Advertisement

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan geçenlerde "ekonomik büyümeyi yavaşlatacak önlemler almasaydık Yunanistan'a benzerdik" yönünde bir açıklama yapmış. Yunanistan'a benzemek elbette korkutucu. Ama, Türkiye'nin Yunanistan'a benzemesi olasılığı biraz abartılı. Galiba, bu benzetme "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" olarak tanımlanabilir. Sanki, ekonomik büyümedeki düşüşü eleştirenlere yönelik bir çıkış.
Türkiye ekonomisinin 2001 yılındaki durumunu bugünkü Yunanistan ekonomisine benzemesi söz konusuydu. O dönemdeki şansımız Türkiye'nin parasını değersiz kılma gibi bir lüksü olmasıydı. Enflasyon yaratmak gibi alıştığı bir ortamı yaratabilme gücü vardı. Bu nedenlerle Türkiye 2001 krizini küresel şartların düzelmesiyle birlikte ucuz atlattı sayılır. Krizden sonra devreye sokulan yapısal reformlar ise Türkiye ekonomisinin bugünkü Yunanistan ekonomisinin durumuna düşme olasılığını neredeyse sıfıra indirdi. Bugünkü iktidarın da bunda payı vardı.

HER ZAMAN RİSK VAR
Yunanistan'ın durumuna düşmek için; kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 100'ün üzerinde olması önemli bir parametre; bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 10'u aşması yeterli değil, ama gerekli; ekonomi yönetimine güvenin tamamen yok olması ek bir olumsuzluk; sabit kur sisteminde ısrar edilmesi krizden çıkışı uzatıp derinleştiren bir olgu; enflasyon yaratma kabiliyetinin başkalarının elinde olması gerekli. Bunların hiçbiri Türkiye ekonomisi için geçerli değil.
Türkiye ekonomisinin büyümesinin yurtdışından kaynak transferi ile yakından ilgili olduğunu artık herkes biliyor. Yurtdışı kaynak ihtiyacını azaltmanın tek yolu ekonomik büyümeyi düşürmek. Ama, yurtdışı kaynak ihtiyacı düştü diye Türkiye ekonomisi yurtdışından kaynaklanan risklere kapalı değil.
Ekonomik büyüme yüzde 2 civarına düştüğü halde, cari işlemler açığının milli gelire oranı hâlâ yüzde 6'nın üzerinde. Hâlâ büyük bir rakamdan söz ediyoruz. Dolayısıyla, cari işlemler açığının mutlak değeri düştü diye Türkiye ekonomisinin yurtdışından kaynaklanan riskleri azalttığı söylenemez.
Yurtdışından kaynak bulmakta zorlandığımızda, tıpkı 2008 yılının ikinci yarısı ile 2009 yılının ilk yarısında olduğu gibi, Türkiye ekonomisi küçülmek zorunda. Böyle bir durum yaşandığında, cari işlemler açığı yoluyla Türkiye'nin dış kaynaklara ihtiyacı olduğu sürece, ekonomi küçülmek zorunda. Küçülmesi Türkiye ekonomisinin Yunanistan'a benzemesi anlamına gelmiyor.

YAPILANLARI KÜÇÜMSEMEYELİM
2008 ve 2009 yıllarında dahi Yunanistan'a benzemedik. Bir yıl (dört üç ay) süren küçülmeden sonra Türkiye ekonomisi yeniden büyüme sürecine girdi. Yurtdışı piyasaların tedirginlik içinde olduğu bir dönemde dahi ekonomik büyüme yüzde 8-9 civarına çıkabildi. Çünkü, o dönemde küresel piyasalar gelişmekte olan ekonomileri gelişmiş ekonomilerden olumlu yönde ayrıştırmıştı. Türkiye de bu ortamdan faydalandı. Cari işlemler açığı artsa dahi, diğer bütün temel göstergeleri kabul edilebilir aralıktaydı.
Yunanistan'a piyasalar 2008 yılında kapandıktan sonra bir daha hiç açılmadı. Yakın bir dönemde de açılması söz konusu olmayabilir. Çünkü, Yunanistan'da faiz dışı bütçe dengesi hâlâ kamu borçluluğunu azaltıcı yönde çalışmıyor. Yapısal reformları uygulamaya geçirmekte hâlâ zorlanıyor. Siyasi belirsizlik geçmiş değil. Yunanistan'ın Euro içinde kalıp kalmayacağı bile hâlâ tartışılmaya devam ediyor.
Türkiye ekonomisinin bugünkü dengelerinde "yoksa Yunanistan'a benzeriz" korkutması "öcü gelir" korkutmasına benziyor. Yunanistan'a benzememek için 2001 yılından bu yana Türkiye çok işler yaptı, küçümsenmeyecek bir yol aldı. Bu benzetme alınan yolu inkâr etmek olur. Alınan yoldan geri dönülmediği takdirde, Yunanistan bizim için örnek olacak bir olgu değil.