Advertisement

2001 yılı sonrası uygulamadaki ekonomi politikası stratejisi şöyle özetlenebilir: Enflasyon tek hanede kalsın, ama çok da düşmesi gerekmez; bütçe açığı kontrolden çıkmamalı; artan harcamaların bütçe açığını tehdit ettiği noktada dolaylı vergilere yüklen. Bu stratejiyle bütçe açıkları gerçekten idare edilebilir düzeylerde tutuldu. Enflasyon ortalama yüzde 7-8 civarında salındı. Ama ekonomideki göreli fiyat dengesi altüst oldu.
Enerjide en pahalı ülkelerden biri konumuna geldik. Türkiye rekabet gücünü kurlardan değil, enerji fiyatlarının göreli yüksekliğinden kaybetme aşamasına geldi, içki ve sigarada kaçakçılığı adeta özendiren bir yapı kurduk. Bu durum çok fazla sürdürülemez. Bir noktada bütçenin harcamalar kaleminde tasarrufa gitmeden bütçe açıklarını kontrol edebilme lüksünü kaybedeceğiz. O noktaya gelindiğinde, gerekli önlemler acı olacak.

NEDENSELLİK TERS DÖNEBİLİR
Maliye politikasının dolaylı vergi oranlarındaki oynamalarla tüketici fiyatlarını tespit eder hale gelmesi, para politikasının işini zorlaştırıyor. Bugün uygulandığı haliyle, sıkı maliye politikası tüketici fiyatlarının doğrudan artması anlamına geliyor. Geçmişte uygulamada olan Merkez Bankası'ndan finanse edilen bütçe açığı politikası da enflasyonu tehdit eden bir yaklaşımdı. Maliye politikası fiyatlar üzerine etkili olabilecek bir biçimde şekillendirildiğinde, ortalama fiyatların maliye politikasından dolaylı ya da doğrudan etkilenmesi bir noktada fazla önemli olmamaya başlıyor.
Ortalama fiyatlar artıp para arzı artmadığında, para otoritesi aslında ekonomide frene basmış oluyor. Fren yapmamaya çalışan bir para otoritesi geçmişteki fiyat artışlarının daraltıcı etkisini hafifletmek için para arzını artırıyor. Bir başka ifadeyle, genellikle para arzı artışından enflasyona giden nedensellik ilişkisi tersine dönüp enflasyondan para arzı yönünde oluşmaya başlıyor. Enflasyon paralelinde artan para arzı, enflasyonu besler duruma geliyor. Uygulamadaki maliye politikası böyle bir kısırdöngüyü barındıran bir yaklaşım. 2004 yılından bu yana enflasyonun kalıcı bir biçimde yüzde 5'in altına düşmemesinin önemli nedenlerinden biri de zaten bu olgu. Böyle bir politika sürdürülebilir olamaz.

'GÜÇLÜ TAAHHÜT' TEHDİT ALTINDA
Bugün eylül ayına yönelik fiyat istatistikleri açıklanıyor. Geçen yılın eylül ayında aylık enflasyon yüzde 0.75 çıkmıştı. Bu yılın eylül ayında aylık enflasyon geçen yılki düzeyinin iki katına yaklaşabilir. Yaklaşmasa da yıllık enflasyon bir önceki aya göre belirgin bir biçimde düşmeyecek, belki de artacak. Merkez Bankası geçen yılın eylül, ekim ve kasım aylarındaki yüksek aylık enflasyon rakamlarına güvenerek sonbahar aylarıyla birlikte yıllık enflasyonun belirgin bir biçimde düşeceğini hesaplıyordu. Önce dolaylı vergilerdeki artışlar, daha sonra elektrik ve doğalgaza aybaşında yapılan zamlar, sonbahar aylarındaki yıllık enflasyondaki belirgin düşüş olgusunu törpüleyecek.
Yıl sonuna geldiğimizde yıllık enflasyon büyük bir olasılıkla yüzde 7'nin üzerinde gerçekleşecek. Halbuki Merkez Bankası, yıllık enflasyonun yıl sonunda yüzde 6.5, hatta daha da altında olacağına yönelik "güçlü bir taahhüt" vermişti. Böyle bir taahhüt belki yıllık enflasyonun yüzde 10'u geçtiği o dönemde ücret-maaş ayarlamalarının daha makul düzeylerde gerçekleşmesi için beklenti idaresinin bir parçası olarak düşünülmüştü. Ama bu çeşit güçlü çıkışlar bir kere yapılır. Tutmadığında, aynı yaklaşımı bir daha kullanamazsınız. Kullansanız da sizi dinleyen olmaz. İtibar erozyonu böyle yaşanır.
Diyeceğim o ki, bugünkü uygulandığı biçimiyle maliye politikası para politikasının itibarını erozyona uğratıyor. İtibarı erozyona uğramış bir para otoritesinin enflasyon konusundaki söylevleri beklentileri yönlendirmekte zorlanır. Dolayısıyla, sürdürülebilir bir ekonomi politikası stratejisi oluşturmak zorundayız.