Advertisement

Bu yılın ikinci yarısı ile beraber özellikle Avrupa ekonomilerinde yaşanan olumsuzluklar Türkiye gibi yurtdışı finansman kaynaklarına ihtiyacı olan ekonomileri olumsuz etkiledi. Dış kaynak ihtiyacı fazla (cari işlemler açığı büyük), buna karşılık dış kaynak girişi ya hiç yok ya da çok yetersiz.
Dış kaynak ihtiyacını yaratan etken ekonomik büyüme. Yılın ilk dokuz ayında yıllık bazda yüzde 9.6 büyüme
gerçekleştirdiğimiz için övünüyoruz. Ama, bu düzeydeki bir büyümeyi sürdürebilecek ortam artık yok. Yılın ikinci yarısında Merkez Bankası döviz rezervlerini yiyerek bir ölçüde dış finansman (döviz) ihtiyacını karşıladı. Ama, bu yaklaşımın sürdürülmesi taşıma su ile değirmen döndürmeye benzer.

KUR VE FAİZ DÜŞÜK
Ödemeler dengesi verilerine göre, Merkez Bankası temmuz ayında 665 milyon dolar, ağustos ayında 3.6 milyar dolar ve ekim ayında 3.7 milyar dolar döviz rezervi kaybetti. Eylül ayında 900 milyon dolar kadar bir rezerv artışı var, ama artış munzam karşılıkların döviz üzerinden alınmasından kaynaklanıyor. Eylül ayında Merkez Bankası'nın yurtiçine olan döviz yükümlülükleri 2 milyar dolardan fazla artıyor.
İçinde yaşanan ekonomik ortamda, bu ekonomik büyüme Türkiye için fazla hızlı. Bu ortamda ekonomik büyümedeki hızlılık iki fiyatın yanlış olduğunu gösteriyor: döviz kurları ve faizler çok düşük. Faizlerin düşüklüğü iç talep büyümesini yeteri kadar dizginlemiyor. İç talep artışından gelen döviz talebi Merkez Bankası'nın döviz satması yoluyla döviz kurlarının yeteri kadar yükselmesini önlüyor. Bu iki olguyu bir araya koyarsak, faizlerin düşüklüğü nedeniyle Merkez Bankası daha fazla döviz satmak zorunda kalıyor.
Tabloda da görüldüğü gibi, temmuz ayı sonundan bu yana döviz rezervleri 93 milyar dolardan 16 Aralık itibarıyla 82.7 milyar dolara geriledi. Bu dönem içinde, Merkez Bankası yurtiçine olan döviz yükümlülüklerini bazı düzenlemeler yaparak 6 milyar dolar kadar artırdı. Kurallar esnetilmemiş olsaydı, döviz rezervlerindeki kayıp yılın ikinci yarısında 16 milyar dolar civarında olacaktı.
Ekonomik büyümeden vazgeçmek durumunda olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Büyümede ısrar ettiğimiz ölçüde, döviz kurları üzerindeki baskılar artacak, döviz rezervlerimizi yemeye devam edeceğiz. Büyüyoruz diye övünebiliriz, ama Türkiye ekonomisi üzerindeki riskleri giderek çoğaltıyoruz. Bugüne kadar tek risk olarak cari işlemler açığı riskinden söz ediyorduk. Son dönemde yüksek enflasyon riskinden söz etmeye başladık. Bir süre sonra bunların yanına eriyen döviz rezervleri riski de koyulabilir. Döviz rezervlerini yemek bir politika olamaz.
İç talep büyümesine yönelik doğrudan politikalar devreye sokulmadıkça, kredi arzını kontrol etmeye yönelik politikaların çok fazla etkili olamadığını gördük. Yılın üçüncü üç ayında gerçekleşen ekonomik büyüme ekonomi politikası yapıcılarını dahi şaşırttı. Yılın son üç ayındaki büyüme performansı da herkesi şaşırtacak nitelikte olabilir. Ama, bunu sürdüremeyiz. Riskleri artırmadan, ekonomik kuralların zaten gerçekleştireceği dengeyi kendi irademizle
daha çabuk ve daha az sancılı bir biçimde sağlamaya çalışmalıyız.