Advertisement

Ekonomide iyi bilinen konulardan birisi dışsal etkilerden olumsuz etkilenen tarafların ekonomik zararlarının, olumsuz dışsal şartları yaratanları vergilendirme yoluyla karşılanmasıdır.

Bu yolla toplum refahını artırmak mümkündür. Örneğin, bir fabrika hava kirliği yaratıyor. Fabrikanın yanındaki elbise temizleyicisinin elbiselerinin temiz kalmamasına neden oluyor. Fabrikanın yarattığı hava kirliliğine göre vergilendirilip elde edilen gelirin elbise temizleyicine aktarılmasıyla bir taraftan fabrikanın hava kirliliği yaratması pahalılaştırılmış oluyor, diğer taraftan elbiseleri tam temizleyemeyen temizlikçinin daha ucuza servis vermesinin yolu açılmış oluyor. Bu örnek serbest piyasa ekonomisinde devletin önemli bir rolü olduğunu vurgulamak için verilir. Devlet özel girişimcilerin arasına girip hava kirliliğinin pahalılaştırılarak azaltılmasını sağlarken, temizlikçinin de zararlarını karşılayabilecek bir mekanizma kurabiliyor. Kısacası, gerçek hayat “Bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler“ diye özetlenen serbest piyasa ekonomisinde devletin ekonomiye müdahalesini zorunlu kılıyor. Müdahale yoluyla devlet, toplumun refahının artmasını sağlayabiliyor.

PUBLIC CHOICE TEORİSİ
Verilen örnek kendi içinde teorik olarak tutarlı olsa da, pratikte bu örneğin geçerli olmayabileceğini savunan iki iktisatçı/siyaset bilimci ortaya çıktı. James Buchanan ve Gordon Tullock‘un yarattıkları model “kamu seçimi“ (public choice) olarak adlandırıldı. Onlara göre, Adam Smith’in söylediği gibi, ekonomide tüm birimler kendi çıkarları doğrultusunda refahlarını azamiye çıkaracak kararlar alırlar. Seçimle gelmiş politikacılar da kendi çıkarlarını azamiye çıkarmaya çalışan birimlerdir. Politikacılar bir sonraki seçimde yeniden seçilmeyi hedeflediklerinden aldıkları ekonomik kararlar yeniden seçilmelerini sağlayacak yönde olacaktır. Yeni vergi koymak ya da vergileri artırmak hiçbir politikacı için sevimli değilken, devlet harcamalarını artırmak politikacılar katında her zaman taraftar bulan bir girişimdir. Buchanan ve Tullock‘a göre, verilen örnekteki hava kirliliği yaratan fabrikayı vergilendirmek o kadar kolay değildir. Fabrika vergilendirilse dahi, elde edilen gelirlerin elbise temizleyicisine aktarılması yerine politikacıların oylarını artıracak başka projelere kaydırılması çok daha büyük bir olasılıktır. Dolayısıyla, kamunun refahının artırılması ile politikacının refahının artırılması farklı olgulardır. Demokratik rejimler yapısal olarak daima bütçe açıkları yaratan siyasi yapılaşmalardır.

2-B ARAZİLERİNİN SATIŞI
1986 yılında “public choice“ modelini geliştirdiği için James Buchanan Nobel Ödülü aldı. Geçenlerde de vefat etti. Buraya nereden geldik? Geçenlerde yukarıdaki örnekle çok uyuşan bir demeç dikkatimi çekti. 2-B arazilerinin satışından elde edilecek gelirlerin orman köylüsünün durumunun düzeltilmesine, yapıların depreme dayanıklı hale getirilmesinde ve bütçe izin verdiği ölçüde yeni orman alanlarının oluşturulmasında kullanılacağı söylendi. 2-B arazilerinin tanımı, orman özelliğini kaybedip çeşitli amaçlara yönelik kullanılan devlet arazilerinin kullanıcılarına satılmasıdır. O halde, orman özelliğini kaybeden arazilerin satışından elde edilen gelirlerin yeniden orman arazisi üretiminde kullanılması doğru olurdu. Para, politikacının eline geçinde, doğrunun tanımı değişiyor. Paranın nerede harcanacağına gelince, “bütçe izin verdiği ölçüde“ denerek aslında orman arazisi üretimine paranın çok az bir bölümünün harcanıp asıl oy getirecek alanlarda paranın harcanacağı söyleniyor. Burada “bütçe izin verdiği ölçüde“ lafı çok önemli. Bütçenin neye izin verip neye izin vermeyeceği, politikacının neyi yaparsa yeniden seçilme şansının artacağıyla çok yakından ilgili. Bu yaklaşımı duyunca aklıma “public choice“ teorisi geldi.