Advertisement

Küresel likidite bol. Bol olan likidite gidecek yer arıyor. Gidecek yerlerden biri de Türkiye. Türkiye bu dönemde yabancı fon akışının hızlanmasını istemiyor. Yabancı fon akışı hızlanırsa, Türk Lirası değerlenecek. Değerlenen Türk Lirası ile ihracatçı sıkışacak. O nedenle Merkez Bankası'nın açık ya da zımni bir reel kur hedefi var.
Reel kur hedefine yönelik olarak Merkez Bankası faizlerin düşük olmasını arzuluyor. Bizim gibi ülkelere gelen yabancı fon akışının kaynağı olan ülkelerde faizler çok düşük. O halde, bizde de faizler düşük olmalı ki, yabancı yatırımcılar Türkiye piyasasını o denli çekici bulmasınlar. Türkiye'ye yönelik yabancı fon akışı hızlanmasın.

CAYDIRMA MI TEŞVİK Mİ?
Reel kur hedefine yönelik olarak faizleri düşük tutmak yetmiyor. Düşük faizlere rağmen Türkiye'ye gelen yabancı fon akışının döviz piyasasına girmeden bir şekilde emilmesi gerekiyor. Merkez Bankası, "rezerv opsiyon katsayısı" adını verdiği bir uygulama ile bankaların Merkez Bankası'na olan TL yükümlülüklerinin bir bölümünü döviz olarak kabul ederek gelen dövizleri de kendine yönlendiriyor. Bu yolla döviz kurları ile yabancı fon akışı arasındaki ters yönlü ilişki yumuşatılmış oluyor.
Bu politikanın sonucunda, yabancı fon akışında bir sorun olmadığı halde, döviz kurları düşmemiş, Türk Lirası daha hızlı değerlenmemiş oluyor. Gelen döviz piyasada kalmayıp Merkez Bankası'nın döviz rezervleri brüt olarak artmış oluyor. Kısacası, döviz göreli olarak pahalı kalıyor.
Döviz kurlarında yaşanan göreli istikrar aslında yabancı fon akışlarını teşvik eden bir başka unsur haline de geliyor. Döviz kurlarının artma olasılığının sıfıra yakın olması, hatta not artışı ile düşme olasılığının hâlâ yüksek olması nedeniyle, faizler düştüğü halde, yabancı yatırımcıların Türkiye'de yaptıkları finansal yatırımların beklenen getirisi yüksek kalmaya devam ediyor. Yani, faizlerin düşmesi yabancı fon girişlerini kesmiyor.

RİSKLERİ AZALTIYOR MUYUZ?
Döviz kurları düşmeden Türkiye ekonomisinin arzulanan büyüme performansını göstermesi çok zor. Bugünkü dengede, döviz kurlarının piyasa şartları içinde düşmesine izin verilmediği sürece, ekonomik büyümenin arzulanan düzeyde hızlanması olasılığı düşük. Bu politika çerçevesinde, yabancı ülkelerin faiz düzeyine özeniyorsak, o ülkelerin büyüme düzeyine de razı olmak gibi komik bir durum yaratıyoruz.
Döviz pahalı. Türk Lirası ucuz. İç talebi canlandırmak istiyorsak, bu denge iç talebi canlandırabilecek bir denge değil. İç talebin canlanmasını arzu etmiyorsak, bu dengeden şikâyet edemeyiz. Tüketim biraz kıpırdar, ama yatırım talebi düşük kalır.
Bu dengede iç talebi canlandırmadığımız halde, dış talebi canlandırabilir miyiz? Dış talebi canlandırmak elimizde olan bir şey değil. Son veriler ihracat artışlarının da artık geride kaldığını gösteriyor. İhracat daha da düşmesin diye bugünkü kur politikası devam ettiği takdirde, ihracat performansını çok fazla etkilemeyebiliriz, ama ekonomik büyümenin gecikmesini başarabiliriz.
Yüksek cari işlemler açığının bir risk olarak görülmesinin nedeni yurtdışından borçlanma ihtiyacının artmasıdır. Gereken dış finansmanın ileride bulunamaması riski yüksek cari işlemler açığını da önemli bir risk haline getirir. Uygulamadaki politika ile yüksek dış borçlanmaya devam ediyoruz, ama ekonomik büyümeyi dizginlediğimizden cari işlemler açığı yükselmiyor. Bu yolla riski azaltmış mı oluyoruz? Borçlanamazsak, Merkez Bankası da döviz rezervlerini artıramaz denebilir. Ama, hâlâ yüksek borçlanıp ekonomik büyüme sağlanamıyorsa, daha farklı riskleri de göze alıyoruz demektir.