiyonluğa oynuyor olacak. Sorun birken, iki yapmış olduk. Riskler çift haneli oldu.
Türkiye tarihinin hiçbir büyüme döneminde dış talep yoluyla büyümemiştir. Ekonomik büyümeye dış talebin olumlu katkısı hep ekonominin küçülme dönemlerinde olmuştur. Dolayısıyla, Türk Lirası'nın değer yitirmesi yoluyla ekonomik büyümenin iç talep artışı yerine dış talep artışı yoluyla sağlanması stratejisi abesle iştigaldir. Döviz kurlarının fırlaması yoluyla cari işlemler açığının kötüleşmesi bazı dönemlerde göreli olarak hız kesmişse, bu olgu, döviz kurlarının fırlamasının beklentileri kötüleştirmesi yoluyla ekonomik büyümenin ivme kaybetmesinden kaynaklanmıştır.
Ekonomik büyümenin hız kesmesi arzu ediliyorsa, ki öyle bir mesaj verilmeye çalışılıyor, Türk Lirası son bir yıldır olduğu kadar değer kaybetmeden de ekonomik büyümenin dizginlenmesi söz konusu olabilirdi. Para politikası gerçekten sıkıştırılabilirdi. Enflasyon bu düzeylere gelmeyebilirdi. Risk birden ikiye çıkmazdı.

AMAÇ VE ARAÇLARDA UYUMSUZLUK
Gelişmiş ülke ekonomilerine yönelik belirsizlikler, Avrupa'daki "borç krizi" risklerinin azaltılamıyor olması, Çin ekonomisinin karışık sinyaller vermesi ile artan küresel riskler nedeniyle 2012 yılı zaten zor bir yıl olacaktı. Zaten yükselen cari işlemler açığı üzerine çift haneli enflasyonu ekleyerek Türkiye ekonomisinin görünümünü biraz daha kararttık. 2012 yılını biraz daha zorlaştırdık. Zorlaştırmakla, bir şey kazandık mı? Hayır.
Ekonomide artan risklerin asıl kabahatlisi yurtdışından kaynaklanan sorunlar değil. Asıl sorun, ekonomik amaçlarla ekonomi politikası araçlarının uyumsuzluğundan kaynaklanıyor. Zaman kaybetmeden amaçlarla araçları uyumlu hale getirmemizde yarar var.