Advertisement

Harry Truman'ın deyişiyle "komşunuzun işini kaybetmesi resesyon, sizin işinizi kaybetmeniz ise depresyondur." 1920'lerin sonunda başlayıp İkinci Dünya Savaşı'nın başına kadar geçen sürede inişli çıkışlı seyreden küresel ekonomik duruma "Büyük Depresyon" denmişti. 1930'lu yıllarda tüm dünyada işsizlik artmıştı. Sizin işiniz var da, komşunun yok gibi bir durum yoktu. Devlette çalışanların dışında neredeyse herkes işini kaybetmişti. 2008 yılında derinleşen finansal krize Amerika'da "Büyük Resesyon" adı veriliyor. Son dönemde dünya ekonomisinde yaşananlar çok sıkça "Büyük Depresyon" dönemi ile karşılaştırılıyor. Dolayısıyla, 1930'lı yıllar nasıl atlatıldıysa, birçok kişi şimdiki sorunların da aynı biçimde atlatılabileceğini iddia ediyor.

BÜYÜK DEPRESYON
Bugün dünya ekonomisinde yaşananları 1930'lu yıllarla karşılaştırmak durumu hem çok abartmak olur hem de bizi yanlış sonuçlara götürebilir. Her şeyden önce, 1930'lu yıllardaki ekonomik yapı ile şimdiki çok farklı. 1930'lu yıllarda sanayi gelir yaratan göreli olarak en önemli sektör durumundaydı. Ülkeler arası ekonomik ilişki daha çok ticaret yoluyla oluyordu. Sermaye hareketleri büyük ölçüde sınırlıydı. Birinci Dünya Savaşı'nın yaraları henüz sarılamamıştı. Bugünle karşılaştırıldığında, dünya fakirdi. Örneğin, Amerika'nın 1933 yılındaki milli geliri bugünkünün reel olarak yüzde 5'i civarındaydı. İki krizin tek benzer tarafı ikisinin de finansal sektör kaynaklı olması. Kriz önce finansal sektörde patlıyor. Daha sonra reel sektöre yayılıyor. İşsizlik artıyor. Finansal sektör küçülüyor. Ekonomiler önce küçülüyor, daha sonra da büyümekte zorluk çekmeye başlıyor. Büyük Depresyon döneminden çıkışın barış zamanı artırılan devlet harcamalarından kaynaklandığını iddia etmek o denli kolay değil. Çünkü, barış zamanında büyümenin gerçekleştirildiği yıllar olduğu gibi, ekonominin küçüldüğü yıllar da oldu. Örneğin, Amerikan ekonomisi 1933 yılından sonra büyümeye geçmiş gibi göründüğü halde, 1938 yılında, savaştan hemen önce, yüzde 4'e yakın küçülmüştü. Büyük Depresyonu bitiren, barış zamanında uygulanan ekonomi politikaları değil, aslında İkinci Dünya Savaşı'ydı. Ekonomik dalgalanma açısından bugünkü küresel kriz belki 1970'li yıllarda yaşanan Petrol Şoku ile karşılaştırılabilir. 1970'lerdeki krizin kaynağı çok farklıydı. Finansal sistemde bir sorun yoktu. Sorun, petrol fiyatlarının birden bire artmasıyla yaşanan "arz yönlü bir şok" olarak tanımlanabilir. O nedenle de, ilk kez enflasyon ve resesyon bir arada o dönemde yaşanmıştı. Şimdi durum çok farklı.

SABIR VE CESARET
Şimdiki durum düşük enflasyon altında büyüme zorluğu çekilmesi açısından daha çok 1930'lara benziyor. Ama şimdiki krizin şiddeti çok daha hafif. Çözüm ise ekonomi politikalarının yüksek dozda uygulanmasından çok sabır gerektiriyor. Küçülmekte olan finansal sistem içinde ekonomik büyümenin yüksek ve sürdürülebilir olması mümkün olamıyor. Çünkü, ekonomik birimlerin güveninin geri gelmesi zaman alıyor. Bu arada, finansal sistemi daha dayanıklı hale getirmek için uygulamaya konan kurallar finansal sistemin daha hızlı büyümesini engelleyici etken oluyor. Bugünün en önemli ayrıştırıcı özelliği üretim ve finansal alanlardaki küreselleşme nedeniyle bulaşıcılığın çok artmış olması. 1930'larda Avrupa'nın krizi Amerika'yı bu denli etkilemezdi. Çin zaten dünyadan kopuktu. Amerika'daki finansal kriz Avrupa'yı bu denli hırpalamazdı. Ekonomilerin her açıdan küreselleşmiş olması krizi uzatan en önemli etkenlerden biri. Ama, ekonomilerin dışa açıklıklarını azaltmaya yönelik atılacak her adım aslında ülkelerin kendi ayaklarına sıkacakları kurşun niteliğinde. Çözüm sabır ve cesaret gerektiriyor.