Advertisement

Günümüzün iktisat öğrencileri çok şanslı. Bizler iktisat okurken, açık piyasa işlemleri diye para politikasının bir aracı anlatılırdı. Türkiye'de o yıllarda böyle bir para politikası aracı yoktu. Katma değer vergisi anlatılırdı. Türkiye'de öyle bir vergi de yoktu. Yabancıların deneyimlerini okurduk, anlamaya çalışırdık, ama kendi içine kapanık bir ülkede bunların hiçbirini görme olanağımız yoktu.
Şimdi, ekonomi politikalarının hem bir sanat hem de teknik bir iş olduğu konusunda sayısız örnekler yaşıyoruz. Bu açıdan iktisat öğrencileri çok şanslı, ama dünyayı takip edeni çok az olduğundan, çok karmaşık bir konuyu izleyerek öğrenebilmek için çoğunun çok büyük bir fırsat kaçırdıkları da bir gerçek.

AMERİKA
Amerikan ekonomisinde büyüme düşme eğilimine girdi. Son iki yıldır yaşanan ekonomik büyüme işsizlik oranını yüzde 8'in altına çekmekte yetersiz kaldı. Enflasyon ve faizler düşük. Bütçe açığı yüksek. Amerika'nın kamu sektörü borçluluğu yüksek. Büyümedeki zayıflığın bütçe açıklarını azaltmaya yönelik olarak kamu talebinin kısılmasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Amerika ne yapmalı?
Liberal iktisatçılara göre, örneğin Nobel Ödülü sahipleri Paul Krugman ve Joseph Stiglitz'e göre, Amerika Merkez Bankası'nın (FED) düşük enflasyon uğruna işsizliği göz ardı etmesi bir hoyratlık. FED daha fazla para basmalı. Enflasyonun yüzde 4'lere tırmanması sorun değil. Bütçe açıkları kısa dönemde daha da artabilir. Faizler bu denli düşük olduğuna göre, Amerikan devletinin borçlanamamak gibi bir sorunu yok.
Tutucu iktisatçılara göre, enflasyon devlet eliyle yapılan bir hırsızlıktır. Enflasyon riski yaratan politikalardan kaçınmalıdır. FED'in daha fazla para basmasıyla işler yoluna girecek olsa, Amerikalılar çalışmayı bırakıp FED'in bastığı para ile geçinebilirlerdi! Önemli olan, enflasyon yaratmadan bütçe açıklarını kapatıp özel kesimin talep yaratmasını sağlamaktır. Bunun için ekonomik birimlerin politika yapıcılara ve politikalara güven (confidence) duyması gerekir.
Hangisi doğru? Doğru yok. Görüş var. Öncelikler var.

AVRUPA
Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi "Euro Bölgesi ekonomileri istikrarlı olacaksa, fiyat istikrarı, mali (fiskal) istikrar ve güven şart" diyor. Bu cümleden ECB'nin Amerika'daki tutucu iktisatçıların görüşlerine daha yakın olduğunu anlıyoruz. Fiyat istikrarı için dikkatli para politikası, mali istikrar için bütçe dengesini tutturmak ve güven için inandırıcı politikaların devreye girmesi tavsiye ediliyor.
ECB, Almanya'dan da aldığı destekle, Avrupa ekonomileri üzerinde çok etken. Uygulanmaya çalışılan politikalarda ECB çok etken, ama Draghi'nin üçlüsündeki "güven" ECB'nin tek başına oluşturabileceği bir olgu değil. Politikalar o noktada iflas ediyor.
Ekonomiler küçüldükçe, kamu borçluluğunun çevrilebilmesi daha güçleşiyor. Kamu borçluluğunun çevrilebilmesi güçleştikçe, daha fazla kemer sıkmak gerekiyor. Daha fazla kemer sıktıkça, ekonomiler daha hızlı küçülüyor. İspanya küresel krizden sonra ikinci resesyona girdi. İtalya aynı yolda ilerliyor. Fransa'da büyüme sıfır, eksiye dönebilir. İrlanda aynı konumda. Portekiz ve Yunanistan zaten derin bir resesyonda.
Bu resme bakıp Avrupa'da da, özellikle iktidardaki siyasetçiler, Amerika'daki liberal iktisatçıların görüşlerini dillendirmeye başladılar. "Kemer sıkmaya değil, büyümeye öncelik verilmeli" diyorlar. Büyümeye katlı yapabilecek birçok yapısal reformu gerçekleştirebilecek siyasi destekten mahrumlar. "Güven" aranıp da bulunamayan bir olgu.
Avrupa ekonomileri konusunda ECB mi, yoksa siyasetçiler mi haklı?
İktisatta ekonomi politikalarına yönelik hiçbir sorunun yanıtı siyah ve beyaz kadar kesin değildir. Çünkü, işin sanat tarafı vardır. "Her yiğidin bir yoğurt yiyiş tarzı vardır." Gelişmeler, genç ya da yaşlı, iktisat öğrencileri için bulunmaz bir laboratuvar görevi görüyor.