Advertisement

2013 ve 2014 yılları siyasi açıdan önemli. Farklı bir gelişme olmazsa, gelecek yıl yerel seçimler yapılacak. 2014 yılında ise hem genel seçimler hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Cumhurbaşkanı'nı da artık halk seçeceğinden, her üç seçim de iktidar partisi ve liderlerine halk desteğinin gücünü ölçecek. Bu açıdan, iktidar partisinin ve liderinin tüm bu seçimlerde gücünün artarak devam ettiğini göstermek öncelikli hedef durumunda.
Seçimlerde başarılı olabilmenin çeşitli nedenleri var. İktidar partisi açısından seçimlerde başarılı olmanın en önemli ekonomik şartlarından biri ekonomik büyümenin yüksekliği. Büyümenin güçlü olduğu yıllarda yapılan seçimlerden iktidar partisinin başarılı çıkma şansı daha yüksek. Bu gerçekten yola çıkarak seçimlere yaklaşıldığında, iktidar partisi büyümeyi hızlandırabilmek için ekonomide gaza basmaya başlar.
Bazı fiyat ayarlamaları geciktirilir. Sosyal içerikli harcamalar artırılır. Kamu sektörü (yerel ya da merkezi idare) tarafından gözle görülebilen yatırımlar hızlandırılır. Ekonomik dengeler belki biraz bozulur, ama daha güçlü bir biçimde yeniden iktidara gelenler ekonomik dengeleri yeniden yerli yerine koymak için gerekli desteği almış olurlar. Dozu az da olsa, çok da olsa buna "seçim ekonomisi" diyoruz.

BÜYÜME TATMİNKÂR OLMAYABİLİR

İçinden geçtiğimiz ekonomik konjonktür siyasi takvime ters düşüyor. Geçen yılın ikinci yarısından sonra finansal istikrar adına ekonomik büyümeden belli ölçülerde feragat ederek dış açıkların azaltılması stratejisi benimsendi. Benimsenen stratejinin yanlış olduğu iddia edilemez. Milli gelirin yüzde 10'unu aşan bir cari işlemler açığı küresel belirsizliklerin çok yüksek olduğu bir dönemde krize davetiye çıkarmak olurdu.
Gerçekten de, ekonomik büyüme geçen yılın ikinci yarısıyla birlikte hızlanarak düşmeye başladı. Aynı paralelde cari işlemler açığı da mutlak olarak azalma eğilimine girdi. Gerçekleşmeler benimsenen stratejiye uygundu. Ama siyasi takvime bakıldığında, büyümeden yapılan fedakârlığın kabul edilebilir düzeyi aştığı izlenimi edinilebilir. Orta Vadeli Program bu yıl için ortalama yüzde 4 büyüme hedeflerken, gerçekleşen büyüme bu hedefin oldukça altında kalabilir.
Bir önceki yılın aynı dönemlerine göre, Türkiye ekonomisi yılın ilk üç ayında yüzde 3.3, ikinci üç ayda yüzde 2.9 büyüdü. Öncü göstergeler yanıltıcı değilse, yılın üçüncü üç ayındaki büyüme büyük bir olasılıkla yüzde 2'nin altında (yüzde 1 civarında) oldu. Yılın son üç ayında ekonomik büyümenin eksi dahi çıkması söz konusu olabilir. Bu eğilimlerle bu yılki ortalama ekonomik büyüme yüzde 2'nin altında dahi kalabilir. Bu düzeydeki bir büyüme, siyasi takvim göz önüne alındığında tatminkâr olmaktan çok uzak kalır.

EĞİLİM TERS ÇEVRİLEBİLİR Mİ?

Uygulamadaki ekonomi politikası konusunda hükümetten gelen farklı seslerin önemli bir nedeni de zaten bu. Üç önemli seçim yaklaşırken, düşen ekonomik büyüme ve aynı paralelde yavaşlayan istihdam artışı çok sevimli olmasa gerek. Bir kanat ekonomik büyümeden fedakârlık ederek artan belirsizlik ortamında gereksiz riskler yaratmanın doğru olacağını savunurken, hükümet içindeki bir başka kanat frene fazla basıldığı ve düşen ekonomik büyümenin tahminlerin ötesine geçtiğini söylüyor. Kendi açılarından iki kanat da haklı.
Önümüzdeki yılın başında siyasi takvim daha öncelikli hale geldiğinde, kanatlar arası görüş ayrılıkları törpülenip ekonomik büyüme hedefi daha da öne çıkabilir. Ama o noktada eldeki araçlar ekonomik büyümeyi hızlandırabilir mi? Göreceğiz.